1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
969
Okunma

Kara Sevdanın Dilsizliği Dün gibi
80 li yıllardı her anımızı, acımızı mutluluğumuzu birlikte paylaşırdık
komşuluklarımız bir aileyi aratmayacak güzellikteydi
Aklınızın almayacağı kadar büyük bir aile idik
Şöyle gözünüzün önüne getirin onlarca evin ortasında bir avludasınız farklı illerden gelip komşu olmuşsunuz ve siz onlarla kan bağı değil can bağı kurmuşsunuz tarihin taşlarına kazınmış dostluk kardeşlik komşuluk günleriniz
Çeşmeden su yok tulumbadan çekiyorsunuz
Evde elektirik yok gaz lambasında hayatınız aydınlanıyor
O kadar insan tek bir banyo ve tuvaleti ortak kullanıyor
O dev gibi marketler yok bunun yanında kredi kartı borcuda yok mahalenin bakkal amcası olurdu tereddüt etmeden istediğiniz kadar alış verişimizi yapardık borç defterine yazarken sürat asmazdı bakal amcamız sevgi samimiyet güven vardı
Ciddi bir hastalık olmayınca doktor nedir bilmezdik
Bildiğim tek ilaç aspirindi oda bakkal amcada olurdu
Doktordan bahsetmisken o dönemde bugün ki gibi ağır eğitim yoktu İlk okul orta okul ve liseden sonra devlet memuru olabiliyordunuz
Kimse üzerinizde eski kıyafete bakmaz yamaları gönülleri ile dikerlerdi
Kışın giyilen lastik ayakkabı utandırmaz tek çanta ile mezun bile olunurdu
Lüks yaşamak ilkelik bir hastalık gibiydi bizler için
Benim vazgecilmezim en büyük keyfim dinlemekten zevk aldığım mavi bir radyomuz vardı
hafta içi her gün 10.00-11.00 saatleri arasında “Arkası Yarın” sürekli radyo piyesleri yayınlanırdı
Bizim çocukluğumuzda televizyon çok yaygın değildi. sadece Tv’ler siyah beyaz olur tek kanal TRT izlenirdi
Lükse kaçtığı icin ancak bir kaç ailede bulunurdu
Akşam oldu mu annelerimiz gidin bakın Fatma teyzeniz müsaitse akşama oturmaya geliyoruz dersiniz
Bizde heyecanla koşa koşa gider Fatma teyze müsaitseniz size geleceğiz
Fatma teyzede tabi ki kuzum buyrun derdi
Akşam yemeği yendikten sonra komşularla Fatma teyzelerde toplanırdık
Fatma teyze biz gitmeden çayı ocağa koyar bayat ekmeklerden yaptığı kömbelerin mis gibi kokusu misafirlerini beklerdi
Büyüklerimiz bir yadan sohbet eder örgüsünü dantellerini örer bir yandan da tv izler çaylarını içerlerdi
Biz çocuklarda arada bir birimize bilmece sorar çekirdeğimizi çitler ta ki İstiklal Marşı okunup Bayrağımız göndere çekilene kadar
Dostluğu kardeşliği yardımlaşmayı paylaşmayı o yıllarda öğrendik
Fatma teyzenin küçük oğlu Zafer ile aynı okulda okuyorduk en iyi arkadaşımdı Zafer
Ben çok fakir bir ailenin en küçük kızıydım spor yapacak bir ne ayakkabım nede eşofmanım vardı kitaplarım eksikti aynı avluda oturduğumuz Fatma teyzenin oğlu canım arkadaşım Zafer’in kilerini ortaklaşa kullanırdık
Zaferin ablası Fadime abla benden büyük olmasına rağmen onunlada çok iyi anlaşırdık Zafer ile ben bir elmanın yarısı gibiydik
Gecemiz gündüzümüz birlikte gecerdi Akdenizin mis kokan denizi toprak avlunun kokusu bir kaç kilometre uzağımızdaki zeytinli bahçedeki zeytin ağaçları ve portakal ağaçlarının kokusu bir başka güzeldi
Gecenin sefası ağaçlarda kuşların cıvıltısı yaprakların dansıyla havluya serilen döşeklerin üzerinde ninni gibi gelirdi komşularımız ile huzur içinde güven ile yatardık
Korku yoktu o zamanlar kapılarımız sonuna kadar açık kalırdı namus telaşı olmazdı bir aile gibiydik
