3
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
1841
Okunma
Güneş, dünyanın bu yakasında daha mı yakın
Kızıl bir yara açılıyor ufukta
Turuncudan sarıya,
bir renk yangını
Gökyüzü sanki onun için ağlıyor
Kent, her yönüyle
insanı yorarak ruhun sıkışmasına neden oluyor
Gürültü, yoğunluk, hız ve karmaşanın arasında
ruhunu dinlendirecek,
yaslanacak bir söğüt gölgesi arayan insanlar,
salt bedensel ve zihinsel dinlence için
yollara düşmüş.
Her sabah yeniden kırılıyor
Pencerelerden şehri okumaya kalkıyor
Eksik, yaralı
Tozun kırmızısı sızıyor gözlerine
Mahallenin nabzı, bir hüzün senfonisi.
Mutfağın penceresini açıyor
Bir tablo ki, kederle boyanmış
Şafak kızılı evler
Avlularda kadınlar
Çamaşır yıkıyorlar
ateş üstünde umutlar demleniyor
Kararsız bitkin,
gayesiz adımlarla yürümekte hâlâ...
Birden sinemanın afişini görmek üzere
karşı kaldırıma geçmek arzusunu duyuyor.
Trafik memurunun sert bir düdüğüyle,
ister istemez yerinde kalıyor.
Sokakta da hürriyet yok.
Evinde ki gibi...
Hürriyet,
Polis düdüğünün olmadığı yerdedir diye
Söylendi kendi kendine...
Ama bilmiyor ki,
polis düdüğünün olmadığı yerde
insan da yok
Ölüler hiç düdük sesi duymazlar çünkü
Biraz sonra karşı kaldırıma geçiyor.
Güzelim çimen tarhını çiğneyerek...
Geçen gün Ayten ile beraber filmi görmüşlerdi.
O, baykuş saçlı adamların
çılgın müziği olmasaydı,
on para etmezdi film.
Biran duvara dayanarak
ne yapacağını düşünmeğe çalışıyor.
Parka gitse,
bir banka oturup
boş gözlerle sulara baksa,
kibrit çöplerini atsa havuza...
Yanına belki de
bir yandan torununa nezaret eden,
bir yandan gazete okuyan bir emekli otururdu.
Canı sıkılmazdı o zaman...
Arkadaşına gitse,
beraber arkadaşının kırmızı spor arabasına binip,
asfaltta 200 kilometre süratle uçsalar...
Bu saatte belki de
Olmazdı evde.
Diş ağrısına benzer bir şeydi kararsızlık.
Yüzüne sevinç çizgileri yayılıyor birden...
Bir meyhaneye gider ,
ayak üstü bir kaç kadeh atar,
dünyasını renklendirirdi.
Güzel bir yerdi,
geçen Ayten ile gittikleri bar...
Romantik bir üslûbu vardı.
Gitar çalan kızı da tanıyordu.
Yürüyor …
Kalabalığın, telâşlı, heyecanlı, aceleci insanların
arasında yürüyor.
İçecek,
beynini bir ağırlık saracak,
gözleri mahmurlaşacak,
masanın soğuk mermerine alnını dayayıp
belki de ağlayacaktı.
Hayat, güneşin merhametine prangalı.
Güneş doğar, telaşlı bir çığlıkla uyanır
Batar, uyku sarar, ama eksik, hep eksik
şehrin sokakları,
portakalın kanayan hasretinde
Yabancı bir gölgeydi
Her sabah gözyaşlarıyla yeniden doğuyor
Ama her doğum,
ruhundan bir parça koparıyordu
Toprağa, toza, sonsuz bir yasa gömülüyordu
Yürüyor…
bezgin, tükenmiş, yorgun..
Gölgesi…
sadık bir köpek gibi yanı başında...
Hırsından kovacak gölgesini tekmeyle...
Yalnız olmak istiyor.
Yapayalnız...
Deryalarda bir tekne gibi...
Bilmiyor ki tekneler dümensiz,
yelkensiz, pusulasız
selâmete varamazlar,
limanları bulamazlar.
Dalgalar tekneyi parçalayacak
ve yosunlar,
ve odun parçaları,
paslı teneke kutularıyla birlikte
sahile atacaktı.
Kaderi bellidir artık.
farkında değildi nereye gittiğinin
Aheste adımlarla
Uzaklaşıyordu kalabalıktan.
Kendinden uzaklaştıkça da
yalnızlığın girdabına sürükleniyor
bu da onda onulmaz sancılara neden oluyor
Kendini keşifle başlayan süreç
Allah’ı bulmakla sonuçlanmadıkça
keşif tamamlanmış olamazdı
bir nutfeden mezara doğru olan serüveni,
salt kendi hikâyesi değildi
bütün insanlığın da hikâyesiydi.
Bütün desise ve planlar,
insan kurgusuyla yine insanlık üzerine doğrultulmuş
bir silah olarak
tarihte hiç görülmemiş bir kıyımla
insanlığı ortadan kaldırmaya çalışmakta.
Saat beş,
akşamın titreyen ellerinde
İstanbul’un soğuğu sırtında,
bir yığın kırık anı
unutmuştu bu şehre ait olmadığın
Derice bir nefes çekti ciğerlerine,
sis sanıyordu ama değildi
günbatımı kırmızısına gömülüyordu ufuk
sessizce…
Ilık bir hüzün
Belki sadece umut fısıldıyordu kulağına
Burada bir yerin var.
sen bir gurbette değilsin
Aklında delice sorular
bu gidiş nereye
Çiçek kırlar içindi.
Gök güneş için
Ağaç meyve için
Kâğıt yazı için
Dünya insan içindi.
redfer