11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1198
Okunma
Bu günden itibaren yeni bir yazı dizisi daha yapacağım. Bu sefer çok uzun olmayacak yazı dizim sanırım. Sanırım diyorum çükü kafamda bir plan yapmadım. Bildiklerimi, gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacağım. Şimdi denilebilir ki:’’Zaten uzun bir zamandır hep böyle yapmıyor musun? Çoğu kez komik, ara sıra da çok acı ama hep kendi başından geçenleri anlatmadın mı bize ?’’ Öyle yaptım…Doğrudur…Ama bu seferki yazım çok daha farklı olacak. Pek çok arkadaşımın üzerinde çok konuştuğu ama içini hiç bir zaman görmedikleri pek çok şeyi anlatacağım sizlere…Hiç bir şey katmadan…En ufak bir ilave ya da çıkarma yapmadan. Ara sıra bazı yorumlarım olsa da mümkün olduğu kadar yorumdan bile uzak kalarak yazacağım.
Bu yazıyı okuyan arkadaşlardan tek bir ricam olacak: Yazı dizisi sona ermeden lütfen yazının tamamı bitmiş gibi yorumlar yapılmasın.
Peki nedir bu her zamankinden farklı olarak yazacaklarım? İnanın buna ben de bir başlık bulamadım…O bakımdan yazının başlığını sizlere bırakarak ben anlatıma geçiyorum direkt olarak.
1969 yılında öğrenim hayatımın Lise dönemi başladı. İstanbul Bakırköy Lisesinde okuyordum. Biri Milli Güvenlik Öğretmenimiz Albay Bedri Buluç, Diğeri de Edebiyat Öğretmenimiz Hayriye Ilgaz olmak üzere iliklerine kadar Atatürkçü olan sadece iki tane öğretmenimiz vardı. Diğer öğretmenlerimiz içinde de Atatürkçü olduklarını tahmin ettiğim bazı öğretmenler vardı ama sesleri çıkmazdı onların.
Hani Can Yücel Türkiye’de bir Komünist Parti kurmak için kollarını sıvayıp bir tüzük hazırlamaya çalışan ama aralarındaki tartışmalar yüzünden bir türlü o tüzüğü oluşturamayan arkadaşlarına ‘’ Arkadaşlar Türkiye’de komünist olmak tüzük işi değil büzük işidir ‘’ diyor ya işte o hesap o günlerde devrimciliğin tavan yapmış olduğu Bakırköy’de ‘’ Ben Atatürkçüyüm ‘’ demek de büzük işiydi. Alacağınız en iyi tepki ‘ Sittir git lan sen de Sev-Gençlisin demek ki’’ olurdu.
İşin doğrusu o yıllarda duyuyorduk ki ağabeylerimiz daha bir yıl önce Amerika’nın 6. Filosuna ‘’Go Home Yankie’’ demiş. Ama niye demiş, demiş de ne olmuş, kimse işin farkında değil. ( Bizim Liseyi kast ediyorum ) Biz, hepimiz devrimciyiz…Artık nasıl devrimcilersek Amerikan gemilerini kovalayan ağabeylere kızıyoruz ‘’ Türk geleneğinde var mıdır misafiri kovmak ?‘’ diye…Onları kovan ağabeyleri alkışlayanları bile kınıyoruz. Ve de devrimciyiz…Anlayın artık nasıl bir ipim , kuşağım ………. , ……… yaşadığımızı. Bir avuç ‘’Anarşist(!) ‘’ dışında hepimiz böyleyiz.
1970-1971-1972 gibi yıllarda ise artık bizler de sağlam devrimciler oluyoruz. Bizler derken kendimi kast etmiyorum. Okulumuz yavaş yavaş sev -gençten, dev -gençe transfer oluyor. Okullardaki Atatürk resimleri bile değiştiriliyor ve yerine Stalin’e benzeyen Atatürk resimleri konuluyor. 1973-1974 yıllarında ise artık dağa taşa ‘’ Kara Oğlan Ecevit ‘’ yazıyoruz. ( Bu noktada ben de varım…Ben de Ecevitçiyim) Yine aynı yıllarda Fidel Kastro, Mao, Che gibi kahramanlarla (!) tanışıyoruz. Yusuf, Hüseyin, Deniz, Mahir, Ulaş…’’Kurtuluşa Kadar Savaş’’ la da tanışıyoruz.
Ben bile artık cebimde bir bıçak taşıyorum. Madem ki ‘’devrim kanla yazılacak’’ eh o zaman kan dökmeye yarayacak ufak çaplı da olsa bir alet olsun yanımızda değil mi?
Lakin her şeye rağmen ‘’sev -genç’’likten de sıyıramıyoruz kendimizi. İstanbul’un üniversitelerinde ağabeylerimiz her gün bir eylem yaparken bizim okulda bir boykotcuk bile olmuyor bu beş sene zarfında. 6 Mayıs 1972 de Deniz Gezmiş abimiz idam ediliyor iki binden fazla öğrencisi olan okulumuzda çıt çıkmıyor, Yusuf, Hüseyin ve Mahir ağabeylerimizi n akıbetleri de öyle çok sarsmamıştı zaten. ‘’ Faşistlere ‘’ lanetler okuyan bir iki arkadaşa da bakıyoruz öyle aptal aptal…’’Kim bu faşistler? ‘’ diye.