O yılların özgür çocuklarıydık sokaklarda toz toprak içerisinde kanter içinde kalanadek gülüp oynardık
Şimdiki nesil ile kıyaslamaya kalkarsak en garibi sokak ortasında sahibinin elinde tep ile “ayı oynatmak”tı. kimimizin elinde pamuklu şeker kimimizin elinde Horoz şekeri hayretler içinde izlerdik
Üstü başı tuhaf bir çingene beline sardığı zincirin ucunu, Ayının burnuna geçirilen halkaya takmış elindeki sopayla ayıyı dürtmesi ile uygun hareketlerle zıplaması, sopaya tutunarak iki ayağının üzerinde dikilmesi Hadi “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır?” komutuyla Kocaoğlanın yere yatarak bayılma numarası yapması çocukluğumuzun inanılmaz gösterilerinden biriydi
Etrafında toplanan kalabalıktan elindeki kasketin içine atılan bozuk paralar da Kocaoğlanın alın teriydi
Bizim için her sokak ayrı mahalle her mahalle ayrı bir dost sayılırdı
Taki akşam ezanıyla annelerimiz çağırana kadar
Üstümüz başımız kir pas içinde dönerdik nasıl olsa kimse kızmıyordu
Oynamak koşmak gülmek eylenmek bizimde hakkımızdı
Boşa mı sokaklar avlular boş arsalar bizimdi yarın bir gün büyüdük mü etrafımız betonlar binalar kaplayacaktı komşuluklar dostluklar anılarımız ölecekti
Geleceği gören ailemiz özgür bırakmışlardı bizleri düşe kalka güle oynaya dizlerimiz kanasa da özgür bırakmışlardı
Nasıl olsa her Ramazan Bayramında odun hızarı olan Mahmut amca Zeki amca bedavaya odun talaş kırıntı dağıtırdı ihtiyacı olanlara
Sadece bayramda değil ne zaman isterlerse gidip alabilirdi
Annem avlunun bir kenarına komşularında kulana bileceği tuğla ile örülmüş kırmızı çamur ile sıvanmış tandırımız-da ateş yakar tenekede su ısıtılır ortak kullandığımız banyoda sıra ile banyomuzu yapardık
Kirli çamaşırlarımız deterjan yada sabun tozu ile elle yıkanırdı
Beyazlar tenekede kaynatılır suyun içine atılan çamaşır sodası ile beyazlar pırıl pırıl olurdu
Suda bekletilen bir miktar kül bulandırılmadan üzerinden suyu alıp çamaşırlarımız durularken yumuşatıcı görevini yapardı
Tandırımız çok amaçlı kullanırdık üzerinde çamaşır banyo yufka ekmek yemek için ideal bir ocaktı
Benim en büyük keyif aldığım yaşlı dut ağacımıza çıkıp dut yemekti
Öylesine inanmıştım ki dut ağaçlarımız olduğu gibi kalacak diye
canımız ne zaman dut çekse kolumuza taktığımız çingil ile ağaçlara tırmanır bir yandan dallarını silkeler bir yandan da çingilimizi doldururduk
Aşağıda bekleyen büyüklerimiz ellerindeki dut örtüsünü gererken bizlerde dallarını silkeler ağacın tepesinde olmanın keyfini çıkarırdık
Komşular annem aman dikkatli olun düşersiniz yavrum dikkat edin derlerdi
Onlar dökülen dutları toplar birlikte yenirdi
Evlere şenlik komşularımız unutulmaz anılarımız daha dün gibi akĺımda
Çocukluğumun unutulmaz güzelliği
At arabasının üstüne dev gibi Yeşil cam artistlerin afişleri olur sokak aralarında gezdiğinde tamam derdik bu gün sinema günümüz
Mahalleli hemen haberleşir o akşam cümbür cemaat sinemaya gidilirdi
Türk sinemasının kaçınılmazı . “Hababam Sınıfı”, “Tosun Paşa”, “Süt Kardeşler”, “Kibar Feyzo”, “Gülen Gözler” "Deli Yusuf "gibi beyaz perdeye aktırılan filmleri üstü açık sinemalarda komşularla toplanarak ellerimizde çekirdekle Ankara gozununun yudumlar kahkahayla izlerdik
