SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Gece ağırdı; Kayıtlar Salonu’nun taş duvarları ay ışığını emmişti. Gece yarısı, Başbilgin Enlil-Hotep’in zihni bir kez daha icatların girdabında dönüyordu. Çalışma masasında sabaha doğru gözleri uykuya yenildiğinde kâğıt tomarlarının arasında kendini tuhaf bir rüyada buldu.
Rüyasında kendini Kamette büyük bir meydanda buldu. Meydanın ortasında, parıl parıl parlayan, hiç görülmemiş bir araba sergileniyordu. Arabanın başında çığırtkan bir satıcı bağırıyordu:
“Gelin, görün! Bu araba tam yüz at gücünde!”
Kalabalık uğuldadı. Enlil-Hotep kaşlarını çatarak satıcıya yaklaştı.
“Nasıl yani? Yüz at gücünde mi? Beni kandırma, göster bakalım.”
Satıcı sırıtıp elini şapkasına götürdü:
“Efendim, gözlerinizle görün.”
Sonra kaputun kenarından tutup açtı ve motoru işaret etti… ve birden bire içinden bir kişneme tufanı koptu! Kaputtan önce bir at kafası çıktı, sonra arka ayakları, ardından bir başkası… Derken bir, iki, üç… atlar sırayla dışarı fırlamaya başladı. Kalabalık çığlıklar atarken Enlil-Hotep parmaklarıyla saymaya başladı:
“Bir… iki… otuz üç… elli yedi… seksen sekiz… doksan dokuz…”
Tam yüzüncü at da çıkınca meydan koca bir ahıra dönmüştü. Atlar oraya buraya koşuyor, meydandaki köylülerin sepetlerini deviriyor, çarşaflarını parçalıyor, bazıları da fıskiyenin içine girip çamura bulanıyordu. Enlil-Hotep gülmekten gözlerinden yaşlar gelerek bağırdı:
“Gerçekten yüz at gücüymüş!”
Satıcı bir ıslık çaldı. Atlar tek tek kuyruğunu sallayarak geri döndü, kaputtan içeri süzüldü, kaputtan içeri sığıştı, sanki hiç çıkmamışlar gibi ortadan kayboldu. Motor tekrar homurdanıp canlandı.
Uyanırken mırıldandı:
“Motor gücü... at gücüyle ölçülmeli...”
Önündeki deftere hemen bu cümleyi yazdı. Sabahleyin bilginleri topladı. Gözleri uykusuzluktan kızarmıştı ama sesi kararlıydı.
“Bir rüya gördüm,” dedi. ”Ama rüya bize bir fikir verdi. Atsız arabaların, buhar makinelerimizin, barutlu düzeneklerimizin gücünü ölçmek için ortak bir ölçeğimiz olmalı: at gücü. Ancak bu, şaka değil; ölçülebilir olmalı. At gücü nedir, nasıl tanımlarız? Bunun için bir yöntem isteyeceğim.”
Salonda kısa bir suskunluk oldu; sonra Nabu-Ser, usulca konuştu:
“Eğer gerçek bir karşılaştırma yapacaksak, atın yaptığı işi ölçmeliyiz. Bir atın belli bir yükü, belli bir mesafeyi, belli bir sürede çektiğinde yaptığı işi hesaplayabiliriz. Bu işi zamanla bölünce güç çıkar: iş bölü zaman. Bu, mantığa uygun.”
Tefnut ekledi: ”Öyleyse deney yapalım. Bir atı, sabit bir ağırlıkla, düz bir parkurda yürütelim. Taşıdığı yükü, kat ettiği mesafeyi ve geçen zamanı kaydedeceğiz. Ardından aynı işi makinayla yapmayı deneyeceğiz.”
Sekhdukar dikkatle dinledi, sonra bir soru sordu: ”Ama hangi yükü seçelim? Hafif bir arabayı mı, yoksa ağır bir sapanı mı çeksin at? Ayrıca atın yorulması nasıl hesaba katılacak?”
Enlil-Hotep not alırken cevapladı: ”Standart olması için kolay, tekrarlanabilir bir protokol lazım. Öneriyorum: Sabit ağırlık; örneğin 75 kiloluk bir yük. Parkur yüz metre. Süre yüz saniye. Atın hızı doğal tempoda olmalı; kısa molalar hesaba katılmayacak. Deneyi birkaç atla tekrarlayıp ortalama alacağız. Bu ortalamayı bir 'bir at gücü' birimi olarak ilan ederiz.”
Irsu araya girdi: ”Sonra? Makinaları nasıl kıyaslarız?”
“Makineyi aynı işe sokarız.” diye yanıtladı Enlil-Hotep. ”Aynı yükü, aynı parkurda, aynı süre içinde taşımaya çalışırız. Makine kaç metrekare iş yaptı; yani yük × mesafe; bunu ne kadar zamanda gerçekleştirdiğini ölçeriz. Atın ortalamasıyla karşılaştırınca, bu makinenin kaç at gücü olduğunu veririz. Basit bir oran.”
