17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2104
Okunma

Sınıfa girip her zamanki gibi öğrencilerime ‘’Günaydın çocuklar’’ dedikten sonra masama oturdum.
Her zamanki gibi dediğime bakmayın siz..Bu sefer her zamanki gibi değildim.
Her zaman düğün evine girer gibi girdiğim sınıfa o gün cenaze evine girer gibi giriyordum. Hoş cenaze evi de çok uzak değildi. Elli metre ötedeki beş katlı okul lojmanın 1 no lu dairesi bir kaç gündür bir cenaze eviydi. Oradan henüz dokuz aylık bir bebek olan ilk evladım Sinan’ın cenazesi çıkalı ve Batman mezarlığında bir badem ağacının altına gömüleli henüz üç gün geçmişti.
1983 te Antalya doğumevinde dünyaya gelen Sinan’ım’a Yüce Rabbim ancak o kadar ömür biçmişti.
1984 Martında yanlış bir iğne sonucu bütün vücudu gazlı kangren olan Sinan’ım Diyarbakır Tıp Fakültesi Hastanesinde, dünyaca ünlü doktorumuz Gazi Yaşargil’in ‘’Yapılacak hiç bir şey kalmamış’’ diyerek üzüntüyle başını iki yana salladığı o günden bir hafta sora inleye inleye, o bakmaya doyamadığım kömür karası gözlerini bu fani aleme kapadı.
Hayatımda ilk kez bir morgtan kendi ellerimle çıkardığım evlat naaşını bir battaniyeye sararak taksiyle Batman’a getirdik. Alt kat komşum , okulumuzun hizmetlisi Ömer Abi banyomuzda bir masa üzerinde yıkadı. Bir diğer hizmetli olan komşumuz Ahmet Abi ile birlikte kefenlediler ve bir yatsı namazı sonrasında Batman şehir mezarlığında toprağa verdik ilk evladımı ( Hanefi mezhebine göre karanlıkta cenaze gömülmez ama Batmanlılar şafi mezhebinden oldukları için onlara göre gömülüyormuş. Ben de itiraz etmedim bu duruma )
Sinan’ımı toprağa verdikten üç gün sonra okulda derslerime başladım yine. İlk gün sınıfa girdiğimde daha önce hepsi taziyeye gelmiş olan öğrencilerimden birinin ders anlatırken ‘’ Hocam bir fıkra anlatır mısınız ? ‘’ demesini hiç unutamam. Alışmışlardı onlara her ders, arada bir tane fıkra anlatmama. Ben ‘’tamam’’ deyip fıkraya başlayacaktım ki diğer öğrencilerin ikazı üzerine o isteği yapan, özür diledi.
Evladını kaybetmek bir baba için ne demektir bunu kelimelerle anlatmak mümkün değil. Günlerce, hatta aylarca onun ölmeden önceki mosmor olmuş bedeninin her gece rüyalarınıza gelmesi…Onun ölümünden bir kaç ay sonra doğan ikinci evladınızı da rüyanızda her gün morarmış olarak görmek ve yataktan fırlamak…Bütün bunlar kelimelerle nasıl anlatılabilir ki?
Bir baba olarak ‘’ Allah’ım al artık emanetini…Çektirme şu zavallı yavrucağa’’ diye dua etmek?
Bir baba olarak bunu ikinci bir kez yaşamak? Yirmi senedir ‘’ Allah’ım artık kurtar evladımı…Al artık yanına ‘’ diye dua etmek? Bu nasıl bir şeydir? Bir taraftan Allah onu yanına alsın diye dua ederken, bir taraftan da eline iğne batsa yüreğinize hançerlerin saplanması?
1992 Yılında ailemizin yaşayan üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen Yunus’um dört aylık oluncaya kadar boynunu tutamamıştı. Bir başka rahatsızlığı için sağlık ocağına götürdüğümüzde doktor:
-Bu çocuğun sorunu şu andaki ateşi değil. Ateşi antibiyotik ve diğer ilaçlarla hallederiz de eğer korktuğum şey ise kötü
-Nedir doktor korktuğunuz şey?
