Kalbe Düşen İkindi – Manevî Deneme / Tasavvuf Sohbetleri / Aşk
Dünya, kimi zaman sevdiklerimizle, kimi zaman korktuklarımızla sınandığımız bir imtihan yeridir. Bu eser; kıssalar, menkıbeler ve sohb...
Günlerden bir ikindi vaktiydi. Güneş, sanki Mehlika’nın gönlünde sönmüş ışıkları hatırlatmak istercesine solgun ve çekingen batmaya hazırlanır gibiydi.Rüzgâr, ıhlamur kokularının arasından geçerek usulca şalını savurdu. Fahriye Teyze'nin ısrarı üzerine, sonunda kabul etmişti bu görüşmeyi. "Bir konuşayım da bitsin," diye fısıldamıştı kendi kendine. İstemiyordu aslında. Yabancı bir adamın karşısına geçmek, annesinin yokluğundan, Mehmet'in yâdigâr bakışlarından sonra, yüreğine en uzak gelen şeydi. Fakat ısrar, tevekkülün önüne geçmişti bu defa.
Çay bahçesinin en kuytu köşesinde, sessiz bir masa... Adam oradaydı; gözlerinde bir nezaket, bir suskunluk. Mehlika geldiğinde ayağa kalktı, bir beyefendinin edasıyla sandalyeyi çekti. — "Hoş geldiniz Mehlika Hanım," dedi alçak sesle, “beni kırmadığınız için teşekkür ederim.” Mehlika başını eğdi, sadece "estağfirullah" diyebildi. Ellerini dizlerinin üzerinde kenetlemişti; bir cümle kadar bile rahat değildi.
Bir süre sessizlik oldu. Çaylar geldi, fakat kimse dokunmadı. Adam, karşısındaki genç kadına baktı uzun uzun. Bu bakışta ne dünyevî bir istek vardı, ne de ukalâ bir hayranlık. Yalnızca bir sükûnet... bir hayranlıkla karışık merhamet.
Sonunda konuştu, kelimeler neredeyse titreyerek döküldü: — "Mehlika Hanım… Bilirim, birini sevmişsiniz. Ve evet, hâlâ o sevdanın yankısı kalbinizde yaşamaktadır. Lâkin bilmem ki, o sevda sizi nereye taşıdı? Ayrılığın, kırgınlığın, sessiz bir bekleyişin eşiğinde değil misiniz hâlâ?
Birini böylesine sevmek… Ve o sevdayla hâlâ yanmak… Hele de size lâyık olmayan birinin ardından… Bu gönül, daha ne kadar taşır o yükü Mehlika Hanım? Siz, sevilmeyi en ziyade hak edenlerdensiniz oysa ki.
İsterim ki, kalbinizde bana da bir zerre yer açasınız. Ben, her şeyden evvel sizi mesut görmek isterim. Zaman, kalbinizin kapılarını aralarsa eğer, biliniz ki ben o kapıdan şükürle gireceğim.
Her hatıranıza, her sükûtunuza, her kırgınlığınıza hürmetle yaklaşacağım. Size lâyık bir muhabbet, bir hayat sunmak isterim. Kısmet olur da Rabbim muradımızı bir eder ise, hayat arkadaşım olmanızı dilerim…"
Mehlika başını kaldırdı, ilk defa doğrudan gözlerinin içine baktı. Bir yanda nezaketle örtülmüş bir yorgunluk, bir yanda da yüreğine sığmayan o eski sevdanın sessiz isyanı... — "Ben," dedi kısık bir sesle, "ben unutmak istemiyorum. Unutmak, onu inkâr etmek gibi geliyor bana. Hem, benim kalbim artık misafir kabul etmiyor beyefendi. Orası bir mezar gibi sessiz, bir dua gibi dokunulmaz…"
Söz bittiğinde adam hafifçe başını eğdi. Saygıyla, mahcubiyetle. Sanki Mehlika'nın her kelimesiyle biraz daha sevmeyi, biraz daha vazgeçmeyi öğreniyordu.
Mehlika sandalyesini usulca itti, ayağa kalktı. — "Müsaadenizle," dedi, "benim için bu kadar yeterli." Adam bir şey demedi, sadece ayağa kalktı, yoluna hürmetle çekildi. Mehlika yürüyüp gitti. Arkasında, çaydan yükselen buhar gibi tüten bir sükût kaldı. Ve adam, o sessizlikte kendi kendine mırıldandı: "Ne garip… bazı kadınlar, sevilmek için değil, sadece sevmek için yaratılmış."
