8
Yorum
28
Beğeni
4,7
Puan
769
Okunma

Çok iyi hatırlamasaydım keşke
Seni o işlemeli, uzun balkonu olan sarı bir evin avlusunda bıraktım...
Sabahın yüzü suyu hürmetine,
Hem geceyle gündüzün bitmeyen kavgasını ayırıp, hem bir taraftan da ince bilekleriyle maziyi bugüne doğru çekiştiren annen, yüksek perdeden açıyor güneşliği
Azalmayan bir hevese çapak tutan iri gözlerini acıtıyor aydınlık
Korkaklığın gölgesi gibi zamanla kaybolacak olan doğum lekeni , her gün başka bir şeye benzetiyorsun
Bir kabahat, hiç vazgeçmeyeceğin bir aldanış gibi gülerek dinlemeyi de o kadından öğrendin
Küçük camların hep açık kaldığı, yedek anahtarların olmadığı bir başına bırakılmış bir mahalle
Gevrek bir yaz günü diye neredeyse aynı boyda olduğun bir çiftli ekmeğin ucunu kemiriyorsun
İlla ki bir harfinin kusurlu olduğu el boyama bir Bakkaliye tabelasının altında, tiril tiril elbisesinde güneşi istifleyen o kız
Sen ise kaçmış bir ilmeği gizliyorsun hem de kazağının en belirgin yerinde
Onun ağzından sende böyle eğreti duran ismin ne güzel çıkıyordu bi baksana şuna
Aşk dediğin tok karnına günün her saati tüketilebilecekken
Ecza lastiğiyle topladığı ve kimden kıskandığını bilmediğin o kıvırcık saçlarının muadili yoktu sana kalırsa
Senden on yedi yaş büyük olması bir gönül münasebetine engel değilse bile, yine de acil şifalar dilemen gerekiyordu kendine
Seninse bit tarağından kafa derin yüzülmüşken ama Yakari’den dolayı haklı buluyorken Kızılderilileri
Gönlünün biraz olsun soğuması adına, elinde oralatten icat ettiğin dondurma
Kendini dondurma arabası sanan Deli Fikret "külahları değişiriz bak" diye bağırıyordu yanından geçerken
İçi baştan sona mürekkep şişesi kesiği olan avuçlarınla çeşmeden içtiğin okunmuş su
Bir taraftan da pamuk şekerine bağlı yapış yapış bir mutluluk peşindesin yine
Hiç olmadı patlayan şekerin şarapnel parçaları dilinin ucuna değse de yeterdi
Fruko kapağı dediğin en havalı yeşil apolettir belki de göğsünde
Bayramın ayakkabı boyası sandığında "Aşktan da Üstün" yazan ciltleri cılız, kapağı küflü bir fotoroman
Sözüm söz diyorsun Derya Baykal’ı görene kadar, vallahi bırakacağım yerine
Ve yıllar sonra Ferhan Şensoy’dan okuyarak nedense övüneceksin, görüp de Ayı oynatıcısının kızının sana mahcup bakışlarını
Bir daha da göremedin tabi, o zamanlar burnu halkalı bir sevdaya çok az rastlanırdı
Kız kaçıranı fazla kaçırmışsınız Bayram’la, o sonu torpili atmayacaktınız
Ihlamur ağacının altında Raks sponsorluğunda bir seyyar kaset arabası, Alpay’dan "Neptün’lü Sevgilim" çalıyordu,
Bu şarkıyı dinlemek Dünya atmosferinden etkilenen her sevgilinin hakkıydı
Toplum değerlerine aykırı her şeye bayılıyordun
Sokağa ütülü pantolonla çıkıp sana göre en fiyakalı halinle, bir köşeye atılanın, çalı çırpının, hurdaya ayrılmışın yanında buluyordun kendini
Hatırlasana bir dal kırığından orman çıkarırdın, asma çürüğü kokan o arka bahçelerde
Yağmur yemiş, çiy içmiş, zamanından erken uyanmış o ağaçtan öğrendin gide gele yalnız ardıç tanıklığını
Suçlamamayı, yargılamamayı, tek başına ve dimdik durmayı
Eşhedü demeyi, ben şahidim....
Elif Bâ ’yı boyundan yüksek bir yere bırakmaya çalışırken , annen gururlu baban öfkeli
"Das Kapitale el basarım ki" diyor, " Bu adamlar milyon yıllık yalancılar"..
Yüzüne üflenen dualarla duvardaki kireçle çizilmiş orak çekiçe bakıyordun
Ve yıllar sonra bile kızgındır baban Aşkın Nur Yengi’ye, neden Elvan Gazoz varken Coca Cola’ya üfledi diye
Dökülmüş dişleri gülüşünü saklarken, plakçaların iğnesini yakasına takar şarkılar söylerdi Müzikhol Veysel, elinde saplı bir radyo aynı frekansta kalalım diye
Biliyordun ki zamanında eğer o yayın akışından kan anonsu yapılmasaydı şimdi kan akışın da olmayacaktı
Siz henüz çakmak taşı dönemindeyken, tam da yazın ortasında gönlünden geçenler dış güçlerin saldırısına uğramıştı
Almanya’dan gelen ve dudak uçuklatan güzellikteki o kız paten diye bir şey getirip çağ atlatmıştı mahalleye
Anlıyordun ki tarih tekerlekten ibaretti..