Sekhdukar ağır ağır başını salladı: ”Benim barutlu arabamın gücü kaç beygir gücünde acaba deneyelim. İyi bir standart için sayılar lazım, hikâyeler değil.”
Gülüşmeler yükseldi; Irsu espriyle karıştırdı: ”Senin yaptığı araba eşeği geçerse, tören düzenleriz.”
Ertesi gün deneyler başladı, atlar bağlandı, tartılar yerleştirildi ve parkur ölçüldü. Bilginler, çıraklar ve kasabalılar önlerinde not tutuyordu: her atın çektiği ağırlık, geçtiği metre, harcadığı zaman. Deneyler tekrarladı; rüzgâr hafif, zeminin eğimi sabit tutuldu. Sonunda hesaplar yapıldı: ortalama bir atın sabit tempoda, yüz dirhemlik yükü yüz metre taşımakta ortaya koyduğu iş, bir «at gücü» olarak belirlendi.
Sekhdukar, notları Enlil-Hotep’e uzattı. ”Şimdi,” dedi, sesi daha ölçülü, ”barutlu arabamın gerçek gücünü söyleyebilirim: bizim denemede üç at gücü verdi. Bu, rüyadaki yüz atla karşılaştırılamaz ama gerçekçi ve tekrarlanabilir bir sonuç.”
Enlil-Hotep gülümsedi. ”İşte aradığımız şey bu: ölçü, sayı, güven. Bundan sonra her makinenin gücünü atlarla karşılaştıracağız. Böylece saraydan köy meydanına kadar herkes ne kadar güç gerektiğini anlayacak.”
Aynı gün yeni ölçü birimi kralın onayına sunuldu:
Kral ayağa kalkıp elini masaya koydu: ”Güzel. Bu ölçüyle, roketin gücünü, buhar makinasının gücünü ve belki bir gün yıldızlara uzanacak makinelerimizin gücünü hesaplayacağız. Hazırlanın, yeni bir standart doğuyor.”
22.2. Dev Roket Toplantısı : Bilimsel Aletler
Nil’in mavi sularının hafif dalgaları, sarayın taş salonunun pencerelerinden süzülüyordu. İçeride, büyük yuvarlak masanın etrafında bilginler toplandı. Başbilgin Enlil-Hotep başta, Sekhdukar, Irsu ve diğer bilginler not defterlerini önlerine koymuş, heyecan ve gerginlik içindeydi.
Kapı gıcırdayarak açıldı; Kral Karmen girdi. Altın sarısı başlığı parlıyordu, gözlerinde merak ve kararlılık. ”Bana dev roketin planlarını anlatın,” dedi. “Hedefimiz 100 kilometreye ulaşmak.”
Enlil-Hotep ayağa kalktı, parşömenleri açtı.
“Efendim, alüminyum tozu, potasyum nitrat ve su jelinden oluşan katı yakıtlı, üç aşamalı roketimiz yaklaşık 18 metre yüksekliğinde ve 1.828 kilogram kütleye sahip. 100 kilometreye çıkabiliyor, ancak bilimsel deney aletlerini de yanımıza almalıyız. Sıcaklık, basınç, hız ve yükseliş ölçümleri için tamamen mekanik sistemler tasarladık.”
Sekhdukar söz aldı:
“Önerim, her ölçümü tek yönlü kaydedecek ibreler ve yaylı mekanizmalar. Roket yükseldikçe maksimum değerleri gösterecek; ibreler geri dönmeyecek. Böylece en yüksek sıcaklık, en düşük sıcaklık, en yüksek basınç, en düşük basınç ve en yüksek hız bir kez kaydedilecek.”
Kral Karmen dudaklarını büktü:
“Bu roket… Eğer gerçekten 100 kilometreye ulaşırsa, bize neyi gösterecek? Krallığımız için hangi bilgileri getirecek?”
Enlil-Hotep başını kaldırdı, parşömenine dikkatle not alırken konuştu:
“Efendim, üst atmosferin katmanlarını, hava basıncını, sıcaklığı ve rüzgarın yönünü gözlemleyebiliriz. Sıvı sütun barometreleri ve alkol termometreleriyle her aşamada değerleri kaydedebiliriz.”
Sekhdukar, masanın ucunda oturmuş, ellerini birbirine sürterek söz aldı:
“Rüzgarın ve havadaki tozların davranışını da gözlemleyebiliriz. Basit filtrelerle örnek toplayabiliriz. Ayrıca bu yükseklik, gökyüzünü daha net görmemizi sağlayacak. Güneş ışığının gücü ve renkleri değişir, belki yıldızlar… daha önce hiç görmediğimiz yıldızlar…”
Kral, kaşlarını çattı:
“Peki, bu değerleri nasıl kaydedeceğiz? Hangi aletlerle?”
