1
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
159
Okunma
Hayali mektuplar…
1-
03.2001 Cide
Sevgilim!..
Yalnızlık dostumdur benim,
içimin süsü, güneşi hüzün çiçeği, Gönül bağımın bahçıvanı gonca gülüdür,
şafakları selamlayan gülün kokusuyla
sarhoş bülbülüdür!.. içimin dolusunca
yalnızlıkla baş başayız, mutlu, mutsuz
dilli, dilsiz; o şair oluyor ben katip
o söylüyor ben yazıyorum seherlere dek!..
Sabah güneşi oluyor içime doğuyor
sıcaklığıyla duygu iklimimde karlar, buzlar,
buzullar eriyor bahar oluyor dünyam!..
umutlar yeşeriyor dal filiz oluyor gülistanım
hayal kanatlı yalnızlığın serin sıcaklığında!..
Kentin dolusu yalnızlık yalnızlık dolusu insan!..
yalnız kalan yalnız düşünen insan, insan!..
Dünya dolusu yalnızlık evrenin bilinmedik bir yerinde
yalnızlık derdiyle midir nedir dolanır durur dünya!..
Yalnızlıktan kurtulmak için yalnız akan yorgun nehirler
Yalnızlık bağı ile bağlanmış kalakalmış ulu dağlar!..
Her şey her şey yalnızlık derdiyle midir nedir?!.
Evren dolusu, dünya dolusu… yalnızlık, yalnızlık!
Yalnızlık dostumdur benim
İçimin neşesi, güneşi, hüzün çiçeğidir
O olmazsa ben ne yaparım yapayalnız
Kiminle konuşur, kiminle dertleşirim bekarhanede
Kim anlatır, kim hatırlatır kim yazdırır tüm bunları
İş bu nedenlerledir ki; yalnızlık dostumdur benim!
2-
09/ 2003 C i d e
Sevgili
X
Efkarlıydım!..
dağlar eteği bir vadide unutulmuş görüyordum kendimi
Hayalinin terk etmiş olmasından değil ; ne bileyim;
karman çorman duygular içindeyim, toparlanamıyorum…
‘’Arife tarif gerekmez!” derler…ki; telefonunla kendime geldim,
moralim düzeldi, o keyifle açlığımı duyumsadım…
“Aşkolsun, neden söylemedin, açılmadın ki… “ diyorsundur..
Sevgilim; Biz yazar çizerler böyleyizdir; dertlerimizi, duygu ve
heyecanlarımızı en doğru, en canlı, en derinlikli ve güven içinde
yazıya dökeriz.. Bizim sırdaşlarımız, dert ortaklarımız, bizi
bizden sonralara taşıyacak olan dünyamız yazılarımızdır.
Uzatmayayım!..
Akşam TV. Haber leri yine ca sıkıcıydı.;
TRT Tv müzik kanalını açtım… sanat müziğini severim bilirsin..
Çilingir masamda palamut, yeşillik ve onun ilacı acı su vardı..
Dolunay tüm güzelliği ile odamdaydı… Gülümsüyor da;
“Bırak efkarı, kederi, bırak da çık doğaya…” der gibiydi.
Dediğini tuttum, masamı olduğu gibi bırakıp, İndim sahile…
Hava serindi. Esmer denizin ufku, sevgili gözleri gibi derindi.
Ay denizde ışıldıyor , mavi gökte asılı bir dilek kandili mi desem,
halesi içinde bir saray avizesi mi desem…
denizde çimiyor mu desem …
Ay! Ne güzel şu görünüm,
Denize serpilmiş balıkçı tekneleri ışıkları…
yoksa yıldızlar mı dökülmüş denize…
Yıldızlar yıldızlar… bulutsuz bir sonbahar akşamı mavi göğü
Yaldızlayan ;alıp insanı, sonsuzluğun yolculuğuna götüren ,
kimi silik, soluk, kimi parlak yalım yalım; kıpır kıpır yıldızlar!..
Yol boyunca yürüyorum… yaz canlılığı kalmamış insandan yana…
Rıhtım Restoranda cırtlak bir müzik… çay bahçelerinin çoğu kapalı…
Şahin Tepesi gençlerin yeri nde caddeye yansıyan bilinen sesler…
Ve yaz böceklerinin devam eden akşam konserini dinliyorum…
Yorgunum, durgunum, dalgınım…yine hayalin gelip yetişiyor,
Berivanda çay içtiğimiz, tavla oynadığımız günlerle gözlerimin önünde
canlanıp can sıkıntımı dağıtıp bana arkadaşlık ederek eve kadar geldik hayalinle…
Hoşça kal, iyi geceler, rüyanda beni görmen dileği ile…
Öpüyorum, aşkım
3-
21.10. 2001 Cide
Sevgilim!..
Sen gideli aç, susuzum desem yeridir…
Bir şeyler getirmişim ama hazırlamaya
elim kolum tutmuyor…
Hafta sonu geleceğini umut ediyorum;
Ya gelmezsen düşüncesiyle titremekten kendimi
alamıyorum… Nevaleler bekleye dursun; açıp
Tv. yi kanaldan kanala oyalanır,
Vadideki Zambak’ı okurken uyuya kalmışım…
Uyandığımda Pazar gününün saat üçüydü…
Evet, yarısı cumartesi, yarısı pazar olan günün,
uykusuz geçen gecesi…seni, hep seni düşün
düğüm için uyuyamadığımı düşünüp üzülme..
Yazar çizerlik böyleymiş meğer..
Duygu meleklerinin, perilerin ne zaman gelecekleri
belli olmuyor, haber vermeden, kapıyı çalmadan
çullanıyorlar başına yazarın çizerin..
