10
Yorum
30
Beğeni
5,0
Puan
239
Okunma
Bir gün, çırak ellerini yıkadı sessizce,
suya karıştı alın teriyle birlikte duaları.
Taşın, demirin, ahşabın içinde
bir kalp atıyordu — sabırla.
Usta baktı, bir ömürlük görmüş gibi,
“Evlat,” dedi, “iş, elden değil yürekten çıkar.”
Her çekicin vuruşunda bir kelime işledi göğe,
“Bismillah” dedi, “helal rızık bir secdedir aslında.”
Ustalık dedikleri, ellerin nasırında değil,
gözlerin tevazusunda başlar.
Her hata bir dua, her düzeltme bir tövbe,
her sabır, bir adım daha yaklaşmaktır Mevlâ’ya.
Çırak, bir gün sessizleşti,
Usta’nın ellerine baktı;
zaman gibi çatlamış,
ama ışık sızıyordu aralarından.
“Usta,” dedi,
“Ben ne zaman usta olurum?”
Usta gülümsedi,
“Usta olmanın çaresi yok evlat,
çünkü usta, hiçbir zaman ben oldum demez.”
Çünkü usta, bilen değil;
bilene varandır.
Elinden alın teri dökülürken,
dilinden “Elhamdülillah” düşmeyendir.
Bir çivi çakarken bile zikrinde olan,
bir tahtayı yontarken kendini de yontandır.
Ve çırak…
İşine, ustasına, Rabb’ine sahip çıktıkça
ustalığa değil, kulluğa erendir.
Bir gün Usta sustu.
Tezgâh başında, güneşin gölgesinde kaldı elleri.
Çırak diz çöktü önünde,
hıçkırıkla karıştı talaşın tozuna.
“Usta,” dedi, “bu sessizlik bana ağır geldi.”
Cevap yoktu.
Sadece gökyüzü, bir dua gibi eğilmişti üzerine.
Ve o an anladı çırak:
Ustalık, ölmeden evvel ölmeyi bilmektir.
Kendinden geçip işine, işinden geçip Yaradan’a varmak.
Bir tahtaya kazınmış her harfte,
bir çekiç sesinde,
bir duvarın gölgesinde bırakmaktı ismini.
Çırak o günden sonra
her sabah aynı duayı etti:
“Allah’ım, beni işime dürüst eyle,
ustama sadık eyle,
ve elimi haramdan uzak eyle.”
Yıllar geçti.
O da bir gün usta oldu.
Ama her vuruşunda hâlâ o sesi duydu:
“Eline, diline, yüreğine sahip ol evlat…”
Ve şimdi bir çırak daha girdi dükkâna.
Aynı merak, aynı sessizlik.
Usta gülümsedi,
“Gel evlat,” dedi, “bu işte kalem değil, kalp tutulur.
Öğrenmek için eğil,
çünkü hakikat, baş eğmeyenlere öğretilmez.”
Çırak ellerine baktı,
henüz nasır tutmamıştı.
Ama içi yanıyordu —
çünkü ustalık dediğin,
önce içte pişer, sonra elde görünür.
Ve işte o an,
tozun, demirin, duanın içinde
bir kıvılcım parladı.
Belki bir ömür sürecek,
belki bir nefeste sönüp gidecek,
ama o kıvılcım, Usta’dan emanetti:
İnsan olmak için, önce yanmak gerekirdi.
Ve akşam indi dükkânın üzerine.
Gün, talaş tozları arasında kayboldu.
Usta, çekicini yavaşça bıraktı,
ellerini göğe kaldırdı;
dili değil, nasır tutmuş parmakları dua etti.
“Ya Rab,
bu elleri sen şahit eyle.
Kırmadan, haramdan, hileden uzak tuttun;
ne verdinse helâlinden verdin.
Çekicimin sesiyle yüreğimi yoğurdun,
tahtada, taşta, demirde seni arattın bana.
Şimdi biliyorum;
işim seninle,
ustalığım sensin aslında.”
Bir damla yaş düştü gözünden,
belki bir ömrün ağırlığıydı,
belki sadece şükürdü.
“Yarabbim,
her çırakta kendimi gördüm,
her işte seni.
Beni emanet eyle;
elime, dilime, yüreğime sadakat nasip et.
Çıraklarımın yüreğine de bir kıvılcım bırak,
çünkü ateşsiz demir dövülmez,
aşk olmadan insan olgunlaşmaz.”
Sonra sustu Usta.
Sanki tüm hayatın sesi bir nefeste toplandı.
Talaş kokulu bir sessizlik çöktü etrafa;
duvarlar bile amin dedi.
O an anladı çırak:
Bazı dualar dilde değil,
nasırın ardında gizlidir.
Ve her “Usta” aslında
bir ömrün secdesinde eğilen bir kuldur.
Usta, elindeki çekici bırakır;
ama yüreğindeki ses hiç susmaz.
5.0
100% (17)