Kara sevdanın ne olduğunu çocuk yaşta öğrenmiştim
Ziya ile bir birimizden hiç ayrılmazdık birlikte yer içer oynardık
Ziya’nın ablası Fadime abla güzel hanım bir kızdı dayısının oğluna istemişlerdi o da ben akrabayla evlenmem diyordu
Fadime abla bizim bitişiğimizde oturan Sedat abiye aşık olmuştu
Sedat abide Fadime ablaya ikisi bir araya geldiler mi sohbet eder bir birlerine iltifat ederlerdi
Bu sohbetleri gün geçtikçe derin bir tutkuya tutkuda aşka dönüşüyordu
Bu arada şehir dışından Fadime ablanın akrabaları gelmiş onu istiyorlardı Fadime abla ben isteme diyordu
Fadime ablanın annesi Fatma teyze kızına baskı yapıyor kesinlikle dayının oğluyla evleneceksin diyordu
Fadime ablanın gözü Sedat abiden başkasını görmüyordu
Fatma teyze kızı Fadime’nin Sedat’a aşık olduğunu duyunca ölürüm de kızımı sana yar etmem diyordu
Sedat abinin mesrebi onlara zıt düşüyordu
Fadime abla annesi işe gittiğinde gizli gizli Sedat abiyle konuşur
kefen giyerim senden başkası için asla gelinlik giymem diyordu
O gün Fatma teyze işinden erken dönmüş ikisini konuşurken yakalamıştı
Hemen akrabalarına gelin Fadime ye söz kesin diye haber yollamıştı
Akrabaları köyden gelmiş Fadime ablaya söz kesip geri dönmüşlerdi
Bunu duyan Sedat abi kahrından ölüyordu
Sesi çok güzel olan Sedat abi sazının bağrına vurdukça İbrahim Tatlısesin şarkısını söylerdi
Fadile le fadile
Fadile kız fadile
Derdiyden düştüm dile
Eşkiydan çektim çile le fado
Fadime Sedat abinin sesini duyar iki gözü iki çeşme ağlamaktan kendini alamazdı
Fatma teyze Sedat abi bu şarkıyı söylediği zaman çıldırırdı
Hatta bir gün Sedat abi şarkıyı söylerken hepimizin içinde tekme tokat girişmişti kızımı unutacaksın yoksa seni ellerimle öldürürüm diye tehtit etmişti
Fadime abla annesine yalvarıyordu beni öldür ama Sedat’ıma kıyma vurma diyordu
Fatma teyze kara kefen giydiririm seni buna yar etmem Fadime diye bağırıyordu
Komşular güç bela Fatma teyzeyi oradan götürmüşlerdi
Fatma teyze hemen Fadime ablanın sözlüsüne haber salar gel bir an önce düğünün yap kızı götür
Fadime abla Sedat abinin aşkından günden güne eriyordu
Sözlüsü kısa bir süre içinde gelmiş akrabalar arasında avlumuzda düğünleri yapılmıştı
Ne düğün ne dernek birinin elinde darbuka birinin elinde zilli tep teyip çaların içine konmuş kasetlerin çıkardığı müzik ile yas evinde gelin gidiyordu Fadime abla
O beyaz gelinlik kefeni olmuştu yüzünde solan mimikleri kaderine lanet ediyordu
Fadime ablanın düğünü olmuş doğuda bir şehre gelin gitmişti
Sedat abi derdinden bir deri bir kemik kalmıştı uzun bir süre gurbete çıkmıştı
Fadime ablanın evliliğinin üzerinden bir kaç yıl geçmişti
O güzelim hayat dolu kız kara sevdaya tutulmuş her gün kan kustuğunu öğrenmiştik
Eşiyle bir gün bile mutlu olmayan Fadime abla sonunda eşi tarafından baba evine bırakılır
Fadime abla istemediği bu evlilikten bir oğlu olur baba evinde başına geleceklerden habersiz kara sevdasına kavuşma umuduyla hayata tutunur
Taş kalpli anneye hayat celmesi fena takar
Fadime ablanın yaşadıklarının acısının azda olsa intikamını alır
Fatma teyze ve kocasına kader öyle bir darbe vurur ki uyuşturucu madde satmaktan uzun süre ceza alırlar
Fadime ablada ise onlara kuryelik yapmaktan tutuklanıp ceza evine düşer
