14
Yorum
36
Beğeni
4,8
Puan
1743
Okunma

Pişmanlığımız unutulmasın diye kuruyup ufalmış o fotoğrafın arkasına attığımız tarih ; Ekim/93
En çok da avuç içinle gülmeni saklaman, çarpık dişlerin, kocaman gözlerin ve aşı izin benziyordu bana
Zamanın gerisinde kalmayı bölüşen iki çocuk
Ağaç kabuklarıyla örülmüş o ev
Kandırılmanın boynunun vurulduğu giyotinli ahşap camlar
Hep açık kalacak olan yaralarına bastığın sargı bezlerinden muska senin boynunda
Bize yasak olan misafir odasının vitrin camlarında,gizlice kulağımızı dayadığımız o deniz kabuklarının büyülü sesi
Sen kireçli duvarları kolonya eklediğimiz ispirtolu kalemle karalardın, benim cebimde yeterince uzun bir masal yazamadığım için tükenmez kalem
Verdiği aydınlığa uygun ödeme koşulları sağlayan isli bir lamba
Bakışlarımız ışıl ışıl kelebek tozu
Ve odaların tamamı tıka basa çocuk rüyalarıyla doluydu
Sonra o ayçiçeği tarlalı yatak örtülerinde yüzümüz Güneş’e değil Ay’a dönük yine,
Uyku denilen sığınaktan her çıktığımızda, aslında ölümden döndüğümüzü umursamadan kaldırıyorduk göz kapaklarımızı
Çay suyunun ocağa koyulma sesi..
Önü açılmış ayakkabalarımızla toptan fiyatına perakende bir çabayla minibüs arkasındaki kutu bisküvilerin peşinden koşardık
Üstümüz başımız az önce kurutulmuş kıyafet kokardı
Kollarımızda daha yeni odun taşımanın izleri
Hazırlıksız yakalandığımız her kışa deli gibi seviniyorduk yine
Yaşlı bir kadın yün eğiriyor kucağında, onun kokusundan provasız bir hırka omuzumda
Bundan sonrası onun için ; ellerini aynı hizada uzatıp saatlerce çile doldurmaktır yanlış örülü birbirine girmiş damarları
Düğmesi kerpetenle çevrilen bir radyoda "Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm" çalıyordu
Soba arkası minderde, seninle aramıza en somut anlamda bir tek kara kedi girerdi
Biz ki korkuluğun en iyi arkadaşıydık ve kılavuzumuz kargaydı
Sen değil miydin biraz daha yaşaması için, kirpinin çektiği dikenlerden atlayıp, merdiven altına suyunu emmiş ekmek bırakan.?
Ve hazır telleri paslı mandallardan voltranı oluşturmuşken, Uzay boşluğundan çektiğimiz mavi ipi samanlığa bağlamıştık
Neticede salıncakta belli bir yüksekliğe ulaşmak, gece olduğunda Samanyolunda yıldız aramaya benzer
Neyse ki Evrenin acımasız yasalarına yaşımız tutmuyordu daha
Ki bence de maneviyat için en hakiki mürşid ilimdi ama,
30 eşit parçaya bölünen toplam sevabımız, kenarları kıvrılmış bir cûzun arasında bırakılmıştı
Zaten pek ilahi bir teslimiyetle gitmediğimiz Kur’an kursundan kaçmıştık o cuma günü
İçimizde dört rekat eksik kılmanın huzursuzluğu ve kekeme Burhan’ın Sübhaneke’yi daha uzun okuyarak Allah’a bizden daha yakın olduğu kıskançlığı vardı
Bizim aklımızda maalesef dualar değilde Yunus Emre’nin ; "Türlü türlü cefanın adını aşk koymuşlar" cümlesi kaldı
Yoksa çocuk sabırsızlığıyla koşup, gurbetçi güzeli olan o kızın uçuşan eteklerine ağırlık olsun diye bırakır mıydık o erik çiçeklerini
Üstelik yüzüne bir kereden fazla bakmaya utanarak
Ve sonra "Bir yanlışımız olduysa nefs-i müsamaha" diyerek, hiç o kadar hızlı inmemiştik Çakal Yolunu
Karşımızda dağı yırtarak çıkan uçsuz bucaksız bir özgürlük yeşili
Asfaltta recm edilenleri göremediğimiz bir köyün henüz modern çağla buluşamadığına ne sevinmiştik
Ağaç bir oluktan akan su yüzümüzü kesiyordu
O çınarın gölgesinde ağustos sıcağında kana kana yemin içmiştik
Dağ çileği karışıyordu damarlarımıza
Babadan kalma ispanyol paçalarımız ağırlaşıyordu nehrin içinde, onlar gibi akıntıya karşı yürüyorduk
İstersek eğer gözümüzü kırpmadan bakarsak suya, zamanı tersine akıtabildiğimiz o asma köprünün tam ortasındaydık
Ve o kurulukta çürümeye bırakılan sarı posta bisikletiyle, birgün ucu yanık romantik teminat mektupları bırakacaktık herkese
Tercih edeceğimiz yollar henüz istimlak edilmemişti
"Like" amacı güdülmeksizin seviliyordu hayvanlar ve sürü psikolojisiyle sürüklenmiyorduk uçurumlara...