Dünyaları tersine döner, suları yokuşa yukarı akar…
Kimsenin görmediğini görür, kimsenin his etmediğini
his eder, düşünemediğini düşünür…
İşte böyle garip kimselerdir, yazarlar, çizerler…
Hele şiir denen: gizemli dünyanın atomuna ilgi duyan,
iğne ile kuyu kazıyan, harflerle, kelime ve dizelerle
bir sanat eseri yaratmaya çalışan;
şair denen kalem zedelerin işi,
gergef işleyenlerin işinden daha zordur,,
Ooo! Kaptırmışız yine
Horozlar sabahı selamlıyor duyuyor musun
İşte iki dörtlük
Mutluyum!.. Mutluluğunu diliyorum
Hoşça kal sevgili!..
4-
22.10.2001 Cide
Sevgilim !..
Sana bu satırları kalbimin fırtınalı limanında,
Karadeniz taşlık kıyılarında alabora olmuş
Kızılırmak taşkınlığında girdaplarda kalmış
en gizemli, duygularla karalıyorum…
Hücreleme dikenler batıyor, acılar içindeyim
“Gülü seven dikenine katlanır!” mı diyorsun
Nerede!.. ah nerede!.. Kara çalının dikenleri …
Yüreğim katran kazanı, damarlarımda akan
Kan değil katran, belki de kezzap, kezzap
Ya başım!..
Başımın içinde arılar uğulduyor, arılar..
“Bal arısıdır, bal kovanı mı!” diyorsun kafama
Hayır, hayır!.. yaban arıları, yaban,yavan
Kısır, huysuz, duygusuz; olsa olsa eşek arısı
Eşek arısı, ah başım, ah başımın ağrısı
Sevgilim!. .
Sevgisiz hayatın bir çölistan olduğu gibi
sensiz,geçen günlerimin çölistandan farkı ve
anlamı kalmadı,,! Kurudu kavruldu çöl kumu gibi
fırtınalarda oradan oraya savrulur oldu
Ne gönülde açan gül, ne öten bülbülü kaldı
Hepsinin yerini, kerem gibi yana yana
karadenizin e batan akşam güneşi aldı…
Sevgilim!..
Üç günlük ömürlere olurmuş lalelerin ve
Kelebeklerin… bize göre onların ömrü ne ise
Zamana karşı bizimki onlarınkinde de kısa:.
5-
23.10.2001 Cide
Sevgili X
Anımsayacak olursan yağmurlu bir gündü…
Güz yağmuru… havalar serin gidiyordu, hele o gün…
………………
……………….
Durgun ve dalgındın. Alışkın olduğum güler yüzünden,
tebessümlerinden eser kalmamıştı. Neşenden geçtik
soğukluğundan üşüyecek gibiydim…
nedenini sordum;
“Hiç, hiç!” dedin, dedin ama, dediğne kendinde inanmıyordun,
Yalan da söylemiyordun, beden dili söylüyordu.
“varvar… canını sıkan bir şey,bir şeyler var
Hergün kü sen değilsin!..” dememle;
“”Hangi bir sorunumu!...”
“ Bu andaki ne ise onu!”
“Şey!..” demiş, gerisini getirememiştin
“Söyle, lütfen her ne ise söyle…
elimden gelen bir şey, bir yardımım olursa…”
“ Birinden, demiştin, birinden 100 dolar almıştım, istiyor…
İstemekle kalmıyorçok kötü sıkı4ştırıyor!” demiştin ağlamaklı…
“ Sıkıntın bu mu, başka dert, sağlık mağlık, ne bileyim!” demiş,
Ödemede bulunmuştum.
“Gelecek ayın ücretinden sayarız!.. demiştin de;
“Önemli değil, hele şu sıkıntını gider!” dememle;
“ O mikroptan kurtulayım da!... “ deyip, sarılmış,
başını bağrıma, kalbime basırarak ağlamış, ağlamıştın…
Yağmur hala devam ediyordu, camdan ark gibi akıyordu…
“Gözyaşları üzerine yağan yağmur!...” demiştim…
Geldiğinden beri ilk kezgülümsemiştin…
Anısayacak olursan yağmurlu bir gündü…
Güz yağmuru..
6-
25.10.2001 Cide
Sevgilim!..
Geleceksin diye, dün, onbeşlik bir delikanlı heyecan ve
sabırsızlığıyla bekledim.Gelmeyeceğini, yine ekilmiş
olacağımı anladım, saat 10.30 civarı evden çıktım.
Yağmur döküştürüyordu. Yağmurdan gelememiş
olabileceğini düşüp yol boyunca karşılaşacağım umut ve
hayaliyle sahile varmışım..
Deniz öylesine güzeldi ki::.
Hırçıni bir güzellik…
Kükremiş binlerce yeleli arslan, sahile saldırıyor, çarpıyor hızından,
hırsın ağzından beyaz köpükler yükseliyor, kumsalda yola taşıyor…
ardı arkası kesilmeyen saldırılarla, öyle hırçın öyle haşindi ki,
mavilikten, karalıktan çıkmış , beyaz yeleli arslanlara, ejderhalara
kesilmiş gibiydi,deniz…
Her zaman göremeyeceğimiz, bu anı belgelemek isteği ve
dayanılmaz arzusuyla, döndüm, fotoğraf makinemi ve sigortacı Serkan’ı alıp,
arabamla sahile uçtuk… otoyu, Bedo restoranın oraya bırakıp sahil boyu
fotoğraf çekerek ilerliyoruz…
Rıhtım Restoran’ın oraya vardığımızda;
Aman Allah’ım!.. bu da ne!..
sahil boy, bir nehir genişliğinde, kırmızı su ile mavi su iç içe …
İlk kez gördüğüm bir doğa olayı… ağzım açık kalmış, lal olmuşum..
poz üstüne poz çekiyorum…
Serkan ora uşağı ne de olsa ,
“şaşılacak bir şey yok… yağmur yağınca, karlar eriyince Irmakın bulanık suyu
denize karışır, kıyı boyunca böyle iç içe akar , koca deryanın içinde eriyip yok olur!”