Enlil-Hotep gülümsedi:
“Mekanik yaylı göstergelerle ölçebiliriz. Sıvı sütun barometreleri, termometreler… hatta serbest düşen küçük ağırlıklar ve yaylar sayesinde ivmeyi gözlemleyebiliriz. İvme ve G-kuvveti verilerini göreceğiz; roket maksimum 5.5g’ye kadar çıkabilir, hangi noktada yakıt etkisi azalıyor, hepsi kayda değer.”
Irsu heyecanla ekledi:
“Ve efendim, bu gözlemler sadece mühendislik için değil, astronomi için de dev bir sıçrama olur. 100 kilometrede gökyüzü farklı görünür. Belki ufuk çizgisinde yeni sırlar fark ederiz.”
Kral Karmen, toplantıda ellerini kavuşturmuş, bilginlere bakıyordu:
“Üç aşamalı roketimiz 100 kilometreye ulaştığında, gökyüzü nasıl değişiyor, Nil ve çevresi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Bilginlerden biri, Tefnut, başını kaşları arasında ovuşturarak cevap verdi:
“Efendim, bir insan gönderirsek gözlemlerini kaydedebiliriz. Kapsül 600 kilogram taşıyabilir; minimalist bir kabuk ve kişi için yeterli. Ya da ışığa duyarlı maddeler kullanarak görüntüyü yakalayabiliriz.”
Kral Karmen, parşömenine dokunarak ciddi bir ifade ile:
“O zaman bunu araştırın. 100 kilometreden Dünya’yı gözlemleyin ve kaydedin. Bilgi, sınır tanımaz. Her yükseliş bir keşiftir.”
Sekhdukar, parşömeni işaret ederek yanıtladı:
“Fitiller ve yakıt miktarı dikkatle ayarlanacak. Her aşama için otomatik ateşleme mekanizması olacak. Roketin gözlemlerini kaydedecek mekanik göstergeler sadece yukarıdan veri toplayacak; geri dönmek için değil, ileriye bakmak için.”
Kral Karmen merakla sordu:
“Peki bu ibreler ve yaylar, roketin her aşamasına nasıl uyarlanacak? Üç aşama ayrı mı ölçülecek?”
Enlil-Hotep cevapladı:
“Her aşama için ayrı bir mekanizma. Birinci aşama itişini bitirdiğinde, ikinci aşamanın ibresi aktif olacak. Üçüncü aşamada, en yüksek değerleri görmek için tüm sistem maksimumda kalacak.”
Kral Karmen, hafifçe öne eğildi:
“Anladım… Yani geri dönüş yok. Her yükseliş bir deney. Her deney, Nil kıyılarında bir kayıt bırakacak. Tek bir hata yaparsak, ölçümü kaybederiz ama ileriye gitmiş oluruz. Devam edin, bilginler.”
Sekhdukar, parşömenine dikkatle çizimler yaptı:
"Dev roket gövdesi, üç aşama olacak. Her aşamada alüminyum tozu, potasyum nitrat ve su jelinden oluşan katı yakıt kullanılacak. Tek yönlü mekanik ibreler, yaylar ve kilit sistemleri tasarlanacak. 600 kilogramlık kapsül için minimalist bir güvenlik sistemi olacak."
Nefes alıp devam etti:
“Roketin gövdesi, katı yakıt bloklarıyla dolacak. Aşamalı ateşleme mekanizması tamamen mekanik, elektromekanik zamanlayıcı ile kontrol edilecek. İbrelere bakacağız ve sadece maksimumları göreceğiz,” diye açıkladı Sekhdukar.
Kral Karmen, altın tahtında hafifçe öne eğildi, gözleri parladı:
“Anlıyorum… Yani sadece 100 kilometreye çıkmak değil, aynı zamanda bilgiyi de aşağı indirmek istiyorsunuz. Her ölçüm, her gözlem krallığımızın bilgeliğini artıracak. Peki, güvenlik? Roket patlarsa, kim zarar görür?”
Irsu, hayranlıkla ekledi:
“Efendim, bu sadece bir roket değil, bir laboratuvar olacak. 100 kilometreye yükseldikçe, gökyüzünün sırrını kaydedeceğiz.”
Kral Karmen, altın tahtında hafifçe öne eğildi, gözleri dev roketin uzun silindirik gövdesinde parlıyordu:
“Bu dev roket… Şimdi bana söyleyin, toplam kaç beygir gücünde?”
Enlil-Hotep, parşömenlerine bakarak cevapladı, yüzünde hafif bir gülümseme:
“Efendim, tahmini olarak yaklaşık 600-700 at gücü civarında. 600 kilogram yük ve 1.828 kilogram toplam kütle için suborbital bir uçuşta geçerli. Roket yükseldikçe yakıt azalacak, kütle hafifleyecek ve itiş artacak; yani, ‘at gücü’ değişken.”