Eve geldiğinde, kapıyı sessizce kapattı.Dışarıda gün batıyordu, ama içinde gece çoktan çökmüştü. Mehlika, başını masaya koydu ve saatlerce hıçkırarak ağladı. Gözyaşları sessizliğin içinde yankılanıyor, kalbi her damlada Mehmet'i çağırıyordu.
Ve sonra, eli kalemi tuttu. Sanki karşısında ve okuyacak her satırı… Ama biliyordu ki , belki bu satırlar hiç ona ulaşmayacak. Yine de yazmak istedi, çünkü kalbi yazarak teselli buluyordu. Bazen bir kalbin içi,yalnız Allah'a açık bir sırdır.Eğer bu yazıyı sen okuyorsan…
Mehmet... Ey gönlümün nûrânî ve latîf sahib-i…
(Hıçkırıklarla başını masaya koyar, gözyaşları sessizce süzülür…) Ah… ne kadar yorgunum, ne kadar mahzunum… Ve hâlâ senin adın dudaklarımda, yüreğimde bir nûr gibi parlıyor.
(Bir nefes alır, kalemi eline alır, titrek ellerle yazar…) Bil ki, kalbim hâlâ sana mübtelâdır; başka bir gölgenin varlığına gönlüm asla rıza göstermez. Ne dünyevî bir arzu, ne de başkasının yakınlığı bana sükûn vermez. Senin yokluğunda bile ruhumun en derûnî köşesi seninle doludur.
Ey sevgili… Ben seni öylesine hâlis, öylesine saf bir muhabbetle sevdim ki, başka bir varlığa yer yoktur kalbimde. Hatıran her düşüncemde bir duâ gibi yükselir; her özlemim, her sessizliğim sana mahsustur… (Hıçkırıklarla durur, kalemi bir an bırakır, derin bir nefes alır…)
Belki bir gün bu satırları okursun… Ve bil ki, her kelimesi gönlümün en hâlis hâliyle yazılmıştır. Ve bir defa daha fısıldarım: Benim muhabbetim, sadâkatim ve kalbim yalnızca sana meftûndur. Başkasının gölgesinde huzur bulmak bana haramdır. Seninle olmak, senin yanında kalmak… işte tüm arzum budur… (Hıçkırıklar arasında bir süre sessizce kalır, sonra yeniden yazar…)
Hâlâ seni seviyorum… Hâlâ seni seviyorum...
Kor olan gönle, suyu ateşten sunmuşlar. Sönmek mi? Hâşâ… Seven, ateşte pişer de yine de "Eksilmesin bu yanış" der. Zira bu yangın, sevdiğine yakınlığın en latîf nişanesidir. Ve bil ki, kalbim her daim sana açıktır… Her fısıltım, her duam, her gözyaşım sana aittir… Ey kalbimin sükûn nûru… Ey gönlümün hâlis nûrânî sahibi… Ey sevdamın en latîf ve nâzik izâhesi…
Senin yokluğun da bana bir ders, bir sabırdır; Her gözyaşım bir dua, her hıçkırığım bir itiraf… Ve bil ki, sevgilim… Ne olursa olsun, kalbim sana meftûndur; her fırtınada, her firak anında, her gecede… Sadece senin adını anar, sadece seninle dolup taşar…
Gözyaşlarını sildi. Defterin arasına kendi kalemini uzattı. Başka bir sayfaya, titreyen harflerle şunları yazdı: "Bazen diyorum ki, "Unut," ama kalbim bana ihanet ediyor; çünkü sen, kalbimin en derin köşesinde, hiç gitmeyecekmiş gibi yer etmişsin.
Gözden ırâk olsan dahi, gönülden ırâk olmazsın. Senin şeklin kalbimin mir'âtına nakşolunmuşdur. Gamın bana safâ, hicrânın bana vefâdır. Sen ki aşkın tâ kendisisin; ben ki aşkına mihneti cânâne göze almışım."
Duasıyla yaşayan Mehlika.
Muhabbetle, selâmetle… Konuşmaktan ziyâde, susmayı bilenlere… El ele değil, gönül gönüle yürüyenlere… Kalbini mektuba, mektubunu duâya çevirenlere, Ve aşkı yalnız Allah'a emanet bilen sevdalılara bin selâm ola.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.