YETERKİ UMUTLAR SÖNMESİN
“Umut’un Yükselen sessiz çığlığı”
...
Devamını oku »
Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık çürümüş düzenin şifresi gibi kokuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil, bir papatya içeri sızdı. Papatya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna dayadığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dâhil değildi.
“Bu sınıfta çiçek açmaz,” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zorunda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defterine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgâr kapıdan değil, parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değilduyunun devrimiydi.
Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgarı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil, sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dalga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “Ben bir şimşek sesi duyuyorum” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığlık sahneye çıkmak istemedi. Bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkâr etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya kokusuyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil, duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı.
Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama düşüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut dinledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil, gülü anlamakla geçti sınavdan.
...
Devamını oku »
Umut sırasına oturduğunda gökyüzü sessizdi ama sınıfın tahtası bağırıyordu: “İsim tamlamaları!” O an burnuna bir toprak kokusu değdi; sanki alfabenin rengi kahverengiye döndü. Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık—çürümüş düzenin şifresi gibi kokuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil, bir papatya içeri sızdı. Papatya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna dayadığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dahil değildi. “Bu sınıfta çiçek açmaz,” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zorunda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defterine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgar kapıdan değil, parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değil—duyunun devrimiydi. Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgarı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil, sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dalga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “ben bir gök sesi duyuyorum” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığlık sahneye çıkmak istemedi—bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkar etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya kokusuyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil, duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı. Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama düşüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil—duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut dinledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil, gülü anlamakla geçti sınavdan.
Kuşla Bakışma
Umut pencereye döndü. Herkes tahtaya bakarken o dışarıyı izledi—ama görmedi, duydu. Aynı kuş yeniden geçti mi bilmiyordu ama gözleri kuşun izinde kaldı. Bu kuş, sadece bir hayvan değil—duygunun kanatlanmış haliydi. Umut kuşa baktı ama ilk kez kendini görülür hissetti. Kuş durdu mu, döndü mü, yoksa sadece ona mı öyle geldi? Bir an, gözlerinde bir parıltı belirdi. Sınıfın sesi geride kaldı, göz temasında yankı büyüdü. Dili yoktu, ama bir kelime doğdu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına "Ben" yazdı. Kimse okumadı ama o ilk kez okudu—kendini. Yazmak bir eylem değil, bir aynaydı o gün. Kuş gökyüzünden ona bir kelime bıraktı. O kelime konuşmuyor ama iç sesi yankılanıyordu. Arkada biri sandalyesini sürttü ama Umut o sesi buluta çevirdi. Tahta konuşurken o kuşun sessizliğini dinliyordu. Bedeni sınıftaydı ama ruhu kuşla göçtü. Öğretmen arkasından adını söyledi; Umut cevap vermedi, çünkü adı yeni doğuyordu. Gözünde bir harita çizildi; kuş rotası, duygunun izi. O gün alfabe bir uçuş denemesine dönüştü. Kanat kelime oldu, kelime iç ses oldu, iç ses ritim oldu. Sınıf hâlâ yerindeydi ama Umut’un sözcükleri gökyüzüne kondu. Bir arkadaş dürttü: “Sen ne yapıyorsun?” diye. Umut gülümsedi ama cevap vermedi—çünkü cevap görmek değildi, görülmekti. Defterine döndü, ikinci bir kelime yazdı: “Ses.” O kelime sessizdi ama yankısı yüksek. Kuş pencerenin kenarında bir an durdu, camdan içeri girmedi ama içeri geçti. Umut "Ben" ile "Ses"i bağladı—iki kelime, iki parıltı. O gün okul kıvırmadı ama Umut kıvrıldı, gökyüzünü sayfaya çizdi. Kuş uçtu, ama Umut’un sesi kaldı: görülmenin izi gibi bir kıvım. Öğretmen sırasına yaklaştı ama defterin kelimeleri çoktan göç etmişti. Ve o gün Umut, kendini ilk kez duydu: kelimeyle değil, kanatla.