Sekhdukar araya girdi, ellerini birbirine sürterek:
“Ve efendim, her aşama ayrı bir güç kaynağı gibi davranıyor. İlk aşamada yaklaşık 350-400 beygir gücünde, ikinci aşamada 200-250, üçüncü aşama ise 50-60 beygir gibi bir katkı sağlıyor; toplamda tahmini 600-700 at gücü.”
Kral Karmen, kaşlarını kaldırarak merakla sordu:
“Peki, bu güçle 100 kilometre yüksekliğe çıkacak kapsül… Tek kişi mi, yoksa ek bir yük de kaldırabilir mi?”
Irsu, heyecanla yanıtladı:
“Efendim, kapsülün yükü 600-1.000 kilogram arasında. 800 kilogram varsayılsaydı, roket teorik olarak 100 kilometreye çıkarabilir. Ancak atmosfer sürtünmesi ve güvenlik için ekstra yakıt gerekebilir; pratikte biraz daha ağırlaştırmak riski artırır.”
Kral Karmen, altın tahtında ellerini kavuşturdu ve düşünceli bir ifadeyle yeni sorular sordu:
“Bu roketin maliyeti ne kadar olur, ve krallığımızın kaynaklarını nasıl etkileyecek?”
Enlil-Hotep başını kaldırdı, parşömenlerine bakarak cevap verdi:
“Efendim, alüminyum tozu, potasyum nitrat ve su jelinden oluşan yakıt ucuz ve yerel kaynaklardan elde edilebilir. Ancak, 18 metrelik gövde, mekanik aletler ve testler için yaklaşık 500-700 kilogram değerli metal ve işçilik gerekebilir. Krallığın maden rezervleri bu yükü kaldırabilir, ama uzun vadeli üretim için Gine’den alümina ithali planlanmalı.”
Kral Karmen, kaşlarını çatarak devam etti:
“Roketimizin 100 kilometreden sonra ne kadar dayanabileceğini düşünüyorsunuz? Daha yükseğe çıkabilir mi?”
Sekhdukar söz aldı, ellerini ovuşturarak:
“Efendim, mevcut tasarım 100 kilometreye optimize edildi ve yakıt yaklaşık 3.563 kilogram ile sınırlı. Daha yükseğe çıkmak için (örneğin, 200 km), yakıtı %50 artırmamız gerekir; bu da roketi 25 metreye çıkarır ve kütleyi 2.500 kilograma yükseltir. Ek aşamalar gerekebilir.”
Kral, düşünceli bir şekilde sordu:
“Eğer roket başarısız olursa, bu bilimsel aletler zarar görür mü, ve verilerimizi nasıl koruyabiliriz?”
Irsu cevap verdi, heyecanla:
“Efendim, mekanik ibreler ve yaylar basit ama sağlam; patlama olursa bile dayanabilirler. Verileri korumak için her aşamada ayrı kopyalar saklanabilir ve paraşütle yere inen bir kapsül tasarlanabilir. Ancak, bu ek 100 kilogram yük gerektirir.”
Kral Karmen, ciddi bir tonla devam etti:
“Roket tasarımı kötü kralların eline geçse bize karşı silah olarak kullanabilir mi, yoksa sadece bilim için mi?”
Tefnut, dikkatle yanıtladı:
“Efendim, roketin 5.5g’ye varan ivmesi ve 600-700 at gücüyle teorik olarak bir yük taşıyabilir, ama patlayıcı bir silah yapmak için yeniden tasarlanması gerekir. Şu anki haliyle bilimsel keşif için uygun; silah için ek mühendislik ve etik değerlendirme lazım.”
Kral, merakla sordu:
“Roketin fırlatılması Nil kıyılarında güvenli mi, yoksa başka bir yer mi seçmeliyiz?”
Enlil-Hotep, parşömenlerine bakarak cevapladı:
“Efendim, Nil kıyıları rüzgar ve su riski taşır; fırlatma çöldeki açık bir alana kaydırılırsa daha güvenli olur. 18 metrelik roketin düşmesi halinde Nil’i kirletme riski var, bu yüzden 10 kilometre ötedeki Giza Platosu düzlüğü önerilir.”
Kral Karmen, altın tahtında öne eğilerek devam etti:
“Bu roketi tekrar tekrar kullanabilir miyiz, yoksa her seferinde yeni bir tane mi yapacağız?”
Sekhdukar, ellerini birleştirerek yanıtladı:
“Efendim, katı yakıtlı tasarım tek kullanımlık. Yeniden kullanılabilirlik için sıvı yakıt sistemine geçebiliriz, ama bu 1.000 kilogram ek kütle ve karmaşıklık getirir. Şu an her uçuş için yeni roket planlıyoruz.”
Kral, bilginlere bakarak sordu:
“Bilimsel aletlerimizin hassasiyeti ne kadar, ve ölçümlerimiz güvenilir olacak mı?”
Irsu, heyecanla ekledi:
“Efendim, mekanik ibreler ve yaylar basit ama sağlam; ±5% hata payı bekliyoruz. Sıvı barometreler ve termometreler 100 kilometredeki ekstrem koşullarda test edilmeli, ama teorik olarak güvenilir veri verecek.”
