Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
Halisane Duygular
Bir Kenar Mahalle Çocucuğunun Hayat Hikayesi...
2. Bölüm

Bir Hikayenin Başlangıcı

21 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum






Bir Hikâyenin Başlangıcı:

Benim hikâyem, doğum tarihini net olarak bilmesem de babamın ifadesine göre 1966 yılında Salıbaba’da başladı, daha doğrusu Mornik’te! Çünkü o yıllarda Salıbaba diye bir mahalle yoktu. 1977 yılında mahalle olup ayrıldık, ilk göz ağrım, sokaklarında yılların yorgunluğu olmasına rağmen yiğidi harman gibi olan Mornik’ten…

1973 yılını çok iyi hatırlıyorum. Babamın kahvesinde bir radyo vardı. İnsanlar onunla ajansları dinler, Kıbrıs Savaşı hakkında bilgi sahibi olurdu. Sonra müşteriler babamı zorlayarak siyah beyaz bir tv aldırdılar. Televizyon ilk kurulduğunda başındaydım. Televizyonu açar açmaz bir kovboy filmi çıkmıştı. Siyah adamlar beyaz bir adamı yakalamış, ağaca bağlamış, biraz sonra içinde haşlayacakları kazanı da ateşin üzerine koymuşlardı. Beyaz adam meselenin ne olduğunu sorup duruyordu. Sonra siyahilerin reisi çıkageldi ve “Mesele basit, gebereceksin.” demişti. Ben de meselenin ne olduğunu o yıllarda koydum kafama çünkü benim de meselem vardı. Ne miydi? Benim meselem “yoksulluk hastalığı”ydı.

12 kardeşin kaçıncısı olduğumu vallahi bilmiyorum. Bugüne kadar da hiç merak etmedim. Bildiğim tek şey, yedi kardeşimi bu hastalığa kurban vermemizdir. Babamın kahvesi ve sanayi hattında bir dolmuşu vardı. Ve ben birinde muavin oluyordum diğerinde bulaşıkçı. Aynı zamanda hayvan alım satımı yapardı babam, bunun yanında eşbabiye, çökelek, yağ, dut gibi şeyleri de.... Haliyle onlara da adam lazımdı. Hayvan otlatma işi bana düşerdi en çok. Zevkle yapardım bunu. Sabah evden çıkarken çıhını doldururdu rahmetli anam öğlen zamanı yemem için. Tek başıma gitmezdim tabii ki. Mahallenin çocuklarıyla giderdik. Hâlâ kulaklarımdadır “Alman bağlarının oralara gitmeyin oğlum, orada bir celep kesmişler.” sözü. Vah vah… Kırılsın feleğin altın dişi. Kırılsın da murat almasın bir halkı açlık ve sefalete mahkûm ederek kendi krallığından ödün vermeden hayat sürenler!

Sevgili okur,
Bu kitapta üç aşamalı bir hayat serüveni okuyacaksın.
Salıbaba, Özer Çeşme ve Akçakiraz.
Birinde doğdum, birinde çok şey öğrendim, diğerinde daha ilerisini görmek için mücadele ediyorum. Anlatacağım tek tek, sen okumaya edersen devam !

Hayatımın kısa özetinden başlamak istiyorum. Doğum tarihini net olarak bilmeyen ama yağmur yağdığında odanın ortasına leğen koyulan damda yaşadıklarını unutmayan orijinal bir “Elazığ Gakgo”suyum. Hayatımın ilk yirmi yılı Salıbaba, Mornik ve Yıldız Garajı arasında mekik dokumakla geçti. İkinci yirmi yılı Özer Çeşme’nin lokkolarıyla hayatı öğrenerek, son yirmi yılı da Diyarbakır yolunda daha ilerisini görmek için didinmekle geçiyor. Umarım daha fazla uzamaz bu ömür. Neden?