“Yahu Serkan’ım dedim, neden Gidreros’a doğru değil de Cideye doğru akıyor;
Dünyanın dönüş yönüyle mi, Akdeniz’den gelen bir akımın etkisiyle mi!..”
Biz böyle konuşa, tartışa, yorumlarda,bulunarak, poz üstüne pozlar çekerek,
Irmak kasabasının oradaki köprüye varmışız…
Köprüde durup anadolu’muzun içlerinden, toprağı sömürüp, içinde eritip
boyalı suya dönüştürüp gelen ırmak suyuna , içimiz sızlayarak baka kaldık.
Oradan, ırmağın denizle birleştiği sıfır noktaya indik.
Gideros tarafında birikmiş tortudan bir tümsek oluştuğunu; ırmak suyunun a
kış yönünün Cide’ye doğru olduğunu… görünce diğer yorum ve varsayımlarımın
bir hükmü kalmamış, arkadaşın dediği doğrulanmıştı…
Pozlar bitmişti. Serkan ,
“yeter, yeter, no’lacak , hepsi aynı şeyler!” diyor;
ama ben yeterli bulmuyorum,.
“ Dediğim güzellikte, ilginçlikte…” deyince;
“ Güzelliğin sınırı olur mu!..” diyor,sigortacı…
“ Flozofluğun da varmış senin !” diyorum, gülüşüyoruz…
Irmakta bir fotoğrafçıya uğradık, pozu yenileyip,
yine sahil boyu geliyoruz, Cide’ye dönüyoruz…
Dönüyoruz ama ne dönüş ne dönüş…
yağmur serpiyor bir yandan, hem de karşıdan,
yüzümüze, çarpa çarpa…
Denizin hırçınlığı artmış… kabaran köpüklü
kırmızı suyla, boyalı maviş su dalgası,
yolu suda bırakıyor… suyun içinde yürüyoruz…
Serkan söylenmeye başladı…
Ben keyfimden uçacak gibiyim..
Dedim ya; bu yaşıma değin, Anadolu
kırsalında kalmışım;
bu doğa olayını, denizin hırçınlığını,
kırmız su ile mavi suyun yan yana iç içe akışını;
köpüklü dalgaların, kurdun önünde kaçışan koyun sürüsünü,
milyonlarca kuğunun sahilde serpilen yemliğe saldırı koşmacasını…
ilk kez görüyor olmanın heyecanı içindeyim…
Altı- yedi Km. lik yolu yarılamıştık sanıyorum…
Serkan ilerlemiş, bir an önce arabaya varmaya gayret ediyor,
ben hala yeni,yeni pozlar derdindeyim…
Derke;
Kocaman bir deniz ejderi, başını çıkarmış, tüm gücüyle bir üfleme üflemişti ki…
Yükselen kitle su dalgası,alttan havanın karşı koymasıyla açılmış kocaman
bir alaca çadır tam üstüme kapanmasın mı…
çadırın içinde sır sıklam çıkışıma ne dersiniz…
Serkan önce üzülür gibiydi, benim hala keyifli olduğumu görünce,gülmeye başladı;
“ Haydı dedi, haydı, merak ettiğin en ilginç pozu da yakalamış, yaşamış oldun!”…
Islak değil, denize dalmış çıkmış gibiydim…
Hava da serin, hele karşıdan vuruşu rüzgarın…
“Koş dedi, Serkan, koş donacaksın!..”
İşte böyle sevgilim,!..
Bu günüm de böyle geçti…
Eve, bekarhaneme ne halde dönmüş olduğumu tahmin ediyorsundur…
Evet, yorgundum, ama mutluydum…
Sabah masam olduğu gibi duruyordu…
gelmemiştin… canın sağ olsun…
Tam on altı , evet 16 saat uyumuşum…
7-
26.10.2001 Cide
Sevgilim!..
Yağmurlu iki- üç günden sonra,
güneşli güzel bir sonbahar günü…
Karadeniz’in eflatuni, buhurdani ufuk derinlikleri
“ hayaller ötesi görünümümle ben güzelim!..” diyor,
Kuşluk güneşi ışınlarıyla kıpır kıpır maviş deniz diyor; “ ben!.”
Yeşilin, sarının, morun renk tonlarıyla süslü yamaçlar diyor ; “ben!..”
Gel de çık içinden ..
Hepsi bir birinden güzel, harika doğa olayı…
Neden bu denli güzel olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum, Cidelim!
Sevgilim!..
Hangisi daha güzel diye düşüne düşüne
Sitenizin önünde geçiyorum…
Teneffüs ettiğin havayı içime çeke çeke bekarhanemdeyim
kalemi alıyorum elime..
Hep doğa güzelliğinden söz ettiğime alınıyor, belki de;
“Gözün başka güzellik görmüyor!” diyorsundur…
Gelmiyorsun, görünmüyorsun ki; görmüş olsun gözüm…
“Gözden uzak olan, gönülden de uzak olurmuş!” derler.
Ama gel de benim deli gönlüme laf anlat.
