0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
171
Okunma
Dicle’yle Fırat, çağlar fısıldar,
Mezopotamya’da bir sır saklıdır.
Toprak uyanır, sular yükselir,
Tufan gelir, insanlık titrer, ürperir.
Tevrat anlatır, yeryüzü ağlar,
“Haaretz” der, dünya mı, bölge mi bağlar?
YHWH bakar, kalplerde kötülük,
Pişmanlık değil, bir sızı, bir gerçeklik.
Gemi yükselir, Nuh’un ellerinde,
Üç yüz arşın, umutla birleşir bedende.
Ama Kuran der, “Bu kavmin öyküsü,”
Bölgesel bir afet, Cudi’nin gölgesi.
Hud fısıldar, Nuh’un sözü net:
“Allah’tan başkasına tapmayın, bu felaket!”
Vedd, Suva, putlar birer yalan,
Kavmi kör, boğulur tufanın dalgasında.
Cudi’ye oturur gemi, bereketli yere,
“Yüksekçe yer” der, umut taşır hecesine.
Arkeoloji konuşur, Ur’da izler var,
Kil tabakaları, tufanın sessiz yâdigarı.
Woolley kazdı, buldu balçık izini,
Sümer gömüldü, felaketin hüzünlü dizini.
Mezopotamya ağlar, nehirler taşar,
Tufan, bir efsane değil, gerçeğin aynasıdır.
Nuh’un gemisi, sadece kavmini taşır,
Bölgenin hayvanları, umudun nakışı.
Tevrat’la Kuran, hakikatte birleşir,
Yanlış çeviri, kalpleri yanlış yola sevk eder.
Sular çekilir, gökler susar bir an,
Cudi’de hayat, yeniden başlar zaman.
Zalimler uzak, hakikat kalır,
Nuh’un tufanı, insanlığa bir ayna sunar.
Mezopotamya’da izler, taşta saklı,
Tufan anlatır, geçmişin hakkını.
Bir felaket değil, bir öğreti bu,
İnsanlık uyan, kalbinle bul gerçeği.