İşte o yıllarda Türkiye’de bir başka gurubun da var olduğunu öğreniyorum . Yok yok faşistler değil…Onlarla daha sonra çok yakından tanışacağım…Bahsedeceklerim tamamen farklı.
Okulumuzda Açık açık ‘’Devrimci ‘’ olduklarını ilan eden karı- koca bir çift vardı. İzzet Bey Fizik, karısı Olcay Hanım da Biyoloji derslerimize girerlerdi . İşte olay da onlardan Olcay Hanım’ın dersinde oldu:
Olcay Hanım ders anlatırken sınıfta bir hamam böceği dolaşmaya başladı. Biz sev - gençler hemen dersi kaynatmak üzere başladık:
-Hocam yerde karafatma var.
-Aldırmayın siz dersinize odaklanın.
-Ama hocam karafatma bu. Bir sürü mikrop taşıyordur.
-Aldırmayın dedim ya. Hem siz daha fazla mikrop taşıyorsunuz size bir şey olmaz.
-Hocam korkuyoruz.
Derken hoca , hamamböceğinin üstüne basarak öldürdü onu. Bu sefer biz yeni bir yaygaraya başladık.
-Hocam nasıl vicdanınız elverdi?
-Hocam karafatmayı öldürürken neler hissettiniz?
-Hocam hiç mi Allah’tan korkmadınız?
İşte bu son soru üzerine karafatma olayının şekli birden değişti. Olcay Hanım gayet sert bir şekilde?’’Ne Allah’ı yahu…Bırakın bu saçmalıkları ‘’ deyince sınıf bir anda ikiye bölündü. ‘’Allah vardır’’cılarla ‘’Allah yoktur’’cular arasında şiddetli bir münakaşaya dönüştü olay. Ben tabii ki Allah vardır diyen guruptanım. Ama o kadar zayıf savunmalar yapıyorum ki? Neyse…Sonunda zil çaldı…
Bu münakaşaların başından sonuna kadar hiç bir şekilde ağzını açmamış olan iki arkadaş yaklaştı yanıma. Ki bunlar zaten sınıfta neredeyse hiç konuşmazlardı. Pek teneffüslere bile çıkmazlardı. Bana ‘’ sen Allah’a inanıyorsun ama bilgilerin yetersiz. Biz sana Allah’ın varlığını iki kere iki dört eder şeklinde kanıtlayalım ister misin?’’ dediler. Böyle bir şeyi kim istemez ki? Başladık konuşmaya:
-Elbette isterim. Ama bunu nasıl yapacaksınız?
-Bunu biz yapmayacağız. Bir hoca var o yapacak. Seni o hocayla tanıştırmamızı ister misin?
Çocukluğumda zaman zaman yaz kuran kurslarına gitmiştim camilere…Ayrıca annemin babası yani dedem imam olduğu için hiç bir zaman ‘’ Hoca ‘’ kelimesine karşı bir antipatim olmadığı gibi korkum da olmamıştır. Cevap verdim:
-İsterim tabii ki. Madem ki bana Allah’ın varlığını iki kere iki dört eder şeklinde ispat edecek daha ne isterim. Hem o zaman gelir şu Allahsızların da ağızlarını kapatırım. Bu hoca nerede peki?
-Merak etme uzakta değil…Bahçelievler’de oturuyor.
-İyi …Ne zaman tanışabilirim bu hocayla?
-İstersen hemen yarın. Biz hocayla konuşup sana bildiririz.
O gün, aklıma geldikçe tek bir şey için kızarım kendime: Bu arkadaşlara ‘’ Madem ki siz hocanızdan öğrendiniz, duydunuz biliyorsunuz Allah’ın varlığının nasıl ispat edileceğini o halde sınıfta niçin sustunuz?’’ diye sormadığım için. Hiç aklıma gelmemişti o zamanlar.
Ertesi gün Bahçelievler’de iki katlı ve ana cadde üzeride bir evin ikinci katına gittik bu arkadaşlarla…Evde gayet güzel ve temiz döşenmiş bir odaya girdik. İşin garibi evin kapısını benim sınıf arkadaşlarım kendi anahtarlarıyla açmışlardı. ‘’Demek ki burası onların evleri, hoca da buraya gelecek’’ diye düşünmeye başladım.
Az sonra bizden en fazla beş yaş büyük bir delikanlı girdi içeriye. Takım elbiseli, kravatlı, saçları taranmış , tıraşlı,yakışıklı bir delikanlıydı.