Akıl ile duygu arasında kalmışım…
Aklım; “akıllı ol unut, bilinç kaydından sil!” derken,
Gönül ahlar çekip duruyor
Neredeyse kerem gibi bir ah ile tutuşup yanacak…
Ah aman çay koymuştum, geleceksin diye…
Koştum su taşmış, ocak sönmüş..
Çabuk yetişmişim…
masaya her şeyi çift koymuşum
Geleceksin değil mi!..
Gelemezsen canın sağ olsun!..
Hayalini de alacak değilsin ya!..
8-
27.10. 2001 Cide
Sevgilim!..
Sonbahar ile baharı iç içe yaşıyoruz…
Sahilde otların, çiçeklerin, yaprakların; kiminin kurumuşluğuyla,
kiminin sarmışlığıyla; sonbaharı yaşamakta olduğumuzu anımsarken;
Cide’yi çevreleyen dağların,yamaçların yeşilliğine bakınca bahar
mevsimi canlanıyor gözlerinde, bahar yeşilliği içinde his ediyor insan, kendini.
Bülbüllerin suskunluğu;
sığırcık, çulluk göç katarları sonbaharı;
Deniz kuşlarının martıların çığlığı bahar canlılığını
Defne, zambak kokularını yitikliği sonbaharı
Bahçeleri süsleyen yediverenler baharı yaşatırken…
Bedenimin yorgunluğunu, bitikliğini görünce;
çok şeyin yitikliği içinde, batım ufkundaki akşam güneşince,
sararmış yaprakları uçuşan şu ceviz, kestane, fındık ağaclarınca
sonbaharımı yaşamakta olduğumu düşünüp hüzünleniyorum…
Sonra düşünüyorum da;
sonbaharın da kendince bir güzelliği var
doğada var olan bu sonbahar güzelliğini,
doğanın bir parçası olan insanoğlu neden yaşamasın…
İnsanoğlundan biri olarak ben neden hüzünlere bürünmüşüm,
Yüreğimde senin gibi bahar çiçeği var iken…
hüzün çiçeklerine neden yer olsun, diyor,
umut çiçekleri açılır oluyor içimde..
Geleceksin değil mi!..
Vadideki zambağım, hasret çiçeğim
Sevgilim ah sevgilim!...
9-
04.11.2001 Cide
Gülüm..
Yıllar sonra bu satırları okuduğunda ya da sana anlatıldığında
Kasım ayının yağmurlu bu sonbahar sabahı, Cide’den Ankara’ya
döndüğünü anımsayacak mısın, bilemiyorum…
Anımsaman için biraz ip ucu vermiş olayım düşüncesiyle yazıya
döküyorum..
“Midem ağrıyor!” diyordun… dilerim yolda rahatsız olmamışsındır.
Bu gelişinde, sahilde yürüdük ama, çay bahçeleri kapalı olduğundan
yaz aylarının çay içme, tavla, altmış altı oynama keyfimiz olmadı.
Ama sen yine de; ‘ sanrı gelini’, ‘ ben de bu yayladan şaha giderim!’
gibi türkülerinle, neşeliydin, neşeliydik sahilde. ..
Döküntünün biriyim,biliyorsun.
Evi derleyip toplamiş, düzene koymuştun… güzel günlerdi…
Ama ne çare ki, dokuz günlük bayram tatili bitiminde dönmek
zorundaydın…
Seni uğurlayıp, eve döndüğümde; evi boş, kendimi boşlukta his ettim…
öyle bir boştuk ki, giderek büyüyen, deniz dalyanıydı bekarhane…
İçimde oluşan dalyana gömülüp kayıp olacağımı sanıp titrer oldum..
Gülüm, ah gülüm!..
Bir kez daha anladım ki;
Kadınsız ev;
orasında, burasında çatlaklar oluşmuş,
baykuşlar yuva yapmış,
örümcekler ağını örmüş
Selçuklulardan kalma , terk edilmiş bir han gibisine geliyor insanın
Gülüm!..
tüm bu benzetmeleri bana düşündüren;
içime çöken hüzün ve içine düştüğüm boşluk…
Çok uzattım …
Gerçi hiçbir zaman okuyacağını sanmam…
gözlerimle görsem de inanmam…
Çünkü okumayı sevmiyorsun…
canan sağ olsun…
Hoşça kal gülüm!...
Denizden yansıdı güneş karaya
Yeşil tepeler bulutlarla bir araya
Bu yara benzemiyor başka yaraya
Gülüm bırakıp beni, gidiyor Ankara’ya
10-
05.11.2001 Cide
Monolog yoluyla
Öz eleştiri
Dün ve kaç gündür devam eden yağmurlardan sonra;
Limon ve kuru soğan sarılığında; ayva, nar rengiyle
ihlamur tadında, kaplıca ılıcalığında bir sonbahar günü.
İkindi güneşi alaca bulutları yanardöner’e boyamış
Deniz pembe tülle, yeşil yamaçlar mor örtüyle süslenmiş…
Güneş; mavilik ve yeşillik içinde;
Hz. İbrahim’i yakmayan bir ateş koru…
--Dokuz günlük bayram tatilinden sonra dün hatunum
Ankara’ya gitti…
Bugün sevgilim gelecek…
Gün9lerdir yolunu beklemekte olduğum;
Gönlümde kıvılcımlar yakan, sonbaharımı, ilkbahar eden
İkinci baharımı yaşatanım gelecek…
Bu yaşıma değin böylesi bir heyecan duygusu yaşamamışım…
17-18 yaşlarındaki bir delikanlının duyduğu heyecan ve acıyı;
Sevgilinin gelmesinin sevinci, gelmemesi duygusunun acısı…
Sevinci de, acısı da ne tatlıb.ir heyecandır o duygu…
-Evet ama; sonbaharı ilkbahar etmek, arada geçmiş olan koca
yaz mevsimini silmek, yaşanmamış hale getirmek mümkün mü!..