Fatma teyze ve kocası ağır ceza alırken Fadime abla bir kaç yıl ile kurtulur
Ve ben bir daha Fadime abladan haber alamadım
En son Sedat abiyle karşılaştığım bir düğünde gözlerimin içine bakarak bu şarkı Fadimeme gelsin sözleri dün gibi hatırlıyorum
Nikahına beni çağır sevgilim istersen şahidim olurum senin diyordu
Ardından da içine saplanan o kara sevdanın şarkısı Fadileyi söyledi
İkisinin hikayesini bilmeyenler sadece şarkıyı severek okuduğunu sanarlar oysa onlar kara sevdaydı
Düğün bitti annem ile beni kaldığı Mustafa abisinin evine davet etti Sedat abi
Mustafa abide Sedat abi gibi çok iyi birisiydi Eşi ile bizi yıllar gördüğünde çok duygulanmıştı ellerinde büyümüştüm Mustafa abi beni görünce boynuma sarıldı canım bacım yıllar sonra karşılaşmak vardı kollarını boynuma doladı
Fadime’nin ölümünden sonra bir daha hiç kimseyi sevmemiş yalnız yaşamayı seçmişti Sedat abi
Annem Mustafa abi karısı balkonda kahvelerini ile birlikte sigaralarını içerken bizde salonda sohbet ediyorduk Sedat abiyle
Çay kahve derken hayırlı olsun nişanlanmışsın diyordu Sedat abi
Teşekkür ederim abi
Nişanlın kim tanıyor muyum
Bizim arka sokakta oturan Haktan
Gözlerimin içine bakarak çok mutlusun nişanlından bahsederken gözlerinin içi gülüyor
Çok seviyorum
.Biliyormusun
Neyi Sedat abi
Hayatıma Fadime girmeseydi sende bekar olsaydın bu aşkı seninle yaşamayı çok isterdim
Utanıp yüzümü yere indirmiştim
Kaldır başını gözlerimin içine bak diyordu
Utana sıkıla gözlerinin içine bakmıştım birlikte kardeş gibi büyümüştük bunları duymak nede olsa şaşırtmıştı
Elini omzuma atıp seni seven erkeğin kalbi asla yere eğilmez senin o temiz yüreğini seviyorum
Hep mutlu ol
Bizim yaşayamadığımız mutluluğu yaşıyorsun ya bu bana yeter güzel kız diyordu
O yıl anlamıştım Sedat abi için siyahın üstünde beyaz bir ölüm gibiydi zaman
Seďat abiyle Fadime’nin kara sevdasını da görüp geçirmişti
Yıllar sonra bir sohpet arasında ablamlarla konuşurken Fadime ablanın doksan dokuz depreminde göçük altında hayatını kaydettiğini duyduğumda çok üzülmüştüm
35 yıl sonra Sedat abi ablama komşu olur Fadime abladan sonra yıllarca bekar kaldıktan sonra evlenir 5 evladı olur bu yıl ablamın telefonundaki bir yabancı ses kim olduğunu tahmin etmemi istiyordu
Özür dileyerek tanıyamadım demistim o da gülerek şimdi beni tanıyacaksın sesimi dinle
Şaşkın ve gözlerim dolarak telefonda Fadile türküsünü Sedat abiden bir kez daha dinledim eskilere sürükledim Sedat abi birde albüm çıkardığını duyunca daha çok duygulandım
Küçük yüreğimizin kahramanıydı yaşlı dut ağacımız
Artık eli ayağı tutmuyor gövdesinde dev gibi bir oyuk günden güne kurtlar içini kemiriyordu
Fadimenin gözyaşları köküne dökülmüştü bir kere
Bizleri dallarında büyüten ninniler söyleyen yaprakları bir bir dökülüyordu
O şen şakrak yaşadığımız avlumuza ölümün ayak sesleri yavaş yavaş çanlarını da çalıyordu
Babamı kardeşimi son yolculuğuna uğurlarken gölgesinde ağırlıyordu
Koluna kanadını kurulan beşiklerde salıncaklarda büyümüştük
Mutluluğuma şahit olan o koca yaşlı dut ağacımızı yıllar sonra ziyaret ettiğim de yerinde beton binalar sefasını sürüyordu
Dut ağacıyla birlikte çocukluğumu yaşadığım anılarımında üzerine beton binalar kurmuşlardı
O mavi umutlarımız yeşermeden küf tutmaya bırakılmıştı
Remziye Çelik
5.0
100% (3)