Bir dostum “Otuz yaşına kadar evlenmeyenin, kırk yaşına kadar mal sahibi olmayanın, altmış yaşında da ölmeyenin Allah belasını vermiştir.” derdi. Ben, onun dediklerini bire bir yaşayarak altmış yaşına merdiven dayadım. Artık yeter! Uzatırsa işim fena olur çünkü ben kırka kadar saza bara, elliden sonra camide ara, ölene dek hocanın başına bela olarak yaşayanlardan ve böyle bir yaşamı da yaşamak sayanlardan değilim. Bu yaştan sonra rabbe emanetini teslim edip şerefimle yaşadığım bu dünyadan göçüp gitmek en güzelidir benim için. Hayırlısını nasip eylesin Hude! İnşallah bir gün o da gelir; kazasız, belasız ve kimseyi kırıp dökmeden çeker giderim huzur içerisinde asıl mekânıma hem de vicdanım rahat bir şekilde… Her evde düğün olmaz ama cenaze illa olur. Ben de o günü bekleyeme başladım duman inmişken gözüme.

Yazmak zor iştir, demiş şair. Ben kolay sanırdım. Meğer gerçekten zormuş çünkü kitap yazmak başka, Elazığ’ın sorunlarını yazmak bambaşkadır. Birinde yazar geçersin, ötekinde ya adam olursun ya da adamı yakarsın. Bu yüzden kırk defa düşünüyor, kırk defa da yazıp siliyorum ki yanlış bir şey yazarak kimsenin hayatına sebep olmayayım.

Tanıyanlar bilir ama tanımayanlar da illaki olacaktır beni. Kim olduğum ne olduğum önemlidir tabiki. Anlatayım da öğrensin herkes.

Katırların servet olduğu yılların çocuğuyum ben. Doğumumdan bugüne Elazığ’da yaşarım. Bugüne kadar kendi halinde mütevazı bir hayat sürdüm. Yaşamım boyunca kimseyi kırmadım ve çok şükür kırılmadım da. Jandarma, polis ve hâkimden sorma beni. Olmaz onlarda kaydım kuydum çünkü ömrüm boyunca pişman olduğum hiçbir işi yapmadım. “Allah’ın ve devletin menettiği işlerden uzak dur oğlum. Bil ki ikisinin de tokadı çok fenadır. Vurdular mı insanın feleği şaşar!” dediği için babam. Yanlış anlama beni. Kendimi methetmeyi sevmem ama bu kitapta kalbi temiz, yüreği hışhışik olmayan biriyle tanışacaksın. Adımlarımı emin ve kararlı adımlarla atan, başkalarının boyunduruğu altında yaşamak yerine ölmeyi tercih eden, hayat yolunda yürürken kendi bileğinden başka kimseye ihtiyacı olmayan biriyle “Can!”
“Bu zamanda mı?” diyerek burun büküp küçümseme. Merak etme, yazdıklarımı okuyarak buna sen karar vereceksin. Kenar mahallelerin günahsız çocuklarını bilir misin? İşte ben, tam da onlardanım.

Kerpiç damlarda tezek dumanıyla büyüyen o neslin evladına selam olsun. Hep aynı kaderi yaşayarak geldik bugüne. Düştük, kalktık, koştuk… Arap yarımadasında Makedon dansı oynamak nedir bilmeden hem de!

Ben; çocukluğu yoksullukla geçen, gençliğinde kendini ticaretin içinde bulan, olgunluğunu da doya doya yaşayanlardanım “Gakgo”m. Şunu iyi bil ki ömrümün her döneminde vicdanla yaşadım. “Zaza”yım, aynı zamanda “Suran” aşiretindenim. Mücadele, başarı, sevda, vefa, dostluk, arkadaşlık… Her biri ayrı bir iz bıraktı. Ben de onları kaleme alarak ölümsüzleştirmek istedim ki öldüğümde benimle birlikte toprak olmasınlar, diye.

İlkokul mezunu, aşkı Elazığ, sevdası Türkiye olan biriyim. Siyaseti de bilmem, insanları kullanıp çöpe atmayı da! Haktan yanayım, doğruları konuşmaktan kaçmam. Vicdanı olan herkesin kardeşi, merhameti olan herkesin de dostuyum. Acılarım da vardır yüreğimde, sevinçlerim de. Ama gözyaşlarımı görmez kimse. İyi ki yapmışım dediğim şeyler de var hayatımda, aynı zamanda keşkelerimde. Seviliyorsam gurur duyarım, sevilmiyorsam saygı duyarım. Yolum düzdür. Allah’ıma inanır ve ancak ona taparım. Göründüğüm gibi değil, olduğum gibi görünen biriyim. Ne imama bel bağlar ne de keşişten medet umarım. Elimden geldiğince iyilik yapmayı seven, fedakâr bir yapıya sahibim. İnançlı, merhametli ve idareciyim ama bazen bunun kurbanı olurum. Ömrüm boyunca kimsenin gölgesi altında yaşamadım, yaşamam da. “Yezit gibi yaşamaktansa Hüseyin gibi ölürüm.” diyenlerdenim.