--Doğa bu!.. yaz ortası kar yağacağı gibi, sonbaharda kırların yeşerdiği,
kış mevsiminde ağaçların çiçek açtığı görülmüş,yaşanmış doğa halleridir…
-onlar doğanın doğa üstü halleridir…
-doğanın şaşkınlık hali mi yani…
-şaşkınlık demeyelim de, yine doğanın kendi içinde, başka etmenlerin
tesiriyle, oluşan ‘kırk yılda bir ‘denen türden görülen olay;
böyele arada bir piyango vurmuş gibi olsa da sonuçdeğişmiyor, mevsimler
yine kendi kurallarınca yürüyor…
-İyi ya ben de doğanın bu olabilirlik halini yaşıyor olamaz mıyım…
-Nasıl!... gönlünün bir anlık isteği ile yaşın elli ise yirmiye mi inecek..
bünyenin geride kalan azalarının enerjisi o denli artmış mı olacak…
-Doğa aşkta, sevgide… sınır tanımaz, biliriz…
Doğa olayının etmenlerinden söz ettiniz … benim de etmenim varsa
neden normalin dışına çıkmasın… benim etmenim, içimdeki sevgidir,
doğanın verdiği sevgi… bu sevginin yeşermesi için bir kıvılcım ister,
doğada yağmur ve güneş… insanda ise sevgilinin verdiği karşılık,
ondan gelen kıvılcımla bendeki sevginin kıvılcımlanması, yani aktifleşmesi
-Güzel de; 17-18 yaşlardaki bir delikanlının yaşamış olduğu, ki kendi-
nizin de o yaşlarda yaşamış olduğunuz gerçek heyecanı, bir hoş , deli
divana eden, derin duygu halini yaşayacağınızı sanıyor musunuz!...-
Yukarı da belirttiğim gibi, dağın içinde volkan varsa,
yan basınçlarla lavı dışa fışkırır…-Doğada her bitki meyvesini, verip
tohumunu döktükten sonra, geleceğin üretimini hemen o güz, o sonbahar
aylarından itibaren hazırlar,depolar… gelecek bahara saklar…
iklim koşullarını görünce harekete geçip varlığını göstermeye başlar..
-Sorumuzun yanıtı bu olmamalı… nevruz suyunun damarlarınıza yürüdüğü,
doğa ananın tılsımını içinize üflediği yılların duygusunu,heyecanı yaşayabilinir mi…
-Ben de diyorum ki doğada sevkinin ve aşkın sınırı ve
yaşı olmaz… yaşlı bir meyve ağacı da çiçeğini açıp meyvesini
verdiğine göre insanda da her yaşta sevgi ve aşk duygusu olacaktır…
ilk aşk duygusu kadar olur mu olmaz mı, sorusuna gelince ;
Neden olmasın ki… meyve olgunlaşınca kıvamını bulduğuna göre…
Hiç zorlamayınız, dünyanın dönüşünü, suyun akış yönünü
değiştirmeye tanrılar tanrısı Olimpos’taki
Yüce Zeusun da gücü yetmeyeceğine göre..
Bizimki’nin belki yeter…
Bizimki kurallarını koymuş , elini çekmiş…
koyduğu kurallar tıkırında yürüyor.
O’nun kuralları bir yana;
Bir de sosyal kurallar var, sosyal ve toplumsal kurallar kurumlar var…
Yani ben, sosyal kuralları kurumları çiğnemiş mi oluyorum…
Tersin biri miyim, trafiğin ters yönünden mi sürüyorum arabamı!..
Onu kendin değerlendireceksin;trafik levha ve kurallarına
dikkat edeceksin; aklını ve gönlünü birer kefeye koy tart;
bir de; kendi kararını bir tefeye; toplumun değer yargısını
diğer kefeye koymalısın-…
Şimdi gelecek olan sevgilime karşı, nasıl davranmalıyım,
toplumun değer yargısını düşünüp geri mi çevirmeliyim;
onun gururunun incinmesinin, bir anlamı, insani ve sosyal bir anlamı
bir değeri yok mudur…
Oturup iki laf edersek kıyamet mi kopar!...
Kopar mı, kopar!... toplumun kuralları çoğu kez acımasızdır…
Hele dedikodu, gıybet ise konu…
11-
06.11.2001 Cide
Sevgilim!..
Karadeniz kıyı iklimine akıl erdirme, ne zaman ne olacağını kestirmek
mümkün olmuyor..
Bir gün içinde; bir an bahar yağmuru, bir an yaz sıcağı… az sonra yağmur…
Güvenip deniz keyfi yaşayamıyorsunuz…
Örneğin; dün öylene değin sisi andıran bir kapalılık, öylen sonu mendil kadar,
el kadar bulut olmayan pırıl pırıl , güneşli maviş gök,,
ikindi saatlerinde gül pembesi mendili andıran bulutlarla süslüydü gök…
Ve bugün, inceden inceye, hanı ;
‘ahmak ıslatan!’ derler ya; öylesi , yumuşaktan dökülen yağmur denecikleriyle
güzel bir sonbahar günü keyfini yaşıyorum…
Öylesine hoşuma gidiyor ki; yağmur değil de, bulutların mutluluk veren
kudret suyu diyorum içimden…
Öyle ki;
Çıkıp, anadan doğma halimle sahil boyu yürümek isteği geçiyor içimden…
Evet, bu mübarek rahmet damlacıklarıyla yıkanayım, tenimin gözeneklerinden
tüm hücrelerime, damarlarımın içine nüfuz edip; ellilerde olan yaşımdan
yarısını silsin, kalan yarısını, nevzroz’un; gizemli sihirli bahar suyu ile yeşertsin…
Dahası;
Hücrelerimi, kanımı, ruhumu yıkayıp tüm kirlerden arındırıp anadan doğduğum anın,
günün arılığına, duruluğuna, kudret saflığına.. dönüştürsün istiyorum beni…
Kim istemez,kim dilemez ki…
Uzatmayayım;
Bu satırları karalamaktan başka;bolca okudum.