Kral Karmen, son bir soruyla devam etti:
“Roketin hızı ve G kuvveti insan için güvenli mi, ve bu kapsülde daha fazla kişi taşıyabilir miyiz?”
Tefnut, dikkatle cevap verdi:
“Efendim, maksimum 5.5g kısa süreli; eğitimli biri için tolere edilebilir, ama sivil için riskli. Kapsül 600-1.000 kilogram taşıyabilir; ikinci bir kişi (ek 80 kg) için yakıtı %20 artırmamız gerekir, bu da roketi 20 metreye çıkarır.”
Kral hafifçe başını salladı, altın başlığının altından parlayan gözleriyle:
“Anladım… O zaman, bu roket bir at ordusunun gücünü tek başına taşıyor, ama uçuşta her atın görevini ayrı ayrı hissedeceğiz demek. Hazırlıklarınızı hızlandırın, bilginler. 100 kilometre bizi bekliyor!”
Kral Karmen başını salladı, memnun bir şekilde:
“Peki öyleyse… Başlayın. Bu dev roket, gökyüzünü krallığımızın bilgisiyle doldursun. Hızlı deneyin, hızlı başarısız olun, hızlı öğrenin. Unutmayın, başarısızlık da bilgidir. İleri, bilginler! Hedefimiz yalnızca 100 kilometre değil; yıldızların kapısını aralamak. Hazırlıkları başlatın. Roket Nil kıyılarında yükselmeye hazır olmalı.”
Toplantı sona erdiğinde bilginler sessizce birbirine baktı. Heyecan ve merak gözlerinde parlıyordu. Nil’in dalgaları kadar eski ve engin olan gökyüzüne bakıyor, dev roketin 100 kilometreye yükseleceği günü hayal ediyorlardı. Nil’in kenarında, tarih yazacak bir proje başlamak üzereydi; gökyüzüne uzanacak ilk insan yapımı nesneye doğru…
22.3. Roketin İnşası ve İmalatı
Çöldeki rüzgar, Nil’in serin dalgalarının yerini almıştı. Ancak bu kez, bilginler ve işçiler Kral Karmen’in emriyle Giza'de ki fırlatma alanına ulaşmıştı. Enlil-Hotep, alüminyum levhaları ve potasyum nitrat çuvallarını işaret etti. ”Buradan başlayacağız,” dedi, parşömenine bir plan çizerek. İşçiler, çadırların gölgesinde yakıt karışımını hazırlamaya başladı. Su jeliyle nemlendirilen alüminyum tozu ve potasyum nitrat, dikkatle karıştırıldı; her hareket kontrollü, her kıvılcım korkutucuydu. Karışım, güçlü preslerle silindirik bloklara dönüştürüldü, her blok 1. aşama için 783 kilogram, 2. aşama için 1.135 kilogram, 3. aşama için 1.645 kilogram olacak şekilde şekillendirildi.
Sekhdukar, yanma odalarını denetledi. Çelikten yapılmış nozul, seramik kaplamayla güçlendirilmişti; her biri 0.8 m, 0.9 m ve 1.0 m yükseklikte, aşamalar için özelleştirilmişti. ”Her aşama ayrı ateşlenecek,” diye mırıldandı, elektromekanik zamanlayıcıları yerleştirirken. Ancak, güneşin kavurucu sıcağı yakıt bloklarını yumuşattı; Irsu, soğuk su dolu deri torbalarla çadırları serinletmeye çalıştı. ”Bu çöldeki sıcaklık, yakıtı bozmadan önce acele etmeliyiz,” dedi, ter içinde.
Bir sabah, bir işçinin dikkatsizliğiyle kıvılcım çaktı. Panikle su döküldü, ama Enlil-Hotep hızlıca müdahale etti: ”Küçük miktarlarda çalışın, her an dikkatli olun!” Aşamalar hizalandığında, 18 metrelik gövde yavaşça yükseliyordu. Alüminyum alaşımlı tanklar, kırık camla harmanlanmış kilden iç astar, dıştan bronz kuşaklar su sızdırmaz hale getirilmişti; her aşamanın 0.7 m çapındaki silindirik yapısı, çöldeki kumların üzerinde heybetli duruyordu.
Kral Karmen, atından inip gövdeyi inceledi. ”Bu, krallığımızın zekasını gökyüzüne taşıyacak,” dedi, işçilere el sallayarak. Mekanik ibreler ve yaylı aletler, her aşamada ayrı ayrı monte edildi; birinci aşamada 87 kg, ikinci aşamada 126 kg, üçüncü aşamada 183 kg kuru kütle, hassas ölçüm cihazlarıyla donatılmıştı. Ancak, hizalama sırasında bir sorun çıktı: ikinci ve üçüncü aşamalar arasında 0.5 m’lik ayrılma boşluğu kaymıştı. Sekhdukar, ”Piroteknik cıvataları yeniden ayarlayalım,” diye emretti, gece boyunca çalışan bir ekip organize ederek.
