0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
1559
Okunma

Bu şiirlerin gerçek hikayesi Arke Adası Romanımdadır. Soner ÇAĞATAY
Zümrüt kadar yeşildi, tarlaların yüzeyi
Meşelerle kaplıydı Kaf dağının kuzeyi
Suyuydu derelerin, onun çağlayan dili
Yamalı bulutlar da dağın ıslak mendili
Yaşlı adam yürüdü takriben yarım saat
Kalmadı dizlerinde, adım atmaya takat
Kayaların yanında, durunca nefeslendi
Yukarı çıkmak için birazcık heveslendi
Niyeti seyretmekti vadiyi, manzarayı
Şekli andırıyordu, tamamen Ihlara’yı
Sağa sola baktı ve tırmanmaya koyuldu
Bu esnada kâh dizi kâh avucu soyuldu
Zirveye ulaşınca, hayran kaldı vadiye
Doğal güzelliğiyle, açılmamış hediye
Küçük çay akıyordu, toprağı yara yara
Kenarında meşeler büyümüş sıra sıra
Kuşların cıvıltısı, ruhunu teskin etti
Çiçeklerin renkleri, tebessümü yetti
İrisi, mor sümbülü ve ağlayan gelini
Başlarını severken sürdü müşfik elini
Renklerin ahengine, dalıp gitti bir süre
Hayranlığı dönüştü, sevgi dolu şüküre
Yankılandı »Seni çok seviyorum!« nidası.
»Ruhum sonsuza kadar Efendimin gedası.«
Hissediyordu artık, bitkilerin hâlini
Ve kolay anlıyordu, canlıların dilini
Kelimeleri ruhunda harfsiz histi sadece
Ne cümle vesileydi manaya ne de hece
Bir kuşun gözlerinden anlıyordu her şeyi
Gamı, hüznü, sevgiyi, özlemi ve neşeyi
Bir çiçeğin yanına gülümseyerek çöktü
Ve yumuşak bir sesle içini şöyle döktü:
»Renkleri ne kadar da çok seviyormuşsun Sen.«
»Her mahlukun yüzünde, derisinde bir desen.«
»Canlı kelimelerle, konuşur yüce Efendi.«
»Evrende cemalinin yoktur eşi menendi.«
»Sana kurban olurum, ey varlığın sahibi!«
»Var olmakla şerefyâb kıldın aciz garibi.«
Seyrediyordu arı, konmuş sarı geline
Şahid idi gözlerden taşıp akan seline
Saatlerce uçmaktan bıkmadı, pes etmedi
Sokmaya çalışmadı; buna heves etmedi
Cemil bey seviyordu, her şeyini Allah’ın
Kulu olmaktan şeref duydu ol padişahın
Simya’yla yavruları, değiştirdi özünü
Onu arındırarak açtılar kalp gözünü
Yıkadılar ruhunu, ab-ı merhamet ile
Zamanla zail oldu her ahlâk-ı rezile
Gerçek temiz sevgiyi, öğrendi hallerinden
Onların farkı yoktu bahçenin güllerinden
Allah’ın güzelliği, hep maddeye bürünmüş
Kuş, sarı çiçek, insan, deniz diye görünmüş
Mahlukatın sırları yavaş yavaş çözüldü
Hayatım boşa geçti, diye de çok üzüldü
Artık çirkin bir hayvan ve börtü böcek yoktu
Kokladığı her mahluk, burnuna güzel koktu
Θ
Sonra vadiye indi; küçük çay akıyordu
Kayalar sanki ona merakla bakıyordu
Arasından yürüdü, çalıyla ağaçların
Kayacak gibi geldi taşları yamaçların
Bir kilometre kadar yol kat etti sıcakta
Dermanı azalmıştı, çöp misali bacakta
Aşırı susuzluktan kurudu damakları
Ayakkabı içinde, terledi parmakları
Bir sızıntı farketti, yukarılardan akan
Galiba hiç olmamış oraya kadar çıkan
Ne bir yol izi vardı ne de çıkmak kolaydı
Cemil bey çok denedi ama aşağı kaydı
Sıyrıldı el, kol, dirsek, bacak, cılız baldırı
Tekrar tekrar başlattı, sarp yokuşa saldırı
Fakat başaramadı tırmanmayı yamaçtan
Kurumuş bir dal kırdı, yanındaki ağaçtan
Sonra çakıyla yonttu koyup sağ bacağına
Tek derdi ulaşmaktı hemen su kaynağına
Dalın sivri ucuyla, yaparak basamaklar
Çıkıverdi yamacı yorulsa da parmaklar
Sızıntıyı merakla takip etti Cemil bey
Meşe ağaçlarıydı, etrafındaki tek şey
On yedi adım sonra su kaynağına vardı
Taşların arasından çıkan küçük pınardı
Suyundan içti çöküp, dizlerin üzerine
Canlılık geldi birden gözlerinin ferine
Sonra yıkarken eli, yüzü, ak saçlarını
Gördü suya akseden, meşe ağaçlarını
Yerinden kalkar kalkmaz, etrafına bakındı
Sağında bir mağara… Hemi de çok yakındı
Önüne gelir gelmez durdu…Ağzı çok dardı
Ordan geçmek istese, bir insan zor sığardı
Cemil bey pek zayıftı; kolay oldu girişi
Korkudan sanki durdu nefes alıp verişi
Mağaranın girişi bakıyordu güneye
Yine de karanlıktı, içeri Cemil beye
Çok geçmeden gözleri, karanlığa alıştı
Duvarda bir şey gördü ve seçmeye çalıştı
Kocaman bir figürdü, zeminden tâ tavana
Solmadan gelmiş nasıl gelmişse bu zamana
S / ÂYE 28 EKİM 2017 / ESKİŞEHİR
5.0
100% (1)