Kitap: Felek Name
Yazarı :Gülşehri
Konusu: tasavuf
İşte böyle…
Ya senin günün nasıl geçti, canını sıkan bir şey olmamıştır umarım…
Hoşça kal sevgilim!..
12-
07.11.2001 Cide
Sevgilim!..
Bugün öyle mutluyum ki!..
Güneşi daha güzel, çamları daha yeşil , rüzgarı okşayıcı
Hasılı doğayı, dünyayı, hayatı, yaşamı daha bir seviyorum bugün..
Kuşlar gibi iklimden iklime uçasım, arılar gibi çiçekten çiçeğe
konasım geliyor içimden…
On dört saat uyumuşum, uyandığımda kuşluk güneşi tüm güzelliği ile
odamın içindeydi… aklıma ilk gelen sen oldun; rüyalarımı süslemiştin…
Günlerdir gelmiyor olmanın özleminden olsa gerek…
Ve diyorum ki;
Senin olsun cismin bedenin
hayalindir bende ki varlık nedenin
kendinin olsun kalıbın gül tenin
Gidersen git, gelmezsen gelme
yeter ki ; hayalinden yoksun etme beni
yokluğun seni, bana daha yakın edendir..
Öyle ki Leyla olursun, Aslı han
Şirin can olursun
Sevgi bağımda incir dalında çiçeğim olursun…
Senin olsun cismin bedenin
hayalindir bendeki varlık nedenin
yokluk nedenin dayanılmaz sendeki nazdır
ne denli sevsem, ne denli övsem hayalini;
Ne denli uykusuz kalsam uğruna bana hazdır..
Bu kadar… hoşça kal!..
Sevgilim!..
13-
12.11.2001 Cide
Sevgilim!..
Şafak söküyor, mavi göğün ufukla birleştiği alan kırmızıya,
pembeye boyanmış…Martılar, yarı aydınlık sabahında
ciyak, ciyak barışmalarıyla uçuşuyorlar ilçenin üstünde
bir kötülüğe mi yormalı; hayırdır inşallah mı demeli..
Sevgilim;
Vazodaki bu çiçekleri ; kırlarda koparıp getireli iki hafta oluyor…
“Oldukları yerde kalsalardı … yazık!..” diyorsundur.
İnce duygulu oluşuna sevindim. Ama kırda ya kurur, ya bir mala,
ineğe yem olmaları olasılığını da düşünmeli…
Bakın burada hala güzellikleriyle evi süslüyor, varlık ve
güzellikleriyle bana mutluluk veriyorlar…
“ peki neden hala solmadılar! İlaç felan mı!..”
Evet gülüm, ilaç… ama bildiğine doğal nede
Fenni, kimyasal… Onları güzellikleriyle tutan sevgidir,sevgi…
Verdiğim ilaç, sevgimdir… seviyorum… kurularını alıyorum,
okşuyorum, sularını yeniliyorum… konuşuyorum…
Her şeyin ilacı sevgidir…
“Sevgi dediğin nedir!” diyecek, soracak gibisin…
Bilmediğinden değil de beni konuşturmak istiyorsun gibime geliyor…
Sevgilim!...
Sevgi, benim sana bu kelimeyle seslenmemden ibaret değildir.
Sevgi öyle gizemli bir güçtür ki!...
Yoku var eden gizemli güçtür;
Yani var eden güç ne ise sevgio dur… her şey ondan ibarettir…
Vesselam!..
Xxx
14-
14.11.2001 Cide
Sevgilim!..
Bugün yorgunum, solgunum, dargınım!...
Ne sana, ne başkasına…
“Kendim ettim, kendim buldum
Ey vah!.. ey vah!”
Diye bir halk türkümüz var ya!...
bugün aynen öyleyim!...
içmişim… hem de limitimi aşmışım…
neler, neler yaşamışım,çoğunu anımsamıyor
anımsadıklarımı da hayal meyal ,güya gibi…
Neden mi!.
Efkarımdan!...
Sevgilim!..
Sabah, sabah gördüğün gibi,
unutamayacağım çok kötü bir gece yaşamışım….
Cilt: 1
Sayfe: 85
15-
17.11.2001 Cide
Sevgilim!...
Doğa bir huzursuzluk içinde…
Rüzgar hırçın, ofluyor, üflüyor her yeri sallıyor;
Gözle görünmez haliyle gücünü, gücüyle varlığını göstermek
istiyorcasına tüm gücüyle üflüyor…
Deniz ondan da hırçın, yırtılıyor, önüne gelen her şeyi
Yutacak gibi saldırıyor, saldırı üstüne,saldırı…
kızgın, kükremiş yeleli aslanlar,
masallarda anlatılan ejderhaya kesilmiş deniz..