Hayatın en dibini de en zirvesini de görerek geldim bugüne. Çetrefilli iş olmaz, kolo polo da bilmem. Güneşi sağ elime ay’ı da sol elime verseler doğru olduğuna inandığım yoldan dönmem.

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı bir yaşam biçimim var. Cumhuriyet yanlısı bir demokratım. Onurum, her şeyden önce gelir benim. Bir lokmam eksik olsun ama alnım açık olsun isterim. Geldiğim yeri hazmettiğim gibi gideceğim yeri de bildiğim için küçücük umutlarla mutlu olanım. Irkçılık nedir bilmem. Renk ve dille de olmaz işim. Ne başörtülü bacımdır benim derdim ne de top sakallı Haydar. Özgürlükten yanayım, insanlıktan, adamlıktan! Bilirim ki nur yüzlü hacı dayımın da yaşamaya hakkı var, Agop’un Meyhanesi’nden çıkmayan sarhoşun da bu ülkede… İnşallah sen de öyle düşünüyorsundur. Uzun lafın kısası Elazığ gibiyim ben. Elazığ kardeşliktir. Sevgi ve saygı başta olmak üzere asilliktir. Suyunun sertliğinden midir nedir bilmem. Onun bağrında yaşayanlar cesur ve korkusuz olur. Kolay kolay yıkılmaz, dağlarda açan çiçekler gibi her mevsim başka çiçekler açar.

Kavgayla olmaz Elazığlıların işi. Barışçıdırlar. Aynı zamanda darbelere karşı dirençli ve mücadelecidirler. Ben de Elazığlıyım. Fırat ve Dicle gibi asi ve heybetli bir o kadar da nazlı akarım. Bazıları baksa da bana şaşı, ben yetmiş iki ırka tek gözle bakarım. Güçle olmaz benim işim, kendini beğenmişlerle de.

“İlkokul mezunu birinin kitap yazması neyine? Neyine bisiklet gidip çarpa Valiye!” diyerek cığızlık etmeden okumaya devam et. Menfaat için yazmadım bu kitabı. Benim menfaatle işim bugüne kadar olmadı bundan sonra da olmaz. Bazı hayatlar anlatılmazsa yok sayılır. Ben yok sayılmaya razı değilim. Ne kendi hikâyemi, ne de benim gibi olanlarınkini… Sen hayatı öğrenesin, insanlar nasıl bir ömür sürmüş de bir yere nasıl gelmiş bilesin diye yazdım. Allah nasip ederse yazıp bitirecek, okumaları için sevgili okurlarıma hediye edeceğim.

Bil ki okuyacakların ne eksik ne fazla; yüreğimden dökülen yaşanmışlıklarım, acılarım, sevinçlerim, özlemlerim ve hayallerimdir. Yazdıklarımı süsleyenim de yoktur benim, kalemimi kullanabilecek biri de hayatımda. Bu arada ilkokul mezunu değilim. 6 aylık bir imam-hatip serüvenim de var. Merak etme, ileriki sayfalarda oradan nasıl kaçtığımı da anlatacağım. Uzun yıllardır Elazığ ilinde ticaretle uğraşıyorum. Yıldızlar Otomotiv firmasının kurucusu ve sahibiyim. Şu an emekliliğin tadını çıkarmaya çalışsam da boş durmak bana göre değil. Gece gündüz demeden çalışır dururum. Sen de çalış. Çalış ki kendini efendi seni de köle olarak gören, devenin önünde giden zillere muhtaç olmadan alnı açık şekilde de yaşayabilesin. Yüce Allah’ım yüreğiyle yaşayanlara yoldaş, sabrıyla yürüyenlere sırdaş olsun.
Ömür defterimde biriken çok şey olduğu için nereden başlayacağımı bilmiyorum ama elimden geldikçe yazacağım. Okuyup değerlendirirsen sevinirim.