Benim arkadaşlar hemen ayağa kalkıp bu yeni gelene büyük bir saygı gösterdiler. O da gayet güleç bir çehre ile bana ‘’ Selamünaleyküm kardeşim hoş geldin ‘’ dedi. Daha sonra arkadaşlar geleni bana tanıştırdılar: ‘’ Sami Kardeş…İşte sana bahsettiğimiz hoca… ( Adını unuttum…Hatta arkadaşların adlarını bile unuttum ) Ben şaşırdım tabii ki. Hoca deyince sakalı göbeğinde, sarıklı, cübbeli ve en az kırk yaşlarında birini bekliyordum. Bu benim için tam bir şoktu. Ama ikinci şoku da yaşadım.
Yer minderleri vardı odada...Sanki bir şark köşesi gibi dizayn edilmişti…Önce Hoca, daha sonra da biz oturduk. Ve arkadaşlardan biri dolaptan bir kitap çıkardı. Getirip Hocanın ellerine verdi. Kitabın üzerindeki yazıya bakınca ne görsem iyi ‘’ Risale-i Nur Külliyatı----Haşir Risalesi----Bediüzzaman Said Nursî ‘’
İlk kez 1963 ya da 1964 yıllarında Erzurum’un İlçesi Pasinler de duymuştum Nurcu ve Said Nursî adını. Hemen yakınımızda bir evde ‘’Nur Ayini’’ yapılacağı haberleri ile komşuların bir kısmı oldukça büyük bir korkuya kapılmışlar ‘’Bunlar yüzünden tüm mahalle yine karakollarda sorgulardan geçirilip anasından emdiği süt burunlarından getirilecek ‘’ diye telaş etmişler; bir kısmı da ‘’Üzerimize nur yağacak ‘’ diye çok sevinmişlerdi. Ama şurası muhakkaktı. O gün Mahallede her kes ya kendi evine çekilip kapılarını kilitledi…Ya da bu Ayin(!) e katılıp kapıyı kilitledi. Sokaklarda çocuklar bile yoktu o gün.
Daha sonra babama sormuştum ‘’Nurcu nedir…Said Nursî kimdir?’’ diye.
Babamın bana verdiği cevap vardı kafamda Bahçelievler’deki o hocanın elindeki kitapla karşılaştığımda ‘’ Nurcular yobaz insanlardır… Said Nursî de onların başıdır. Bunlar bu memleket için çok zararlı insanlardır.’’
Ben bir taraftan ‘’ Ne biçim bir yere düştüm böyle’’ diye düşünürken diğer taraftan elimle ceketimin iç cebinde, açık vaziyette duran bıçağımı okşadım. Sanki bir halt edebilecekmişim gibi. Öte taraftan ne arkadaşlarım ne de Hoca diye tanıttıkları kişi öyle tehlikeli bir tip gibi görünmüyorlardı.
Hoca konuşmaya başlamadan ben hemen patlattım soruyu?
-Hocam…Siz Nurcu musunuz?
Cevap verdi Hoca:
-Öncelikle belirteyim: Ben hoca değilim. Biz hepimiz Risale-i Nur Şakirtleriyiz. Yani Risale-i Nur öğrencileriyiz…Bize ‘’Nurcu’’ diye hitap etmezsen seviniriz. ‘’Simitçi, manifaturacı, yoğurtçu gibi bir şey satmıyoruz biz. O bakımdan ci-cu eklerinden hoşlanmıyoruz. ‘’
-Peki siz kendinize ne diyorsunuz?
-Risale-i Nur Şakirtleri diyoruz kendimizi ifade için. Aramızda yeni olanlara ‘’Kardeş’’, kıdemli büyüklerimize ‘’Abi ‘’, En büyüklerimize de ‘’üstad ‘’ demekteyiz.
-Peki siz ? Siz hangisi siniz?
-Bana abi derler sağ olsun kardeşlerim.
-Tanıştığımıza memnun oldum abi .
Aslında hiç de memnun olmamıştım ama yine de kibar olmalıydım. Çünkü onlar bana oldukça kibar davranıyorlardı. Hem bakalım buraya gelişimin asıl sebebi olan o sorunun cevabını bulacak mıydım burada ?
Daha baya devam edecek.Henüz işin başındayız. Daha dernekler var, başka cemaatler var, hatta tarikat bile var…Tüm bunları yaşayan, içlerine giren bir insan olarak en ufak bir kurgu yapmadan, tek bir hormon kullanmadan her ne iseler aynen yazmaya çalışacağım... O zaman belki anlaşılacak nerede hata yapıldığı.
NOT: Değerli arkadaşlarım…Sizler ‘’Yaz’’ derseniz devam edeceğim anlatmaya…Yazma Hocam gerek yok, ya da biz bunları zaten biliyoruz…Veyahut ‘’Hocam amacın ne senin, birilerinin reklamını ve propagandasını mı yapmaya çalışıyorsun? ‘’ diye düşünüp bunu bana açık açık yazan olursa bu yazının devamı asla olmayacak…O bakımdan yorumlarınıza acilen ihtiyacım var.
Selam ve saygılarımla.