Ömrümün karşılığı olsun diyor bir değeri, bir üstünlüğü olsun Çılgın bir aşkın tarihi yolculukların günlüğü olsun ama kavgalarda geçsin ömür
Deli ırmak gibi akmalı adına yaşamak dediğimiz sarsıntılar kalmalı anılar diye ve ölüm bir gökgürültüsü gibi gelmeli gelecekse
Bir bedeli olmalı her aşkın Her öpüşün ayrı bir yanı bir sarsıntı kalmadı tende ve kaçak sevişmelerin ürpertisi bir sağanak gibi patlamalı
Yangınlar kuşatmışsa bizi gözlerimiz bağlı ve tırnaklarımız sökülüyorsa elektrik şoklarıyla yasak bir kavgada olunmalı yoksa ne değeri kalır ölümün
Aşk dediğin hırçın bir deniz gibi çarpar yüreğin bordasına ve yasak bir kitabı okumanın sevincine benzer biraz ki onun her sayfasında bulunur ömrün karşılığı
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır verecektir en olgun meyvelerini mutlaka yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü
Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak her dönemeçte uğultulu uçurumlar her şafakta uzun uzun kurt ulumaları Ey masalcı otur şu geyik postuna ve anlat şimdi bütün bunları
Önce yaşadıklarımızı koy ortaya hatamızı ve sevabımızı anlat görelim nelere kahretmişiz bunca zaman nelere göğüs germişiz görelim bir bir bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim yaşamak yeni acılara sürgün etse de bizi
Hayatımız göründüğü kadar basit değil ama anlaşılmaz gibi de değil öyle çoğunu unuttuk belki şimdiden belki bitti birtakım bekleyişler umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de ama unutmayalım zulüm de biter hayatımızda
Garip bir cesaretle konuyor kalemimin ucuna Ve gittikce böcekleşiyor, kemiriyor şiirimi de Sözcüğün birine biraz böceköldürücü ekliyorum Çılgına dönüyor sokakta böcek gibi böcek
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep
Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin
Hiçbir şey daha kötü olamaz Kötü biten bir aşk sonrasından Ahrazlaşırsın, gölgelenir nesneler Her telaş ıssızlık taşır biraz Kabahatli bir çocuk gibi çıkarsın Sokağa, ki sokak puslu, alıngan Kalbinden daha tenhadır dünya
Burada yağmur yağıyor Aralıksız yağıyor günlerdir Ama sen yine de şemsiyeni Almadan gel ilk otobüsle Buğulanan camlara usulca Yüzünü çiziyorum ki yüzün Bir yağmur damlası olup Düşüyor yapraklarına gülün Güller de bozamıyor bu uzun Karanlık sessizliğini kentin Anılarını yitiriyor sokaklar Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları Tarih de kekemeleşiyor bazen Ki o zaman aşktır tek bilici Aşksa yürümek gibi bir şey Duyabilmek kuşların gelişini Anısı bizsek eğer bu kentin Unuttuğu türküler bizsek Acıyı rehin bırakıp bir güle Anımsatmalıyız bunları bir bir Sonra yürümeliyiz seninle Sokaklara caddelere çıkmalıyız Belki bir aşktır bu kentin Belleğini geri getirecek olan Burada yağmur yağıyor ama sen Şemsiyeni almadan gel yine de Özletiyor bu çılgın sağanak seni Sırılsıklam özletiyor biliyor musun
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Söylenecek bütün sözler sevincin ve sevdanın savunulmasına dairdir ve şimdi onlar yaralarını saracak birilerini beklemektedirler Ey anısıyla kalbimi yakan kederlenme ve hemen suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye
Kumrular sokağı hüzzamdı bir zaman Kale’ye rast vaktinde çıkılırdı Gariptir, Sezenlerdeki hanende Çekip gitti Sarguttan bir ay önce
II
Posta caddesi, Taşhan, Karpiç ve diğerleri Ama artık meyhaneler kalmadı Ankara’da Belki bundandı Cemal Süreya’nın Kızılay’da Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması
Sular bulutlanır sen susarsın ve kent çıngıraklı bir yılan kadar zehirlidir artık sevgilin mahpusken üstelik kirli bir lekeye döner umutlar
Beklesem unuturdum uçurumların dilini ve ömrümün bütün karşılığı ödünç alınan bir umut olurdu ki şimdi onu da yitirmiş kurtuluş parkında bekleyen biri var.
Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum
Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru -Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendimi, seni ve bütün dünyayı
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır verecektir en olgun meyvelerini mutlaka yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep
Santuri Ethem bey bir türlü Giremiyordu hüzzam taksime Çargah,acemaşiran ve sagag Nidalar kendilerini yineliyor Zahmeler yakıyordu avuçlarını
Mahcuptu Ethem koronun Önünde,üstelik terliyordu Kunt yollara vurdu kendini Bir uçururmdu çünkü hüzzam Notalarsa uçurum kelebekleri
İbrişim tel'bir mahpeyker' İçin mi kırılmıştır bilmem İçlenip santurun hüznünden Artık az hatrılanacak olan Bir şarkıyı terennüm eder
Bir hatıradır Şehnaz Longa Ethem bey!den;ama dügah Şarkıyı kim bilir kim söyler "Düştü gönlüm Sen gibi bir zalime'
Deliler Teknesinin Eylül-Ekim sayısını o büyük nezaketiyle bana verdiğinde, bu şiiri okudum ve Türk Musikisindeki derin bilgilerine bir kez daha hayran oldum. Kaç kişi bilir ki Ethem bey'in bu eserini. Ben onu yalnızca şair biliyordum.Bilge kişiliği,kültürü ve insan olmanın tüm erdemlerini fazlasıyla taşıyan bir kişilik. Ne mutlu ki,onu tanımanın onurunu ve mutluluğunu yaşadım.
sesinde salaş bir meyhanenin hicazkâr bulutu dilindeyse yılların biriktirdiği kekre bir tortu sorulsa anlatacak bir ömrün hazin öyküsünü yetimliğinden kalan o ürkekliği, tedirginliği yine de ah neydi o günler diyecek, önündeki kadehten ağız dolusu çaresizlik yudumlayarak . . . . . bense gök kuşağını görmüş bir köpeğim ama hiçbir köpek buna inanmıyor perperişan bir sükût bulutu ağlıyor sözlerine
1985/1997/2004
Ahmet Telli
Bireylikler Dergisi ulaştı elime bugün. İştahla ilk sayfayı açtığımda bu şiirle karşılaştım. Defalarca karşıma dikilp duracak bir şiir. Okumak isteyenler Bireylikler'in Eylül-Ekim yeni sayısını alabilirler...
Anısı biz olalım bu sokakların ve hiç durmadan yağmur yağsın Biz gürültüsüz sözcükler bulalım sarmaşıklar fısıldaşsın yine Gidersek birlikte gideriz yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen
Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum
Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık
Su ve ses kadar beklediğim ne kaldı geride, bilmiyorum uzanıp uyumak istiyorum gölgeme ve sarınmak o kocaman gözlerin uğuldayan rüzgârlarına
Bir acıyı yaşarım ve zehrinden çiçekler üretirim kömür karası uçurum kadar bir yalnızlık yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgârların
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da Uzun bir hastalık gibi Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti.
Bulutları düşünüyorum, kuşları ve aşkı Tarihleri var da onların, hatta anıları Vatanları olmadı hiç bir zaman, ki onlar Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek
Aşk donuklaşmış, Pencereler yağmura hapsolmuş, Uzaklardaki sesin, ya da yanıbaşımdaki sesin Yağmuru bölüyor, Belki beni çağırıyor, belki katı ruhumu, Sarhoşluk bu olsa gerek, Ya da okyanusun dibi gibi birşey, Tek fark aşk donuklaşmış...