Ben, hayatın bir yarış değil; bir iz bırakma meselesi olduğuna inanıyorum. Bu yüzden de istiyorum ki insanlar yaşarken hayatlarına güzellik katıp artlarında iz bıraksın. Umarım iz bırakanlardan oluruz.

Benim hikâyem burada bitmez “Can!”
Senin yüreğinde devam eder. Oku, hisset, yaşa ve yaşat…
Eminim ki hayat yolunda ne öğrendiğimi merak ettin şimdi. Geçti bu kalbinden. Anlatacağım elbet… Önce güzel bir şiir yazayım da gönüller ve gözler yorulmasın. Ardından devam eder gideriz hayat yolunda öğrendiklerime.

“Yüreğimle kalemim arasında bir köprüdür benim şiirlerim.
Yaşanmışlıkları anlatır, duygu yüklüdür, düşündürür okurken.
Dumanla örülmüş geceler gibi sisli,
Tütün kokusu sinmiş satırlar gibi gizli şifreler içerir.
Her kelime bir yara, her nokta bir iç çekiş,
Her cümle bir acıyı anlatır, şiirden anlayana.
Geçmişle bugün arasında bitmeyen bir geçişi anlatırım çoğunlukla.
Bazen “Yeter Gakgo!” derim kendime, bastırmak için sızıyı,
Bazen de koçyiğitlere idam yazanlara isyanımı anlatırım.
Mapushane ranzalarına uzanırım zaman zaman hayaller kurarak…
Kader mahkûmlarının sesi olmak için!
Yarasını yüreğine saklayanlardan da bahsederim,
Sekiz çocuğuyla gecekondularda yaşam mücadelesi veren Necmiye Abla gibilerden de.
Çok mu büyük bir şeydir şiir yazmak?
Sana göre boş iş olabilir.
Her insan, kendi çilesinin şairidir.
Deftere yazarsa şiir, içine yazarsa dert olur, demiş şair.
“Ahmet’i soruyorsun, ‘Nasıl bir çocuktu?’ diye.
İşte böyle masum, böyle sevecen ve nazik…
Zalime serttir, mazluma yumuşak demek varken,
Hikâyesini bilmediğin şiir hakkında yorum yapma!
Bil ki şiirler, onları yazanlar gibi kutsaldır.
İçseldir şiir.
Öze ve yazana aittir.
Sanma divanedir,
Dil sakidir, yazılan ise şerbet, derim.
Sana dost tavsiyesi olsun benden:
Yüreğinde hüzünle öfke dans ederken, sen de yaz.
Bir yanda umut sessizce köşede bekler,
Gözlerim dumanı görür, kulaklarım çığlığı duyar,
Ama elim kalemi bırakmaz, anlatır derken.”
Nasıl oldu, gitti mi hoşuna dostum? İnşallah gitmiştir. Çünkü benim şiirlerim şiirden çok yaşanmışlıkları anlatır. Anlık bir şeydir şiir. Ansızın gelir insanın aklına. Anı değerlendirirsen su gibi akar durur. Bil ki geliyor, çarpıyor, geçiyor. Tutabilirsen kâğıda döküyorsun, tutamazsan içinde kalıyor. Sonra da yıllarca kanayıp duruyor, kabuk bağlamamış yarada. Sana bu konuda tavsiyem, yazman ve özenmendir bu işe.
Ancak hikâyesini kendin yazdığın şiiri başkasına okutma. Neye mal olursa olsun, kendin oku. Yanlış anlama beni “Can!” Senin şiirini başkası okuyunca hoş olmuyor.
Yakışmıyor başkasının hikâyesi anlatmak bir başkasına. Bu demek değildir paylaşımcı olma. Paylaş elbette. Hatta daha ileri giderek beynin arkasında kalan bilginin kimseye faydası yoktur diyerek tüm bilgiyi masaya yatırarak yap bunu. Ama bazı şeyleri yukarıda dediğim gibi kendin yap. Hiçbir şey yapamıyorsan, yaz ve biriktir. Günü geldiğinde lazım olacak sana. Ben, çocukluğumda severdim bu işi ama akl edip biriktirmediğim için şimdi suçlar dururum içimdeki çocuğu. Sen de düşme benim durumuma. Çocukluk anılarından başlayıp çetelesini tut gitsin yaşadığın her anın.
Bakarsın bir yürekte derin izler bırakır.

