0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
828
Okunma
karanlığın emzirdiği kan pıhtıları topluyorum göğümün bağrında
çağıl / damla
çağıl / damla
sana d/üşüyor içim...
gelemeyişin ilan ediliyor gönlümün çorak topraklarına
kırılgan bir keman eşiğinin çatırtısında parçalanıyor gözlerim
geçilmiyor sırat’ından
kirpikleri boyanırken hüznün şafağına heybetli sancının
kentin muhtelif köşelerinde kundaklanıyor ömrüm...
aşka sürgün ney sesinde inliyor gökyüzümüz
yorgun bir çocukluk göçüyor dar kentin sokaklarından
kırık dökük iskelesinde dolanıyor ıssız bir dağ başının mağrurluğu
göğsümün sığamadığı gökyüzünde avlıyorum kuşları
hangi dilde anlatılır ki ademoğluna
sonbaharda ırzına geçilen yaprakların masumluğu...
anbean yeşil bir denizin dalgaları okşuyor kıyılarımı
oysa ezelden şarap kadehinde kızılca kıyamet tiz’im
gökyüzüne asılmış bir şiir vuruluyor mavisinden
semaya serilen yağmura perçinliyor sızısını
yanık bir dua tütüyor avuçlarımda dumanı ruhumu saran...
sürgün yemişim cehenneme bin ömür
nerenden öpsem cennet kokuyorum...
Harun PEHLİVANOĞLU