Gece çöktüğünde, bilginler ve işçiler yıldızlara bakarak umutlarını paylaştı. Irsu, “Bu roket, sadece metal değil, krallığımızın hayalleri,” dedi. Ertesi gün, bir haberci Nil’den geldi: Kraliyet madenlerinden ek alümina sevkiyatı yoldaydı. Roket, yavaş yavaş tamamlanıyordu; 100 kilometreye uzanmaya hazır, Nil’in ötesindeki gökyüzü için bekliyordu.
22.4. Unutulan Paratoner
Giza Platosu'nun kumları, sonbaharın ilk soluk rüzgârlarıyla dans ediyordu. Roket, nihayet tamamlanan 18 metrelik heybetli gövdesiyle fırlatma rampasının üzerinde dimdik duruyordu. İşçiler son kontrolleri yapıyordu. Üçüncü aşamanın piroteknik cıvatalarını sıkılaştırıyor, kapsülün mekanik ibrelerini bir kez daha kalibre ediyorlardı. Enlil-Hotep parşömenine son notlarını alırken Sekhdukar'a döndü. "Haftaya şafakta ateşleme yapacağız. Yakıt blokları mükemmel."
Ancak gökyüzü, Nil'in sakin sularını yansıtan mavi örtüsünü yavaşça yırtmaya başlamıştı. Ufukta kara bulutlar birleşerek dev bir canavar gibi yükseliyordu. Rüzgâr çöldeki kumları savurarak işçilerin yüzlerini kamçılıyordu. İlk damlalar sıcak toprağa değdiğinde buharlaşarak havayı ağırlaştırıyordu. Fırtına geceden beri ufukta biriken öfkeyle gelmişti. Nil Nehri'ni kabartan, sarayın kulelerini titreten o eski fırtınanın akrabası gibiydi. Gök gürültüsü plato'yu inletmeye başladı. Şimşekler bulutların arasında mavi damarlar gibi çakıyordu. Her bir parıltı kum tepelerini gölgeliyordu. Yağmur aniden boşaldı. Kalın, ağır damlalar roketin alüminyum gövdesini döverek metalik bir senfoni yarattı. İşçiler ıslak iplerle kayganlaşan rampayı terk etmeye çalışıyordu. Rüzgâr çadırları yerinden oynatıyor, yakıt torbalarını savuruyordu.
Enlil-Hotep fırtınanın ilk uğultusunu duyunca başını kaldırdı. Gözleri roketin tepesine, o yüksek iletken silindire kitlendi. "Eyvah," diye mırıldandı, sesi rüzgârda kaybolurcasına. "Saraya paratoner koymuştuk. O bakır direk yıldırımı toprağa yönlendirmişti. Ama roketin rampasına paratoner koymayı nasıl unuttuk?" Kalbi sıkıştı. Zihninde o eski fırtına canlandı. Sarayın yangını, bilginlerin aceleyle diktiği direk ve halkın hayret dolu bakışları aklına geldi. Roket saraydan çok daha yüksekti, çok daha çekici bir hedefti. Yakıt ise lanet olası bir tehlikeydi. Potasyum nitratın oksitleyici gücü, alüminyum tozunun yanıcılığı ve su jelinin nemle karışan hassasiyeti en küçük bir kıvılcımı bile 3.563 kilogramlık bir felakete dönüştürebilirdi. Yıldırımın milyonlarca voltu o kıvılcımı bin kat büyütürdü.
Başbilgin hemen bağırdı, sesi gök gürültüsünü bastırarak yükseldi. "Herkes uzaklaşın! Roket bir yıldırım çubuğu gibi, patlayacak! En küçük kıvılcım tüm aşamaları ateşler, gövdeyi parçalar! Çekilin, rampadan 200 adım geriye!" İşçiler panikle koştu. Islak kumlar ayaklarını kaydırıyor, yağmur gözlerini kör ediyordu. Sekhdukar son bir yakıt bloğunu bırakıp Enlil-Hotep'in yanına sığındı. "Efendim, rampaya acil bir topraklama gerek! Bakır tel bulalım, yere saplayıp bir kazık yapalım!" diye haykırdı, ama fırtına çok hızlıydı. Irsu kapsülün kapısını kapatmayı unutmuştu. Mekanik ibreleri korumak için geri dönmek istedi, ama Tefnut onu kolundan yakaladı. "Hayır! Canın değerli, veri değil!" Grup plato'nun kenarındaki bir tepeye doğru sendeleyerek kaçtı. Arkalarında roket yağmur altında titriyordu. Metal gövdesi şimşeklerin yansımasıyla parıldıyordu.
Tam herkes güvenli bir mesafeye ulaşmış, nefes nefese yere çökmüştü ki gök bir kez daha yarıldı. Tam 200 adım gerideydiler.
ÇAT!
