1
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
796
Okunma

Adı Mahinûr (11)
Kaza gününden sonra sanki zaman durmuştu
Bahtım ta ciğerime paslı hançer vurmuştu
Ne yapsam da nafile elden ne gelir kader
O efsûni sevdadan kalanı sade keder
Ne bir Mecnûn misâli ne Fuzuli eseri
Öyle bir sevdaydı ki ölümden de ileri
Şimdi bir yarım öksüz diğer yarım da yetim
Korkuyorum kimsesiz bitecek nihayetim
Adı Mahinûr idi zeytin gözlü ceylanın
Cihânda eşi yoktu emsâlsiz mihribânın
Ne yazacak bir mektup ne avdet ümidim var
Belki de bir gün diyen rüyalarım târ-û mâr
Sinemde alev alev gönül eyvahı vardı
Gözlerimde hasretin yorgun günâhı vardı
Her sokak Mahinûr’du her gölge Mahinûr’du
Onun olmadığı yer kırık sırçadan surdu
Her sabah ezanında seccadedeydi izim
Saatlerce Mevla’ya ağlıyordum azizim
Ve bir gün ahşap kapım inledi acı acı
Açtığımda yüzüme gülüyordu postacı
Mektubun var diyordu be hey yaralı aşık
Belki de yasak artık sana bu yalnız eşik
Sevdiğin o canândan haber geldi bu defa
Sağlığına delildir hakkındır artık sefâ
Evet mektup onundu ve onun yazısıydı
Sineme veda eden ayrılık sızısıydı
Titreyen ellerimle zor bela açtım zarfı
Evet evet onundu her satırı her harfi
Gözyaşından ıslanan yazı yer yer dağılmış
Üstünde hasretinin hıçkırığı boğulmuş
Yudum yudum okudum "evet benim" diyordu
"Bilsen bu kara günler beni nasıl da yordu
O kara gözlerinden kaldır kanlı yaşını
Dimdik doğrul ve sevin artık eğme başını "
Sadre şifâ gibiydi sinemden çıkan nefes
Öyle mesrûr idim ki dar geliyordu kafes
Mahinûr yaşıyordu artık ölüm bana ar
Bu hâlimi görürse kahrolmaz mı o dil-dâr
Bambaşka görüyordum âsûmânı ve yeri
Meyus olma diyordum artık yeter Makberî
Makberî
"Ey dil-dârım diyordu yine kutlu ifâde
Okudukça kayboldu izânım ve irâde
Ninemle ikimizi deniz kurtarmış yine
Sahilde bulmuş bizi bir dedeyle bir nine
Dedenin ismi Behlül ninenin ismi Zeynep
Arap asıllı bir çift merhametle lebâleb
Tam dört ay yataklarda bakmış yoksul aile
Onlarında başında varken bin bir gâile
Ateşlerde yanmışız ha öldü ha ölecek
Yaşlı çift başımızda semâha duran melek
Bin bir türlü otları kaynatıp içirmişler
Bizden ses çıkmadıkça ahla iç geçirmişler
Ne kazayı duymuşlar ne bizi bilen vardı
Hâl-i pür melâlimiz gâm ve kasvete sardı
Öz evlatları gibi gösterdiler ihtimâm
Böyle güzel insanlar hak etmez mi ihtirâm
Kendimize gelince Türk’üz dedik Türk’üz biz
Bizleri bilen var mı kaldı mı bizlerden iz
Kaç aydır buradayız yorgun mahzun ve hasta
Ne gidecek mecâl var ne gönderecek posta
"Şükür ya Rabbi" diyen "ninem durdu namaza
Yüzündeki o nûru başlamıştı vaaza
Vecd içinde yalvarıp şükrediyordu hâli
Duâsında ben vardım titrerken ağzı dili
Biliyorum o hâlâ bana üzülüyordu
Gözünden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu
Bir haber verin dedik burdaki sefarete
Bizleri vasıl eder vatandaki hasrete
Behlül dede komşudan emanet katır aldı
Zeynep nine oturdu kendisi yaya kaldı
O yaşlı hâlleriyle revân olmuşlar yola
Düşe kalka gitmişler asla vermeden mola
Saatlerce yol gidip Kahire’ye varmışlar
Sokak sokak gezerek sefirliği sormuşlar
Yol başından görünmüş ay yıldızın cemâli
Şükür demişler bitti emanetin vebâli
Gittikleri sefaret paşa dedeme hadim
Çok sevdiği biriymiş ismi üç tuğlu Nedim"
Yaveri karşılamış bu iki ihtiyarı
Adı mülazım Talip, paşanın iftihârı
Meğer paşa dededen vakıfmış hadiseye
Onları oturtarak hazırlanmış müjdeye
İşte böyle Makberî ninemle benim hâlim
İstanbul’a gelince son bulacak melâlim"
_________________Makberî
.......Devam edecek