Daha ilk yıllarında okulun, yan çizmeyi öğretirlerken hani
"Benim çizgim de yok sınırım da" diyerek, devlet zorunluluğu süresi kadar dayanabildin eğitim öğretim hayatına
Ben devam ettim ama daha çok içimden okumaya
Zaten bit kontrollerini protesto etmek adına bir ustura marifetsizliği saçlarında
Bendeki anlamsız aydınlanmanın sebebi, sanırım kafamı gaz yağıyla yıkamalarıydı
Belimize taktığımız Hayat Bilgisi defteri, ilk ateşsiz silahımızdı
Başkalarının çerçeveletip astığı bütün başarılardan utandık
Sonra sanayii çocuğunun gres yağlı ellerinde şartlı tahliye kağıdı
Kirli bezle silerken yüzünü, bütün derdin temyize gönderilen her karar sonrası temiz bir sayfa açmaktı
Zaten ne zaman kolları sıvasan nabza göre jilet verenler yanında oldu
Uzun kollu deli gömleği senin kesiklerini, benim ince bileklerimi gizlerdi
Ve bir akşam rutin kontrollerin birinde, parmak dibinden ucunu geçecek kadar sustalı vardı çakmak cebinde
Sus-payı denilen şey bazen ; geri alacak sözüm kalmasın diye doğrulara kapayacak kadar ağzını bıçak açmamasıydı
Eve döndüğümüzde "Abi demiştin nolur bir hikaye anlat, sigaranın parlak kağıdını biriktirdiğimiz günler hatrına"
Ve sonra bir paket Maltepe bitene kadar senden dinledim o kadını
Tutuşan kirpiklerine değmeyecek biri için tam 17 defa eğilip ocaktan yaktın sigaranı
Sonra bir gece bu defa benim için, uyandığında o kız görsün diye
Durak bilboardlarına "Seni aşırı özledim" yazmak uğruna, kelepir fiyatına çalıntı bir motorla kaçmıştık aynasızlardan
En çok da ayna tuttuğumuz evler küçümsedi bizi, biz büyümüştük de sen kabul etmedin aslında
En zorundan başlayalım derken kolayını görecek zamanımız olmadı belkide
Hurdacıya sattığımız demirler , ileride başımıza yıkılacak olan bu şehrin taşıyıcı kolonlarıymış meğer
Birbirimizin eskilerini giyiyor, cahilliğimiz bayramdan bayrama yüzümüze vuruluyordu ama
Yine de yepisyeni beklentiler vardı yaka cebimizde
Bir de gıcır gıcır bir banknot kesiği gururumuzda
Oysa onlar diyene kadar, yani 421 milyon kalp atışı para çıkmamıştı ağzımızdan
Bir bayram sabahı geleneği değilse bile, dedemin dinamit lokumlarıyla uyandırdığını biliyorum dere yatağındaki yavru balıkları
Belki Nobel’i haketmedim ama vücut bütünlüğümün %60’ı su olan kısmında saklıyorum hala onları
Zaten insan uydurması olan bu merasimlerin tüm dinamikleriyle oynuyorduk
İki metre önümüzü göremeyecek kadar sisliydi kaderin yarattığı hava
Biz ise emniyet kemerinin tokasıyla açıyorduk Marmara 34’leri, ölümcül bir kazaya sebebiyet vermemek adına,
Yani davul bile dengi dengineydi de biz zil-zurna sarhoştuk...
Bir vardiya geçişinin kötürüm ikindisinde geldi haberin..
Sonrası o yapış yapış korkaklığın saklandığı yerden çıkması, itiraz edememe alışkanlığı, sonrası bağrına basmak tüm yasakları
Meğer hiç bir numaramız yokmuş bizim
Ulan bu kadar da yanılmış olamayız, nasıl acemisi kaldık bu oyunların
Nasıl da hiç tereddüt etmeden o hevesleri kopardılar göz bebeklerimizden
Kapladığım bir yer yokmuş benim meğer, şu eğreti görüntüm aynanın çatlayan yerleriymiş hepi topu..