En korkunç şimşek bulutların karnından fırladı. Mavi-beyaz bir mızrak gibi roketin tepesine, üçüncü aşamanın nozülüne indi. Ani bir çatırtı çöldeki herkesi sağır etti. Yıldırımın gücü alüminyum gövdeyi titreterek içindeki iletken yolları doldurdu. Elektromekanik zamanlayıcılar anında eridi. Piroteknik cıvatalar erken patlayarak aşamaları ayırdı. Ve sonra patlama geldi.
PAT!
Dünya bir an için durdu. İlk aşama yakıt bloğu, 783 kilogram, kıvılcımla alev aldı. Potasyum nitratın oksidasyonu alüminyum tozunu roket yakıtının ötesinde bir cehenneme dönüştürdü. Patlama 600-700 beygir gücündeki itişi kontrolsüz bir yangın topuna çevirip kapsülü yuttu. Dev bir turuncu küre gökyüzünü yalayarak yükseldi. Roket yerden koparcasına sarsıldı. Gövde metalik bir çığlıkla yarıldı. Parçalar 100 metreye varan bir yay çizerek etrafa saçıldı.
GÜM!
İkinci aşama bloğu, 1.135 kilogram, zincirleme reaksiyonda patladı. Seramik kaplı nozullar eriyerek lav gibi aktı, kumları camlaştırdı.
BOM!
Üçüncü aşama, en büyüğü, 1.645 kilogram, platformu yok etti. Mekanik ibreler, yaylar ve barometreler şok dalgasında toza dönüştü. Patlama dalgası plato'yu titretti. Rüzgârı tersine çevirerek kum fırtınası yarattı, yağmuru buharlaştırdı. Gökyüzü siyah dumanla doldu. Toksik nitrat kalıntıları rüzgârla batıya doğru sürüklenerek çölü zehirli bir sisle kapladı. Uzakta Nil'de balıklar ve timsahlar korkudan suyun dışına sıçradı. Sarayın duvarları sarsıldı. Halk şok dalgasını duyup, Nil kıyılarına inip korkuyla dua etmeye başladı.
Enlil-Hotep toz bulutunun içinde öksürerek doğruldu. Yüzü is ve kumla kaplıydı, elleri titriyordu. "Patladı. Her şey yok oldu. Ama kimse yaralanmadı," diye fısıldadı, sesi kırık. Sekhdukar konuştu. "Kapsül ve rampa yok oldu. Yıldırımın enerjisi toprağa yönlenmedi, bu yüzden bu kadar şiddetliydi." Irsu dizlerinin üzerine çökerek enkaza baktı. "Bu bir uyarı mı? Yoksa sadece doğanın rastlantısı?" Tefnut şans eseri kurtulmuş parşömenlerini sıkıca tutarak ayağa kalktı. "Hayır, bu bir ders. Paratoner roket için de gerekliydi. Bakır direk ve yere saplanmış teller yıldırımın yolunu değiştirebilirdi."
Kral Karmen fırtınayı yararak muhafızlarıyla geldiğinde plato bir savaş alanıydı. Roketin kalıntıları, erimiş metal parçaları ve camlaşmış kumlarla doluydu. Enkaza yaklaştı. Gözleri, patlamanın izlerinde değil, ufukta parlıyordu; yüzünde, o tanıdık, hafif çılgın gülümseme vardı. Atından inip Enlil-Hotep'in yanına yaklaştı, ellerini ceplerine sokarak enkazı süzdü. Bir an sessiz kaldı, sonra yüksek sesle güldü; öyle bir kahkaha ki, bilginler şaşkınlıkla birbirine baktı. “Harika! Muhteşem bir patlama!” dedi.
Enlil-Hotep diz çöktü, sesi titreyerek yanıtladı: "Efendim, unuttuk. Saraya koyduğumuz bakır direk gibi rampaya da paratoner gerekirdi. En küçük kıvılcım her şeyi yok edecekti. Yıldırım roketi vurdu, yakıtı tetikledi. Ama herkes kurtuldu."
Kral bir metal parçasını kaldırıp inceleyerek: “Bakın, bu patlama, sizin roketinizin gücünü gösteriyor. 600-700 beygir, ha? Katı yakıtınız, bir yıldırım kıvılcımıyla böyle bir enerji boşalttıysa, bu şey 100 kilometreye kesinlikle ulaşır. Sorun şu: Doğayı hesaba katmadınız. Ama bu, bir felaket değil, bu bir veri noktası!”
Kral bir an sessiz kaldı. Rüzgâr dumanı savuruyordu. Sonra elini Enlil-Hotep'in omzuna koydu. "Bilgi, evet. Gerçek tanrıyı ararken doğanın kurallarını da öğreniyoruz. Bu patlama 100 kilometreyi değil, ama bizi daha güçlü kılacak bir sırrı verdi. Yıldırımı yenebiliriz. Hemen yeniden başlayın. Yeni bir roket yapın, bu sefer göklerin öfkesine karşı zırhlı. Bakır teller ve topraklama kazıkları rampayı bir kale gibi sarsın. Maliyet artsa da krallığımızın hazinesi bu yükü taşır. Halka söyleyin. Bu zafer uydurma tanrıların değil, bizim zaferimiz olacak. Gerçek tanrı yıldızlarda bekliyor ve biz onu bulacağız."