Bulutlar kara,kara; çirkin mi çirkin, buz, buzul yüklü
Gibi kurşuni bulutlar
Dağlar sise, bulutlara gömülü…
Çamlar kopacakmış gibi bir o yana, bir bu yana sallanıyor
Kızgınlık döneminde deki yılan sesiyle irkiltiyor çamlar otlar, ağaçlar…
Doğanın bu huzursuzluğu insanın üstüne bir yük gibi çöküyor…
Efkarlıydım!... Hafta sonuydu, yalnızdım…
Gideros’a gittim…
doğayla dertleşip üzerimdeki kasvet yükünü atayım istedim…
Ama doğa benden dertli, efkarlı; sinirli, benden stresliydi…
Anladım ki aramızda bir uyum olmayacak,
ben ondan, o benden sinirliydi.
“Ne ararsan kendinde ara!” felsefesiyle
Teselliyi , balıkçının meyhanesinde aldım…
Gideros denen yer bir koy, yanı denizin dar bir boğazdan girip
genişçe bir alanda kendine yer bulmasıyla oluşmuş bir kıyı doğa
layıdır ki;
Gideros bunların en ilginç örneklerinden biridir.
Uzatmayayım;
deniz,
rüzgar,
çam uğultularıyla harika bir doğa olayı vardı…
ve ben ; denizden kabarıp sahilevuran yeleli aslanlardan sağılan sütü,
saf sek aslan sütü içip, ben de aslan kesilmiş olarak, üstümdeki,
kasvet yükünü sıyırıp atarak, neşeyle döndüm.,..
Bu günümde böyle noktalandı…
16-
18.11.2001 Cide
Sevgilim!...
Vadideki zambak çiçeğim…
Kokusuna, nefesine, sohbetine hasret kaldığım…
Kalbim kadar, nabız atışlarım kadar yakınımda,içimdesin…
Yıldızlar kadar, galaksiler kadar uzağımdasın…
Hücrelerimdesin, hücrelerimin içinde hükümlüsün..
Hücreler maddenin, yanı organlarımızın temel taşlarıymış
Bilimciler daha neler diyorlar, biliyor musun
Hücreleri oluşturanın da atomcuklarmış, dahası
Atomların da çekirdeğinde protonlar, elektrnonlar
Nötron parçacıkları daha neler varmış…
Kalbimizin hücreleri içinde görülemeyen, ancak; varlığı yaşamakla bilen;
duygu denen, aşk denen, hissiyat denen; her canlıda var olan, varlığın
devamını sağlayan özelliklerinin olduğu da yaşanan gerçeklerdendir…
Sevgilim!
Uzatmaya, gevelemeye ne gerek… anlayacağın kalbimin hücreleri içinde,
‘hayalen tutuklusun’ demiştim ya, seni orada tutan işte; duygu, sevgi, aşk
denen görülemeyen gizemli güçtür… şimdi şu anda; o tutukluyla,yani ;
tutuklu olan hayalinle, duygumun konuşmalarını, görüşmelerini
aktarmaya gayret edeceem!..
“ Balzak’ın, Vadideki Zambak’ını bitirdin mi… bravo… okuyanı severim…
böylesi bir sevgilim olduğu içim mutluluğum katlanmaktadır… Şimdi ;
Çalı Kuşu, Madam Bovari sıradalar…Şunlar mi 5 cilt dünya mizahlarından
Seçmeler…Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’den de parçalar var...Çay mı, alırım tabii
hele sevgilimin elinden olursa… Bırak şu sigarayı aşkım… bak dişlerin sararmış…
saçının renginin matlaşmış olması da sigaradan olsa gerek…
Dün sahile indiğimde, arandım, bakındım yoktun…Oysa bir çay bahçesinde oturup
sohbet ederek güneşin denizde batışını…O anda oluşan muhteşem renk cümbüşü
doğa harikasını izlemeyi öyle çok istiyordum ki!..
Yoktun, yoktun, yok oğlu yoktun… ama olsundu!..hayalinle baş başa olmanın
Çaylarımızı yudumlayarak, güneşin buhurdanlı batım ufkundaki büyüleyici halini
izlemenin keyfini yaşamış olduk…
Görüyorsun, işim hep hayallerle… dedim ya;
kalbim kadar yakınımdasın, içimdesin…Yıldızlar, galaksiler kadar uzağımdasın…
En kısa zamanda hayal ötesinde buluşabilme umuduyla…
Hoşça kal…
Sevgilim, vadideki zambağım…
17-
19.11.2001 Cide
Sevgilim!..
Her gün, her an; görünüm de diğer günlerden, akıp giden anlardan
Faklı olmasalar da; yaşamın içine indiğimizde göreceğimiz;
her günün, atıp giden her anın; milyonlarcası için; mutluluktan yana
unutulmayan, unutulası istenmeyen gün ve anılarak;
milyonlarcası için ise kederden, acıdan yana unutulmayan değil;
anımsanması istenmenen, lanetlenesi gün ve anı kalacak türden
hayatın acı gerçekleridir…
altı-yedi milyarlık insanıyla tüm dünya bazında olduğu gibi:
Cide’mizde de her insanın bir yaşam, bir hayat gerçeğinde olduğu gibi
Örneğin bu günü mutlulukla geçirenlerimiz olduğu, yarınlarda da hep
keyifle anımsanacak günü anı olduğu gibi;
Bundan 20 gün önce İlçe kaymakamlığına atanan arkadaşın;
eşi ve çocuklarıyla gelirken, akşamın karanlığında arabasıyla
denize düşmeleriyle kendisi ve iki çocuğu kurtulup eşi
Rabia Hanımın bulunamamasıyla; o aile için; o gün, o an ;
acı ve kederiyle anımsanmak değil, lanetlenesi gün ve an olarak akıp gitmiş
hayatın acı bir gerçeği olarak, mazide kalıp külleneceklerden…
Ateş düştüğü yeri yakarmış..
