3
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
810
Okunma
hep bir çocuğun sevincinde karşılaşıyorduk
sonra üzüntüsünde
ve ağlayan gözlerinde
masum hal suratında
dudak kıvrımlarında
ve yüzümde bir eşkiya geziniyordu o zamanlar
mavzeri gözlerinin karasına nişan alıyordu
bir terk etmelik canım vardı
ve kaşlarına düşen bir hüznü andırıyordu elleri
nasırdan kabarmış elleri
bu kaçıncı yüz yıl
bu kaçıncı mevsimi acıların
kaç bahar
kaç güneş doğumu gerekiyor ki
içimizde nehirler aksın
içimizde karanfiller semaha selam dursun
ve boy versin buğday taneleri
ve papatyalar son yaprağına kadar yaşasın
ve kelebekler ömürlük uçsun sevdaya
o hasret dediğin uzunca bir kervan yolu mu
hani göçmen kuşlarının terk ettiği
o uzak kentler mi
bizi bize ırak eden
ve hep bir fırtınanın içinde kalıyorduk
bir hoş çakal cümlesi kadar yalandı
hep hoş çakal diyorduk bir birimize
ama hiçbirimiz hoş kalmıyorduk
hep bir fırtınanın içinde yaşıyorduk
ama hep fırtınaya direniyorduk
umut işte
tükenmedi mi tükenmiyor
bir şehir hep mi karanlık olur
hep ışıksız sokaklar
çiçeksiz bahçeler
çocuksuz caddeler
yahut hep saklambaç halindeydik
yaşamak mutluluğu arıyordu
ama hep ölüm sobeliyordu bizi
en çokta göğüs kafesimizden sobeleniyorduk
hep o masum sevdalarda kalıyorlarduk
sonra uçan kuşların özgürlüğünü kıskanıyorduk
bir romanın içine gizlenmiş cümleleri arıyorduk
sonra en can alıcı cümlenin altını çiziyorduk
tütün kokularında boğulurcasına içimize çekiyorduk
özlemek denilen illetti
sonra bıyıkları tütünden sararan adamlar oluyorduk
kaçak çayla demliyorduk özlemlerimizi
en koyusundan
ve en koyusundan sevdalar içiyorduk
tabut soğukluğu bir yaşam kadar ürpertici
ve bir pencere aralığından
gün aşığına dehşetle düşer gibi
ibrahim dalkılıç
5.0
100% (1)