Saçlarındı diye düşünüyorum ömrümüzü çözdükçe savrulan rüzgârdı saçların ve ikide bir aklıma düşüyor aynı soru -Aşkı bilmiyorsam nasıl değiştiririm kendimi, seni ve bütün dünyayı
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep
Hiçbir şey daha kötü olamaz Kötü biten bir aşk sonrasından Ahrazlaşırsın, gölgelenir nesneler Her telaş ıssızlık taşır biraz Kabahatli bir çocuk gibi çıkarsın Sokağa, ki sokak puslu, alıngan Kalbinden daha tenhadır dünya
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
9. sınıfın çetin sınav haftasında bir akşamdır. Apartmandaki yaşıtlardan okunması benimkine nazaran daha kolay olan bir lisede okuyanı ürkekçe kapıyı çalar. Ertesi gün geçmek için muhakkak ki yüksek bir not alman lazım gelen saçmasapan sınavlardan biri vardır. 9.sınıftaokuyanyaşıt kişisi elindeki şiirin açıklamasını isteyen gözlerle yardıma muhtaç muhtaç bakar. Kıyamaz, sınavı da yüksek notu da boşverirsin. O an senin için mühim olan tek şey, 9. sınıftaokuyanyaşıt kişisinin mutluluğudur. Açıklanması gereken şiirin yazılı olduğu kağıdı elinden çeker alır ve gerekeni yapmak için vargücünle savaşırsın. Okuduğun her satırda, tanrım ne güzel ödevleriniz var sizin böyle, ne harika şiir bu böyle, bu adam kim la ne güzel yazmış bu şiiri böyle diye haykırırsın. Kanırtmak sözcüğünün olduğu dizeye kadar düşe kalka gelirsin, fakat bu sözcüğün anlamını çıkartamazsın. Çaresizce evin babasına yani o anda senin baban olan şahsa gidersin. Evinbabası da sana kıyamaz, o da senin elinden şiiri alır ve dünyanın en güzel şiir açıklamasını yapar. Aradan yıllar geçtikten sonra bu olayı anlatan hatun kişi bir önceki cümlesinde mübalağa sanatını kullanmıştır. Yıllar önce 9.sınıftaokuyanyaşıt kişisi vesilesiyle okunan bu şiir Su Çürüdü'dür. Benim de Ahmet Telli ile tanışmam bu şekilde olmuştur. Ondan beridir bazı geceler bu zâtın şiirlerini okumak gibi bir arzu hissedilir, öğleden sonra 3 civarlarında gelen çikolata yeme isteği gibi.. Nokta
Beklenmedik bir anda terk edilmişsindir bütün sevdiklerince Suçlamak istemesende hiç kimseyi üzünçle yanmakta yüzün Adını bile koyamadığın bir boğunç dolmakta şimdi yüreğine Ve usulca ağmaktadır gözlerinin peteğine ağulu bir hüzün
Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına
Yeni şiiri kitabı çok yakında okuyucuları ile buluşacak olan üstadımıza saygılar dileğiyle...
dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep
sen dostumdun benim gülünce güneşler açan bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi üşüyorsun unutma dostumsun sen... neredeysen orda ölmek isterim :))
çok severim ahmet telli şiirlerini üslubu, yoğunluğu ve derinliğiyle muhteşem.....
Şairlik özelliğinin yanısıra,son derece mütevazi,hümanist,saygılı,nezaketli,kültürlü,dostani,cesur,arkadaş canlısı,cömert,sıcakkanlı,hoşsohbet,muhteşem bir sese sahip,sanat müziğinde geniş bir birikimi olan ve bu özellikleriyle(eksik de olabilir)muhteşem bir kişilik.Ve onu tanımanın ayrıcalığına sahip olmak çok büyük bir şans benim için.
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıyla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
2
Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
3
Iki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
4
Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. Irinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum. "Insana benziyorlardi" diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca. Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. Ince bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah...
Adımdan gayrısını bilmiyorum.
7
Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü...
gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında yanlış adresteydik,'kimliksizdik' belki sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar biz mi yanlızdık, durmadan yağmur yağardı üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken
gidersen kim sular fesleğenleri kuşlar nereye sığınır akşam olunca
sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu sustuğun yerde birşeyler kırılıyor bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor bir de seni ekliyorum susuşlarıma
selamsız saygısız yürüyelim sokakları belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız yüreğimize alırız onları, ısıtırız gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam
gidersen kar yağar avuçlarıma bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
bulvar kahvelerinde arabesk bir duman sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür bir tufan olurum sustuğun her yerde...
(bkz:gidersen yıkılır bu kent)
Edebiyatdefteri.com'u kullanarak Çerez Politikamızı kabul etmiş sayılırsınız.
çok şeker çok kaliteli ve çok başarılı...
mutlu oldum
foto da çekindim:)