Beni Gör” Manifestosu (Absürt Mizah Perdesi)
Hasan öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın sinir sisteminde elektrik yüklü bir sessizlik vardı. Ön sıradaki kız “sessizce tuvaletim geldi” dedi, ama sesi duyulmadı—çünkü tahtadaki tebeşir utanmıştı. Hasan cetvel yerine bir ayna çıkardı. Öğrenciler “Bu selfie dersi mi?” diye fısıldadılar. Ayna tahtaya tutulunca birkaç öğrenci kendini gördü, birkaç kişi ışığa doğru hamile kaldı. Bir öğrenci aynaya bakınca yüzündeki sivilcenin babasını hatırladı. Hasan yazdı: “Bugün sizi ben değil—kendiniz göreceksiniz.” Sınıf anlamadı ama duvar anladı, çatladı. Bir öğrenci ayağa kalktı: “Ben duvarla aynıyım.” Öğretmen susunca tahtadaki yazı kendi kendini sildi. Bir kız aynaya bakıp “Ben rüyamda tırnaklarımı sevmişim” dedi. Bir çocuk “Ben altıma kaçırmadım, sadece sistemi terk ettim” dedi. Sınıf gülmeye başlayınca lambalar dans etti. Bir çocuk kahkaha atarken sandalyesinden düştü, sesi döviz gibi yankılandı: “Gülmek anayasal hakkımdır!” Hasan sustu ama içinden “Bu sınıf artık bilgi değil, biyoakış taşıyor” diye düşündü. Ayna parladı, birkaç öğrenci gözlerini kapattı: “Ben içimde kayboldum.” Öğretmen tahtadan indi, yere oturdu: “Bugün bilgi değil, mizah öğretilecek.” Bir kız: “Hocam ama annem güldüğümde yemek vermiyor” dedi. Hasan: “O zaman gülmeyi gizli yemin yapalım,” dedi. Bir çocuk el kaldırdı: “Ben annemi güldürünce tuvalete gidemiyorum.” Diğer çocuk yanıtladı: “Ben altıma güldüm.” Sınıf artık sadece mekan değil, duyguların yürüyüş bandıydı. Bir sandalye konuştu: “Ben artık sırt taşımıyorum.” Hasan aynayı kendine çevirdi. Aynada Leyla çıktı. Hasan gülümsedi: “Ben, senin devamıyım.” Bir öğrenci aynayı yaladı—mektup gibi. Gülüşler sıralarda değil; göğüste atıyordu. Bir çocuk başını deftere koydu: “Ben artık alt başlık değilim.” Hasan tahtaya dönüp yeni başlık yazdı: “Görülmenin fizyolojisi.” Sınıf alkışladı, ama sessizce—çünkü bu bir yemin dersiydi. O gün kelime yoktu, sistem sızdı, gülüş devrim oldu. Ve mizah, altına kaçırma değil—başkasına umut sızdırma şekline dönüştü
...
Devamını oku »
📘 Kalemini Yutan Öğrenci – Genişletilmiş Sahne (30 Cümle)
Yusuf üçüncü kalemi yutunca sınıfın atmosferi değişti; artık bilgi sindirimle yayılıyordu. Ayşe göz kapağındaki kelimeleri silmeye çalıştı ama gözyaşı mürekkep olmuştu. Melike dizindeki dövme “yüklem” kelimesini kaşındırınca tahtaya dizini sürdü. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Ben artık otorite değilim, sadece gözlemciyim,” dedi. Bir öğrenci kalem kutusunu kafasına geçirdi, “Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum.” Kantin “edebi vitamin”i zamlı satmaya başladı, çünkü kıvım talebi artmıştı. Yusuf’un midesinden bir bağlaç sesi geldi, sınıf “veya!” diye bağırdı. Melike kulağındaki kalemi çıkardı, “Sesli düşünmek baş ağrısı yapıyor,” dedi. Ayşe gözleriyle tahtayı silmeye çalıştı ama kirpikler yeterli değildi. Öğretmen tahtaya “Bilgi artık bedensel bir kıvım seğirmesidir” yazdı, sonra tebeşiri yedi. Bir öğrenci kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla ezberliyorum,” dedi. Sınıfın duvarları ritmik tıklamalarla seğirmeye başladı, kıvım titreşimle yayıldı. Yusuf dördüncü kalemi yutarken “Zamirler biraz acı geliyor,” dedi. Melike sınıfın ortasında yere uzandı, “Ben artık yatay öğreniyorum.” Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum.” Öğretmen dışarı çıkmak istedi ama kapı “fiil geçişlidir” diyerek açılmadı. Bir öğrenci kalemini çiğnedi, “Ben anlamı diş etimde hissediyorum.” Kıvımsal eğitim modeli sınıfa yerleşti; artık bilgi ezberlenmiyor, yaşanıyordu. Yusuf’un karnı konuşmaya başladı, “Ben özneyim, beni yüklemle birleştirin.” Melike tahtaya dizini vurdu, “Ben bedenimle yazıyorum,” dedi. Ayşe gözleriyle paragraf oluşturdu, öğretmen “Bu artık görsel yazım,” dedi. Bir öğrenci kalemini gözüne soktu, “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” Sınıf gülmekten yere yapıştı, ama kelimeler yerden sızıyordu. Öğretmen pedagogu çağırdı, pedagog kalem kutusuna düştü, “Ben artık nesne değilim,” dedi. Yusuf beşinci kalemi yutunca sınıf “Yeter!” dedi ama kıvım durmadı. Melike kalemini yere fırlattı, “Ben artık yazmıyorum, titreşiyorum.” Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı, “Bu sınıfta artık duygular mürekkep.” Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders yok, kıvım var.” Tebeşir kutusundan çıkan iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi
Leyla 4/7 – “KABUL” (Yaraya Dokunma) – Genişletilmiş Metin (30 Cümle)
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sadece sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değil—görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı, ama yazmak için değil—dokunmak için. “Kabul, alkış değil—suskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı, ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil—görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım,” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi. Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil, görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim,” dedi. Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum,” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil—içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
...
Devamını oku »
En sessiz, en derin sevgi,baş kaldırış sanatıdır.
Devrimci bir yürekte öğrenilen sanat…
bir nota gibi ezgidir...inadındaki ses gibi...
Devrimci bir yürekte öğrenilen sanat…
Şairin kaleminde yoğrulmuş bir şiir gibidir direnişi
...
Devamını oku »
onu dolu dolu yaşamak için
kararlı ve güçlü devrimler gereklidir.
...
Devamını oku »
Duvarımın tuğlaları artıyor
Resimlerimi astığım çiviler
Teker teker düşüyor etime
Her bir kan damlası
Boyuyor duvarımı
...
Devamını oku »