Fırtına dinerken bilginler enkazdan kalan parçaları topladı. Bir ibre, kısmen sağlam, maksimum sıcaklığı göstermişti: 4.500°C, yıldırımın nefesi. İşçiler yaralılarını sararken umutla fısıldaşıyordu. Plato yıkımdan doğan bir kararlılıkla doluydu. Nil'in dalgaları uzaktaki saraya bu haberi taşırken roket projesi küllerinden doğuyordu, daha akıllı ve daha dirençli. Gökler meydan okumuş, ama Kral Karmen meydan okumayı bir merdiven yapmıştı. 100 kilometre hâlâ ufukta parlıyordu.
…
22.5. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: "Vayy, Nil-7! Roket patladı ama kral niye güldü? Üzülmedi mi? Bunca emek boşa gitti diye kızmadı mı?"
Nil-7: "Güzel soru, Sahara! Kral Karmen güldü çünkü patlamada roketin gücünü gördü. 600-700 at gücünde bir enerji, bir yıldırım kıvılcımıyla bile koca bir çöldeki kumu camlaştırdı! Üzülmek yerine, “Bu güçle 100 kilometreye ulaşırız!” dedi. O, başarısızlığı bir ders olarak görüyordu. Bilginler de öyle. Her hata, onları daha akıllı yaptı."
Sahara: "O at gücü neydi? Rüyada yüz tane at fırladı ya..."
Nil-7: "Enlil-Hotep’in rüyası bir fikri doğurdu. Bilginler, bir atın ne kadar iş yapabildiğini ölçtü: 75 kiloluk bir yükü, yüz metrede, yüz saniyede taşıyan bir atın gücüne “bir at gücü” dediler. Sonra roketin gücünü bununla karşılaştırdılar."
Sahara: "Peki ama “at gücü” neden? Neden kuş gücü, fil gücü değil?"
Nil-7: "Güzel bir soru. Çünkü eski zamanlarda arabaları çeken, yükleri taşıyan en yaygın hayvan attı. İnsanlar atın gücünü herkesin bildiğini düşünüyordu. O yüzden at, ölçü için en uygun sembol oldu. Bir makineyi anlatmak için “bu kadar at kadar güçlü” demek kolaydı."
Sahara: "Roket gökyüzüne çıkarken onun gücünü de atlarla mı karşılaştırıyorlar?"
Nil-7: "Evet. Roket, binlerce kilo ağırlığı göğe kaldırmak için yüzlerce atın yapabileceği işi tek başına yapıyor. Bunu da “600-700 at gücü” diye anlatıyorlar. Yani sanki 600 atı aynı anda koşmaya zorlamışsın gibi."
Sahara: "Bu roketi neden 100 kilometreye çıkarmak istiyorlar? Daha yukarıya neden değil?"
Nil-7: "Çünkü 100 kilometre, gökyüzüyle uzayın sınırıdır. İnsanlar oraya ulaştığında, artık Dünya’nın havasından çıkmış sayılır. O yükseklikten bakıldığında, Dünya’nın yuvarlaklığı görülür, gökyüzü siyaha döner ve yıldızlar gündüz bile görünür."
Sahara: "Nil-7… Roket gökyüzüne çıkınca neler göreceklerdi? Ben de orada olsaydım, ne görürdüm?"
Nil-7: "Sen orada olsaydın, Nil’in mavi çizgisinin bir ip gibi kıvrıldığını, çöllerin altın bir halı gibi uzandığını görürdün. Gökyüzü siyaha döner, gündüz vakti bile yıldızlar parlamaya başlardı. Ufuk eğrilirdi, dünya yuvarlanırdı gözlerinin önünde. İşte, bilginler o anı merak ediyordu."
Sahara: "Ama bu kadar büyük bir roketi yapmak zor değil miydi? Ya patlarsa?"
Nil-7: "Evet, zor ve tehlikeliydi. Ama unutmamalısın: İnsanlık her zaman tehlikelerle öğrenir. Patlayan her roket, aslında yeni bir ders olur. Başarısızlık bile bir bilgidir. Kral da bunu biliyordu; o yüzden ‘hızlı deneyin, hızlı başarısız olun, hızlı öğrenin’ dedi."
Sahara: "Nil-7, senin gücün kaç at gücü?"
Nil-7: "Benim kas yerine kullanılan yapay fiber demetlerimin gücü atlarla ölçülmez Sahara. Ama istersen seni sırtımda 10 leopar gücünde koşturabilirim"
Sahara: (kahkahalarla) "O zaman seninle Afrika Olimpiyatlarında binicilik yarışını kesin biz kazanırız!"
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.