3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1302
Okunma
ÇAPAR’DAKİ ÖLÜ
Gün batısı önce şeftali renkli bulutlarla kaplıydı,sonra insanı şaşırtan hatta korkutan bir kızıllık sardı çevreyi.Buna rağmen sığırcıkların keyfi yerinde olmalıki,küme küme dalış yapıyorlardı Ç a p a r suyuna
Ne bilsinlerki çapar suyu,kördü-sağırdı-dilsizdi...Ve bu dağ köyünün hem dostu hem düşmanıydı Çapar suyu...
Gök uzun süre mavi,güneş kavurucu oldumu,bütün eller genç-ihtiyar-kınalı-masırlı-minnacık...Hepsi duaya açılırdı Çapar suyı için.
Oysa Çapar , bir çin celladından daha insafsızdı.Çünkü Çapar Allahsızdı.
Dere boyunun hep o yamaca yaslanan,yorgun evlerinin demek kaderinde bu da vardı.Bundan böyle bacaları hiç tütmeyecek,hele bunlardan birisinin,köhne kapısını çamurlu elleri ile itip kız ana!!!! diye seslenemeyecekti gayri küçük Osman.
O Osman ki,daha gün ışığı göremeden babasının künyesi ile eski urbalarını yollamışlardı,küçük bir kuru üzüm sandığı içinde askerden.
Kızı kızanı ile yağmur altında ağlaşıyordu Garipler köyü.Kara,kara bulutların resmi geçidi vardı başlarının üstünde.-Osmanımıza yeniden ev yapalım diyordu-birisi.Diğeri cevap veriyordu öteden; He ya....Hem kerpiçin suyunu dört saat öteden getirelım,lanet olsun çapar’a.
Benli Gülsüm,Osmanın babasının eski göz ağrısıydı.Bunun için oldum bittim eğri bakardı onlara...Şimdi herkesden ziyade o konuşuyordu : Oh olsun,bir kötü çula tamah etti,elinde davul,dan,dan,dan...Sel geliyor diye boğazı yırtılasıya bağırıyordu deli seydo. Niden öyle diyon gıı,ha senın halın Ha dertlinin çulu,ne fark vaa-şeklinde cevap veriyordu bitli Zinnur. Konuşulanlar sadece geri kalanları teselli ediyordu,oysa gerçek tüm çıplaklığı ile ortadaydı.Fadime sele kapılmış,dertlerinide,umutlarınıda beraberinde götürmüştü.
Mevsim bahardı,tarlalarda gelincikler,kırlarda kuzular vardı.Dal yaprağı çimen toprağı ile sevişiyordu.Ya osman...? elinde söğüt dalı,başı göğsüne düşmüş,böyle nereye gidiyordu.
"Dön geri Osmanım,dön geri kadere karşı gelinmez..." bu ses Çapardan geliyordu.anası çağırıyordu onu...Osman dönmedi,sadece başını çevirdi,yeşil gözleri ışıl ışıldı...Yanaklarından yaşlar akıyordu.Yinede ağlamıyordu ama...Anası bunca yıl ağlamıştıda neyii geri getirebilmişti gözyaşları...
Biraz daha ötede,kaderini gömdüğü evin yıkıntıları görülüyordu.Arkasına bakmadan yürüdü,yürüdü...
Koru bayırın’ı tırmanırken Naslak Tepeden güneş batıyordu.Yorgunlıjktan körpe vücudu terlemişti,sarı saçları yapış yapışdı çilli yüzünde.Hayat ne kadarda yalancıydı.Söz vermiş tutmamıştı işte...Hani sokaklarında kibritsiz,gazsız sabahlara kadar lambaları yanan şehere gidecekleri anasıyla.Dertli Fadime,mescidin minaresinden yüksek binalarda merdiven silip,çöp atacakdı.Sobasız yinede ısıcak olan mekteolerde okuyup tohtor olacak dı Osman...Anasının ağrıklı beline dermanların en iyisini yazacaktı hani...İşte bu tatlı hyal,bu güzel rüya,penbe bir duman gibi,analı oğullu her ikisine kötü sarmıştı.