Şimdi derin bir nefes al ve kitabı kapatıp kendini bir güzel yokla, ben nasıl bir hayat sürdüm, benimde anlatacak bir hikâyem var mı ya da olacak mı, diye. Sanırım yeterince anlattım kendimi. Şimdi ne yapalım? Mığıya mı gidelim yoksa Hoğuya mı?
Mığı dedim de aklıma geldi. Dur sana bir şey anlatayım da biraz gül, sonra devam ederiz bir yerden. Vakti zamanın Tuncelili bir kız Mığılı bir gence kaçar. Kızın annesi ah u figan eder de eder. Bir kadın yaklaşır yanına. Kız anam nedir bu kadar ağlıyorsun? Erkek tarafı da bizdendir, diyerek teskin etmeye çalışır. Kızın annesi döner ve asırlar boyu unutulmayacak bir laf eder. Niye bizden olsun, Mığılıdır o Mığılı, der. Millet başlar gülmeye. Sen de gülmek istiyorsan eğer Mornik ve Mığılı biriyle dost olmanı öneririm. Tam da burada Mornik’in eskilerini yâd edip öyle geçmek istiyorum hayatımın çocukluk yıllarından bugüne kadar olan güzelim günlerine.

Ah Mornik!
Demir kapı, taş duvar, kör pencere,
Şemsi göl, Çale çimento, eğinik kerpiç evler.
Haki Beğ, Cındo Dayı, Tilki Mevlüt…
Yine düştü hatırıma bizim Mornik!
Kehrizin göze başı,
Tamer abenin bahçesi,
Şişko Musto’nun horatası…
Heç unutulur mu Mahmut Bölükbaşı’nın şakası?
Kamogilin Nurettin, Macir Rasim amca, Tırtır Kazım.
Alevî’si, âşıkları, Zaza’sı, Kürd’ü,
Bir de milliyetçi çocukları…
Hep aynı harmanın bekçileriydi Mornik’te.
Yaşadım orada yirmi yıl,
Doymadım taşına toprağına.
İnsanları bir dünyaydı,
Yoktu ayıya kaval çaldıran!
Rabia ablayı çok severdim, sanki bir filozoftu.
Kamyoncu Yusuf abe, Cangerlerin Hakkı amca,
Babamın iyi dostuydu Gürlerin rahmetli Ahmet!
Nur içinde yatsınlar.
Laf ustasıydı Çulcu Memet, Kuyucu Bekir emmi.
“Esselamün aleyküm Allah’ın evi, ben Hıntogilin Ali…
Ver sırtıma büyük bir halı!” diyen de vardı Mornik’te,
İnsanlık, adamlık, komşuluk, en önemlisi dostluk ve ahbaplık…
Bu yüzden seviyor,
Ah Mornik, yıkık kalaydın da viran olmayaydın.
Sen varsan ben sağım diyorum.
Çepik çalsın kızlar, oynasın köçek Osman!
Ölmesinler, almasın felek…
Karaçalı suyundan,
Arpacının unundan,
Yeni çıkmış fırından
Taze simit, diye bağıran Seloları…
Gün aydın kalsın hep, kararmasın umutlar.
Kurnazlığı sanat yapmasın pilekler.
O dönemde fakirlik ve yoksulluk çoktu,
Bunu edemeyiz inkâr…
Ama hiç kimse yılan gibi soğuk değildi.
Seviyorsak çok görmeyin,
Bizim zamanımızda yoktu kelekler!
Elindeki tek sermaye cahilin taşı olanlarda…
Dört çeşmesi vardı, suyu durmadan akan.
Bir de sorduğun zaman:
Nasılsın, iyi misin? diye,
Ben iyiyim, sen ülkeden haber ver.
Hâlâ abdest alıp çalıyorlar mı
Tüyü bitmemiş yetimin hakkını?”
Diye cevap veren Memed Gakgo gibiler!
Şimdi gidiyorum…
Gönlüm hep sende,
Yüreğimde de hep sen olacaksın.
Hoşça kal, dostça kal…
Bugün senin bağrında
Zeytin tanesiyle bölünen ekmek olmasa da
Vicdan hâlâ aynı sofrada oturuyor, bunu bil…
Saygı ve sevgilerimle Mornik!
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL