içim,
içimde
gülümseyen
o
cennetsi yazıtların,
çürümsedikçe girdaplaşan
çöllerden farksız olduğunu mu sanırsın
de hadi söyle
canımdan mı, canından mıdır
obrukları bir, bir diken o al yazmalı,
yazgılı mürekkebimin pıhtılaşmış “dan” hali
bil ki,
mürekkebimden dökülen her harf
bitap düşmekte yüreğimin mahzenlerine
kanatlarımın prangalaşmış çığlıkları gibi
içim,
içimde odalanan
ve yaralarını öylesine şefkatli,
gizemli soluyan acılarım var ki
mum yakıyor sarıldıkça karamsarlığına
ve doğuyor
ölüm titrekliğinde gölgesinin
seviyorum,
sanırım seviyorum kabuk tutamasa da yaralarımı
hem
siyahına,
beyaz olamadıktan sonra yaşamak ne ki
diyor
dokuyorum görmediğim renklerini karanlığın
ve kızılca saçlarıma dolanan ellerine ilikliyorum
kırılan gözlerimin ferinde tutuşan nemini
hiç bir sebebe, sebeplenmeden yıkıyorum
gözüm yaşlarını külünün nar-ı kasvetinde
yine de,
ihanet sayarken
sensizliğin payına düşen düşlerimi
teslim etmiyor hiç bir katreyi
geceye gözlerim
söyle,
ölüme naftalinlenmiş,
patiklenmiş bir beşikte nasıl,
nasıl uyutabilirim ki kirpiğimdeki hüznü
bu koku çok tanıdık çokça
cehennem kıvamı
sinmiş olsa da derime, içime sinmiyor
kıblesi olmayan duayım,
bu yüzdendir bu yüzden avlusu olmayan duvarların
pencerelerine kendimi çelmeleyerek koşuşturmalarım
biliyorum yine, yeniden
sustuğum yerden tutuşacak mısraların cürmü
ve tamamlanamadan hiç bir sayfa
noktalanmayacak
ölüm bunu da biliyorum
sen bakma, bakma iyisi mi bana
baktıkça sen, nasıl desem kanarım
afillisinden her satırın mihenk başında
çözemediğim bir bağ var dizlerimde
düşmem bundandır heyhat anlasana
sevmiyorum,
sevemiyorum en çokta bendeki beni
kendimi terk mi etsem acaba diyorum
üşür müyüm terk etsem sahi,
azat etsem kendimden öylesine nefesimi
üşür müyüm, üşür müyüm sahi...
~°~
~°~
~°~