Hatun kişiye rahmet; kalanlarına sabır dilemekten başka…
Ne dene bilinir, ne edilebilir ki…
Sevgilim!..
Benim için ise; orta şekerli… renksiz bir gün …
Hep olduğu gibi ; okumakla, yazıp çizmekle akıp gidiyor…
Hoşça kal!.. hoşça…
18-
20.11. 2001 Cide
Gülüm!..
Günaydın gülüm!..
Ay gülüm, gülüm… atmışsın beni gurbet ellere
Esir etmişsin inleyen sarı tellere, hasretlere
Karadeniz’den meltem, meltem esen yellere
Yüreğimin kılcallarından gelen acı sızıya
Damarlarımda depreşen taşan sellere
Ah gülüm, gülüm!..
Nedendir bunca kahrın, bunca inadın
Nedeni nedir ettiğin bana bunca kahır, bunca zulüm
Güdür mü olacaksın, yoksa genel müdür mü
Olsan da na yazar ay gülüm
Senin en yüce yerin, erişilmez makamın, köşkün,
Sarayın benim gönlümdür…,
Gel ona ellere talan ettirme
Gel otuz yıllık yaşamımız yalan ettirme
Gel beni sana, seni bana kurt yılan, çayan ettirme..
Biliyorum şu dünyada hiçbir şey baki kalmaz
Hiçbir koku gülün kokusunun yerini almaz
Gülüm, gülüm!..
Aklını başına topla; unutma uçacak olursa bir kez
Dönüşü olmaz olur senin gönlü kırık bu bülbülün!...
Hoşça kal gülüm gülüm!..
19-
20.11. 2001 Cide
Sevgilim!..
Masamda çorba ve balık vardı akşam servisimde…
sen de vardın ama hiç yemedin; hep bana yedirdin
yavrular yesin diye yemeyen anneler gibiydin.
Ben de yemek için yaşıyormuşum gibiydim…
Midemin yorgunluğundan okumaya, yazmaya
kafam çalışmaz olunca;
“Bari bir çay demle!” dedin, yanımdaymışsın gibi.
Benim de canıma minnetti; akşam, akşam birlikte çay içme
keyfini yaşamanın heyecanıyla bir çay demledim ki…
Nar çiçeği sevgilim için, nar suyu renginde ve kıvamında
Tv. 7 kanalında Kemal Sunal’ın bir filmini izliyorum…
Bir taraftan da arayacakmışsın gibi bir kulağım kapuda,
Bir kulağım telefonda… bekle oğlum bekle; daha çok beler;
daha çok bekletilirsin…
Derken çay kıvamını aldı, içme vakti geldi…
Masada iki bardak, iki nevale tabağı var; ama sen yoksun.
Baktım ne geleceğin, ne arayacağın var!...
Gerçi, kendin için değil, her şey baştan beri hayalin içindi ya…
Yine de aklım ve mantığım;
kabarmış hindiye dönmüş gönlüme laf geçiremiyor, söz
dinletemiyordu. İştahım ve içme isteğim de; gönlümün tarafını
tutar oldular. Anladım ki; boğazımdan geçmeyecek;
kalktım ,camdan yollara baktım, baktım; haber salacağım bir sinek,
bir kuş göremeyince, telefonu aldım elime; aldım ama ellerim titredi…
Aklım ve mantığım;
“ olmaz, olmaz, bu saatte olmaz!” deyip, çıkışınca;
Kalbin de biraz gerileyince, telefonu bıraktım, elimi demliğe atacak
Oldum, bu kez gönlüm ve boğazım;
“ acelen ne!..” demesinler mi… elimi çektim…
Balkona çıkıp rüzgara söyleyeyim istedim, tersine esinti yoktu…
Sanki, her şey, söz birliği yapmışlar da gelmeni, ve aramamı istemiyor
gibiydiler…
Oysa ben; gönlümün gönlünü görmek, hatırını kırmak istemiyordum,
bedeninle, hayalini buluşturmak, birleştirmek istiyordum…
Bu duyguyla tekrar telefona sarıldım;
“Uyumuştur, seviyorsan uyarma, belki de srüyada içiyordur!”
dediler muhalifler…
Yine elimi çektim, tel’den…
demliyi alacak oldum; bu kez gönlüm, gönüllendi…
Böyle, böyle, iki ara, bir derede kalmış oldum…
karar vermek üzere biraz düşünecek oldum…
Baktım film bitmiş , çay da soğumuş…
Sahi saat kaç!..
İşte böyle sevgilim ;
Bana demlettiğin;
heyecanla demlediğim çayı içirmedin…
Canın sağ olsun…
Hoşça kal!
20-
01. 12. 2001 C i d e
Sevgilim!..
Somut bir nedeni yok…
Bakışlarının hep yollara kaymakta olduğu hissi uyandı içimden
Gözlerinin yollara bakmaktan ; umut kırıklığıyla yorulmasına dayanamam.
Yazacak güzel bir şey bulamıyorum.
Dünyanın hali belli. Adı konmamış çatışmalarda, iş ve trafik kazalarında, hala çaresi ulunamamış,önüne geçilemeyen ölümle sonlanan hastalıklardan,
Ölümlerden, sakat kalmalardan başka, en azında …
Hasılı, hayat madalyonunun bir yüzü böyle ki; tüm dünya bazında ….
Bunlar, hem yazan içi, hem okuyan için moral bozmaktan başka bir anlamı
yok düşüncesiyle; tablonun diğer yüzüne bakalım diyorum..