Doktor sevk kağıdına yazdı ‘’ Down Sendromu’’.Yanına da koskoca bir soru işareti koydu. Ben de sordum:
-Down Sendromu mu. O da ne?
-Hocam benimki sadece şüphe. Zihinsel bir rahatsızlık diyeyim senin anlayacağın şekilde.
-Yani benim oğlum geri zekalı mı olacak?
-Hocam dedim ya benimki şüphe..Sizi Çapa Tıp Fakültesine sevk ediyorum. Orada kesin teşhis koyarlar.
Ben içimden ‘’ Ulan sensin geri zekalı ‘’ diye doktora hakaret ve küfürler yağdırarak sağlık ocağından çıktım hanımla beraber. Aslında bana kalsa Çapa’ya filan gideceğim de yok.
Hanımın ısrarlarıyla Çapa’ya gittik. Doçent Doktor Hülya Hanım Yunus’a bakar bakmaz ‘’ Bunda Down sendromu yok ‘’ dedi…Hatta iki de profesör çağırıp onlara da gösterdi. O profesörler de ‘’ Bu çocukta kesinlikle Down Sendromu yok ‘’ dediler. İşte o zaman ben döşendim bizim sağlık ocağı doktoruna Hülya Hanım ve o iki profesörün yanında.
-Sayın Doktorum. Bizim köyde bir sağlık ocağı doktoru var. Bilip bilmeden böyle milleti yolluyor sizlere ve boşu boşuna sizin vaktinizi, bizim de paramızı harcatıyor…Down sendromuymuş…Geri zekalı herif.
-Hocam doktora kızmayın. Eğer korktuğumuz şey ise ‘’Keşke down sendromu olsaydı diye dua edersiniz ‘’
-Allah Alah daha kötüsü de mi var bu Down sendromundan?
-İnşallah yoktur. Ama görünüş öyle demiyor.
Aylarca süren tahliller neticesinde teşhis kondu: CELEBRAL PALCY…Bir kas hastalığı…Öyle bir illet ki Down Sendromunu öp de başına koy. Down sendromlular eğitilebiliyor. Bunda ise öyle bir şansın yok. Ya da Down Sendromlulara göre çok daha az.
Yıl 1998...Yunus’um altı yaşına gelmişti...Bir gün baktım annesi feryat figan bağırıyor ’’Yetişin Yunus ölüyor ’’ diye...Hemen fırladım..Onların olduğu odaya girdim ki Yunus nefes alamıyor....Gözleri dışarı fırlamış vaziyette ve rengi mosmor...Bildiğim az buçuk ilk yardım bilgilerimle hemen suni teneffüse başladım. Ben...Yani neredeyse her gün ’’Allah’ım al artık bu emanetini’’ diye dua eden ben...Yunus’u yaşatmak için suni teneffüs yaptırıyorum...
Az sonra Yunus normale döndü. Aldık doktora götürdük. Uzun tahliller sonrasında teşhis kondu: Epilepsi...Yani ’’Sara ’’ Derdim bin bir iken bin beşyüz oldu ’’
Yunus ve biz yirmi senedir Celebral Palcy’i, on dört senedir de epilepsiyi birlikte yaşıyoruz.Her epilepsi krizinde onun nefessiz kalıp mos mor oluşunu da...
Yunus’un yapabildiği tek şey evin içinde yürümek. Bir de susadığı zaman eğer bir bardakta her hangi bir sıvı varsa (ne olursa olsun içindeki ) onu kafaya dikip bardağı kaldırıp atmak.Ve en büyük zevki: Çay kaşıklarını bükmek, tesbih ve kolye türü ipe bağlı boncuklu maddelerin ipini koparmak. Bunun dışında bir fonksiyon yok.
Bu gün Sinan’ımın ölümü üzerinden tam yirmi sekiz sene geçti. Ondan mıdır nedir böyle zırvalıyorum işte. Yaşlandıkça bir tuhaf oldum galiba.
Yok yok arkadaşlarımdan Eray’ın da dediği gibi elimin kantarı yok benim. Kantarın topuzunu kaçırdık yine.
Selam ve muhabbetlerimle