Bir emekli öğretmen para karşılığı sonu mutlu biten şiirler yazardı, "Aman efendim derdi, ne anlatacaksınız ki bu zır cahillere"
Belki de eşi Dilsiz Tülay teyzenin hepinizden daha çok anlatacak şeyi vardı
Zaten siz hiç boynundan öpülmemişlere Göğe Bakma Durağı da fazlaydı
Sonra Garaj Kahvesinin önünde beklerdin saatlerce, illa ki sana kakao ısmarlayan biri çıkardı
Onlara da çay ama Ajda bardağında, yaşlanma karşıtı ve kırışıklıklarda yüzde yüze vuran azalmayla
Ölesiye kıskanırdın bir yere gidip bir yerden dönenleri
Islığı beceremediğin için Karahindiba’dan yaptığın siren sesiyle, şehre kıyısı olmasına rağmen unutulan bir Denize
yelken açardın sol kürek kemiğinle
Rüzgarlarla konuşurdun ellerinde yosun kokusu, ufuk çizgisiyle çizerdin önemli yerlerin altını
Pusulan ; karasuların ne olduğundan habersiz ölü yıldızların suya yansımasıydı
Döndüğünde sen de ev de karanlığa kalmıştı
Aralarından yüksek gerilim hattı geçen sevgililerin isimlerinin kazındığı o ahşap direklerden kesmişlerdi elektriğinizi
Mum çiçekleri açıyordu sigara söndürme izi kalmış çay altlıklarında
Tüplü televizyon değil ama aklın atom karıncalanıyordu
Söyle şimdi sensiz nasıl atlatacaktı Michael Knight bir macerayı daha
Ve o zifiri karanlıklardan el yordamıyla kaç kez kalkıp kaç kez bütün fazlalıkları doldurup içine, ağlayarak hazırladı o tahta valizi o kadın
Ve her defasında dönüşü gidişinden daha yorgundu...
Güneşten arda kalan zamanlardı bunlar
Sabunlu sular akıyordu sokaklarda, bu zifte bulanmış iki yüzlülük dediğin kolay kolay çıkmazdı
Kime neydi ki asfalt yağlarından çizdiğin Gökkuşağı
Hem kimliği belirsiz bir bilgin söylemiş "Umudun rengi siyahtır ve gün geçtikçe daha da kararır"
Yağmur yağıyor seller akıyor, arap kızı Mabel sakızdan bakıyordu
Yıllar sonra yanına Matiz’i de ekleyip, bir hayal burkacaktın en sol yerinden...
Ortada vurmaç oyununda can verdiğin o kızı saymazsak Allah’ın hakkı üçtü, bu bilgi okul öncesi eğitim için gayet yeterliydi
Yani okul çanları senin için çalıyordu
Kara önlüğünü giyip takmıştın omzuna haki yeşil postacı çantanı,
Harfleri tanımaktaki ilk amacın başıboş dolaşan kuşlarla hapishanelere mektup taşımaktı
Yani Uçurtmayı Vurmasınlar demek bile eğitim müfredatına aykırıydı
O ayaza çeken sabahlarda hep aynı yerden giderdin okula
O yaşlı ağacın yüzündeki kırışıklıkların sebebi ağaç kakanlardı
Kanınızın birbirine geçtiği tek dostun apar topar gitti bir Pazar sabahı kamyon kasasına tutunarak
Sana zamanla çürüyüp hükmünü kaybedecek bir yemin kaldı
Bir de "Güzel günlerin geleceği yok, bari kalk biz gidelim" diyen bir kamyon arkası yazısı
Çok geçmeden yenilen tokadın kimsenin hesabını sormadığı arka sıralardaydın
"Parasız yatılı" gitmesen de okul hayatının özeti gibiydi
Size eğitim aşılamaya çalışan öğretmeninizin gücü o doktor çocuğunu terbiye etmeye yetmiyordu
Yani zihin kirliliği ve çıkar hastalıkları kendine girebilecek bir damar yolu bulabiliyordu
Büyüyünce ne olacaksın sorusuna Sergei Krikalev cevabını veriyordun
Çünkü o "Dünyanın bütün renklerini görebilmek için Dünyanın dışına çıkmak gerek" demişti
Senin de ayakların yere basmıyordu, yani en az Uzay’da unutulan o adam kadar etkileniyordun yerçekiminden ..
Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak dersinde şahadet parmağını kaldırıp söz istiyordun
Yaradılış demişken kaburga eğrisi kadın ve erkek arasındaki rekabeti arttırıyor, sen sevap ortalamasının altında kalmak istemiyordun
İnsan olmayı öğrenmeye çalıştığınız biyoloji dersinde DNA’lar modifiye edilirken,
Solcu abiler ise yine geçirgen olmayan hücre duvarına "Tek yol Evrim" yazıyordu
Kar yağışının bütün sesleri emdiği bir gündü
Bembeyaz mazeretleriniz vardı o akşam özelinde işçi çocukları olarak
Ablanla beraber bütün gün vitrindeki kar tozlarına dokunup , kartpostallardaki simlere inanamamıştınız
O gece Yılbaşı gecesiydi, Yılbaşı gecesi Bir Başka Geceydi..
Ön yargılarını kırıp ateşe attığın ama yine de çok üşüdüğün o soğuk akşamda Ateş Böceği Mezarlığını ziyaret ettin, bir Fatiha’yı çok görmemiştin Sestsuko’ya
Kafanı yukarı kaldırdığında Apollo 13’ün teybinde "İçim yanar" çalıyordu ve bunun tek sebebi oksijen tankındaki patlama değildi..
Bir hiçliğe doğru sürüklenmek belki de yaşanacaklar için bir Spoiler’dı..
Başından beri dahil olamasan da bu kurguya, en büyük hayalin hep en iyi yardımcı erkek oyuncu olmaktı..
Yazılanı anlamanın kalbinde açtığı çukur, şimdi sen söyle neyle kapanacaktı
İlk defa gözlerini değdirdiğin o kitapta "Bütün fenler madem bizim Kuran’dan çıktı, biz niye anlamadık da gavurlara kaptırdık" diyordu
Yan taraftaki atölyeden gelen seslerle yaptığın mobilya artığı oyuncaklara sarılıyordun
Kurşun asker kadar olmasa da tetikte bekliyordun ve sokaktan gelen taze sıkılmış mermi sesleri
Gözlerin kapanırken sanki Bekçi Murtaza’nın düdüğünün huzuruydu nefesini normale döndüren
Pelüş bir battaniye ve kararmış kiremitlerin üzerinden topladığın kuş tüylerinden yastık...
Elinden bir daha hiç düşmeyecek olan karikatür dergilerinin birinde yaşıyordun sanki
Avanak Avni olmayı bile göze alarak
O ön sıradaki kıza hiç fark ettirmeden ne kadar uzun süre bakabiliyorsan o kadar bakıyordun
Uzun kirpiklerinin sakladıkları belki de en kusursuz güzellikteki yenilgindi
Hayattaki bütün şansını kullanıp yılbaşı çekilişinde o çıkmıştı sana
Tam da gerçek manasıyla evden çalıp müzik kutusunu hediye etmiştin
Bilmiyordun ki ilk ve son yalanı kendine söyleyecektin
Çocukluğum ;
Affet beni n’olur sana sırtımı dönüp gitmekten başka çarem kalmamıştı
Şimdi dudağımın kenarında bir asma kilit, bu gülüş benim değil
Bir şey değil artık ağlamanın verdiği kuvvetten de yoksunum
Bir çingenenin at arabasının arkasına sarkan çocukların birinde kaldı kanımın sıcaklığı
Aslında ihmal ettiğim bütün sarılmalar seneye kavuşuruz payıydı
Haksız yere çarptığım kapıların ardından gelen çığlıklar çınlıyor kulaklarımda
Senin bir suçun yok inan, uçmak isteyen kurbağayı ben bıraktım orda
Canın ne kadar yanacak diye düşünmeden zamandan söküp alsaydım seni keşke
İnan bize en uygun geçmişler tasarlayıp durdum gecelerce
Yürümeyi ben öğretseydim sana keşke, kimseye bağlı kalmadan serin bir karanlığa doğru yürümeyi
Anla beni n’olur, cebimde açık kalmış bir dolma kalemin bulaştığı parmaklarımla lehimliyorum yanlış yazılmış bir öyküyü
Şiir dediğin ise zaten müthiş bir zaman kaybıdır artık
Kağıt toplayıcısı bir çocuk kiloyla satıyor Özdemir Asaf’ın hislerini
Şiir dediğin artık güncelleme kaldırmayan eski bir sürümüdür duyguların
Bugünlerde sakal tıraşına karşı olan bir delinin rüyalarında geziniyorum
Yüzümün yarısı uyuşuyor bazı geceler, o şarkının gözlerimi acıtan alarm ışığıyla uyanıyorum ;
"Çabuk sön yetim yıldız dal derinlere, kıyamet sen de kop kopacaksan.....
Şimdi eski bir fotoğrafın kırılan yerine denk gelen yüzünün yansıması, artık soluk bir anatomi hatırasıdır
Son bir kez daha görmek isterdim ama seni
Sana "Korkma Ben Varım" deyip,
Göz kapağından, kalp kapağından ve diz kapağından öpüp gidecektim sonra.....
Çocukluğuma//12ikibinyirmidört
5.0
86% (6)
3.0
14% (1)