Bomboş nasihatlara dayamışız sırtımızı
Para edecek bir şeyleri biriktirmek için geç kalmışız
Dile kolay dediğim ne varsa genzimde takıldı kaldı
Yalan söyleyerek iyileştirdikleri ne varsa, aynı yerden daha kötü hastalandım
Bildiğim hiç birşey yokmuş aslında, bu dekor falan hep geçiciymiş, nasıl kandırdık böyle kendimizi
Cesaretsizliğimin değişmez sembolü olsun hala yaşıyor olmam
Hayatla alay edecek kimse kalmadı yanımda iyi mi.?
Utanan aşkları geri dönemeyeceğimiz kadar çok eski bir yerde bıraktık
Şimdi hangimiz daha deli diye bahse girdiğin o esmer kız kaybetti ama yine o haklı çıktı ; "Ölüm var"..
Üstelik çocuk emanet eder gibi bir şarkı bıraktın bana "Yalanmış, ziyanmış hayat deyip gitme"...
Senden kalan siyah bir kaban üzerimde, bembeyaz bir koridor..
Kara tırpan bir gece
Otopsi ışıkları, donuk bakışlarında morg soğukluğu..
Modern tıpın başa çıkabileceği bir şey değil bu anlamıyorlar, bazı kabuk bağlamayan yaralar öpünce geçiyor..
Şimdi bu zehirli otlar arasından geçip, göğsümden gitmeyen şu ıslıkla, bir başıma çıkamam ben o çakal yolunu
Cılız köklerinden çürüdü boşuna yaşlandığını anlayan o çınar
Ekmeğimizi taştan çıkardığımız o değirmeni öğüttüler
Hafriyat çalışmalarından dolayı toz kapladı üstünü orman masallarının
Resmi makamlar gereğince kayyım atandı gelincik bahçelerine
Söyle nereye gideyim ben şimdi yarısı bende kalmış bir yeminle
Bakarsın 93 yazına açarız gözlerimizi yine bir dinamit sesiyle
O tahta kapıları sökeriz yerinden
Bir kuyruklu yıldızın peşinden koşarız
Kırılmış marleylerin altından çıkarırız herkesten sakladıklarımızı
Saksılarını kırıp özgürlüğe kavuştururuz kartopu çiçeklerini
Şimdi anlarım bir annenin neden pencere gerisinden izlediğini hayatı
Hatır gönül neden silikleşiyor gözlerinde
Neden kara bir çarşaf serdiğini geleceğine
Duvardan sökülmüş sıvaları neden sakladığını anlarım
Neden artık ekmek yapmayı bıraktığını
Kimseye göstermeden kesik kesik ağladığını
Anlarım.....
Keşke hiç bulamasaydım adımı üzerine oyduğun o ağaç anahtarlığı
Ama yerine bırakacağım merak etme
O parçalanmış ayakkabıları merdiven altına
O kısa sigarayı kırılmış briketlerin arasına
Gülüşünü kapı ağzına, çakmak taşlarını yatağının altına
Ve o olmamış erikleri koynuna bırakıp uzaklaşacağım parmak uçlarımla..
Öyle özlüyorum ki seni
Öyle olsun;
Hem çok geçmez belki bende gelirim oralara
Bütün kanımı mahçup bir çocuğa bağışlayarak
Aynı baktığımızı unutmadan
En bağışlanmaz günahlara sahip çıkarak, dahası nefesi duadan koparır gibi
"Bu saatte kim gelir ki " dediklerinde
Ortaçağdan kalma saçma sapan bir öfkeyle
Soysuz linçlerle geçilmişken üzerimden gelirim yanına merak etme...
Aynı hep söylediğin gibi "köyünün yağmurlarında" yıkadılar seni..
Toprağın o müdanasız yüzüyle yaptığımız ne varsa eriyip gitti
Dönemin sahte hüzünlerinden bir deri yığıntısı kalabalık
Rahmet eylenmesini çok görmek ilk kimin aklına geldi.?
O tüfeğin katranlaşmış yivinde döndükçe namlunun ağzına geliyorum
Şimdi seni nasıl bildiğimi nasıl anlatayım herkesin içinde
Sahiden de artık yüzünü gören cennetlik mi.?
Selçuk için... 10/ikibinyirmibir
5.0
93% (13)
2.0
7% (1)