Osman bir taraftan habire yürüyor diğer taraftan bu sefil hayatı,daha doğrusu çirkin yükü ,zayıf omuzlarında Fadimesiz nasıl taşıyacağını,düşünceye benzer bir şekilde sezinliyordu.Yola çıktığından beri hep Nevres emiiyi düşünmüştü.Şu anda kafasının içinde,hızlı çarpan yüreğinde yine o vardı Nevres emmi...Zayıf,ortadan biraz daha uzun boylu idi,boynunun arka kesimi baklava biçimine benzer şekilde buruş buruşdu.Kül renkli tahririli gözleri yinede güzeldi.Kendine has bir kol sallayışı vardı.Bu yüzden taa uzakdan tanırdı herkes onu.Kimdi Nevres emm?Garipler köyüne nereden ve ne zaman gelmişti,hem neden hiç gülmezdi...İşte herşeyden çok bu yanı merak konusuydu.
Çapar’ın kıyısında çift başlı bir değirmeni işletirdi.Derti Fadimenin başı sıkılmaya görsün,gece rüyasına girmişcesine,hem de o sabah kapısına dikilir,tokmağını tıkırdaktıkdan sonrada bir kaç defa kalın kalın öksürürdü.Fadime onu tanır ,nedense yinede kim o demekten kendini alamazdı.
Gel dertli gel benim diye seslenirdi.Yüzü alev alev yanardı Fadimenin her karşılaştıklarında...Fadime böyle olurdu.
Seni ölüme götürüyoruz deseler yüreği ağzıne gelecekmiş gibi böyle çırpınmazdı belkide.Bayramlarda ve buna benzer sayılı günlerde,mevsimine göre,pazen -basma dvitinden entariler,Osmana ise yeni giysiler oyuncaklar alırdı.
Senede iki defa,o da arife günleri hediyelerini uzatırken gülümsedi Nevres emmi.Bunuda onlar ,yani dertli ile Osman görürdü.Hep gülseydi bu adan ne iyi olurdu.Çünkü hiç kimseye böyle yakışmazdı gülmek denen şey.Yaşına göre güclü kuvvetliydi Nevres emmi.Fadime ise gençti,üstlik köyün en güzel kadınıydı.Buna rağmen dedikodu kimsenın aklının sivri ucundan bile geçmezdi.
Felaketten,yani sel hadisesinden bir gün sonra Fadimenin ölüsünü kel hasan ’ın yonca tarlasında buldular.Sırtında emminin kurbanda aldığı,kırmızı yeşil dallı entarisi vardı.Çalıya dala çiviye takıla takıla lime lime olmuştu.Soll memesi amamen meydandaydı,göğsünün alt hizasından entariden hemen hemen eser kalmamıştı.İncecik beli,yuvarlak kalçası ve dolgun bacaklarıyla hala yaşıyor gifiydi.Yalnız karnı biraz şişmiş boyun damarları morarmıştı.
Bütün bu olup bitenlere rağnem güzel yüzünde bir tuhaf tenessüm vardı.Koyu siyah gözleri Osman ı son defa görmek istermişcesine yarı aralıktı.Kirpikler nemliydi.
Kollarının arasında bez parçalarından ekleme renkli bir çul vardı.Neden sıkı sıkıya bağrına bastırmıştı,nasıl olmuştuda can acısı,boğulmanın bunaltısıyla sele vermemişti onu.Köylülere göre bunda muhakkak bir hikmet olmalıydı.Herkesin gözünü çelmişti bu çul.Gidip almaya yinede kimse cesaret edemiyordu.Oradakilerin hayret eden bakışları arasında emmi ağır ağır cesete doğru ilerledi.Çulu çekip çıkarması olması gerekenden çok daha uzun sürdü...Dertliyi incitmekten korkuyordu sanki.Olayı seyredenler bu inceliği açık açık görüyorlardı...
Çul,şimdide emminin kucağındaydıki,çat diye birşeyler döküldü içinden.Düşmesiyle otların arasına kayması bir oldu.Ne idiğini göremediler.Nevres emmi eğildi,iki eliyle otları şöyle bie harmanladı,doğrulduğunda ellerinde Osman ın oyuncakları vardı.
Erkekler,erkekliğini unutmuşlardı...Emmi hariç hepsi ağlıyordu,Kel Hasan ın yonca tarlasında "dünyanın en hazin cenaze töreni "vardı ...