- 706 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hayatın Asıl Gerçekleri
Toplum, kabul görmek ve insanların gözünde iyi bir yere gelebilmek için belli kuralların uygulanmasını zorunlu görür. Bu yüzden insanlar bulundukları ortamlarda kendilerince uygun gördükleri davranışlar sergiler, ortama uygun şekilde konuşurlar. Dolayısıyla bu kuralları benimsemiş kimseler içten, rahat ve doğal olamazlar.
Bu batıl sistem, kendine karşı bile samimi olamayan insan modelleri oluşturur. Sıkıntı veren bu kuralları, insanlar ne yargılar, ne de değiştirmeye kalkarlar. Çünkü içinde yaşadıkları bu sistemi, ’hayatın asla değişmeyen gerçekleri’ olarak görürler.
Aldıkları telkinler nedeniyle birçok genç, yaşamın asıl amacının iş sahibi olmak, evlenip yuva kurmak ve çocuk yetiştirmek olduğunu zanneder. Çünkü çevrelerinde, kendilerince ’her şeyi çok iyi bilen’ ve ‘herkes giderken, dönen’, dolayısıyla çok deneyimli olduklarını düşünen ’hayat okulu mezunları’ bulunur. Bu kişilerin hayata baktıkları pencere Kur’anî bakış açısının tam aksi yönündedir.
Gençler en önemli yanlışı da evlilik konusunda yaparlar. Parası olan, eli ayağı düzgün bir erkeğin karşısında genç kız, çok güzel bir kız karşısında da delikanlı hemen evlilik hayalleri kurmaya başlar. Adayın karakteri, inancı ve ahlak özellikleri pek fazla önemsenmez.
Oysa evlenmek için seçilen insan, güvenilir olabilmesi için derin Allah sevgisi ve korkusu taşımalı. Kadın ya da erkek, ancak eşinde Allah’ın tecellisi olan aklı ve güzel ahlakı görür, ruhu onunla tatmin bulursa, her zorluğa göğüs gerer, gerçek aşkı yaşar. Samimi inanan insanlar o güzel derinlik hissini yaşamak, Allah’a birlikte kulluk edebilmek ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için evlenirler.
Gençler evliliğe, hayat okulu mezunlarının "mantık evliliği" kıstasıyla değil akılcı yaklaşmalı. İnsan ancak derin akla ve derin imana derin bir tutkuyla bağlanır. Bunlar olmadığında eşlerin birbirlerine sevgileri kısa sürede biter. Allah’a aşkla bağlı ve samimi olan genç kız ve erkeğe Allah dilerse, cennet ehlinin yaşadığı aşk ve tutkunun bir benzerini yaşatır.
Gençler, toplumdaki birçok ilişkide yaşanan şirk boyutundaki aşkı değil, Allah aşkından kaynak bulan aşkı aramalı. Yanlış arayışlara girip, yanlış evlilik yaptığında ise genç, sevgiden ümidini keserek, karanlık bir dünyada adeta ölü gibi yaşar.
Toplum gençlere oyunculuğu, rol yapmayı, sahte davranışları uyanıklık olarak telkin eder. Bu yüzden kurnazca, rol yaparak isteklerine ulaşmak takdir görür. Oysa sahte sevgilerin ve sahte davranışların yaşandığı evler, sürekli dramların sahneye konduğu bir tiyatro sahnesi gibidir; aktör ve aktrisleri perişan bir yaşam sürerler.
Bu yanlış telkinler sonucu yapılan yanlış seçimler ve yanlış roller nedeniyle gençlerin "ağızlarının yandığı" açık bir gerçek. Birçoğu içine kapanır, topluma, dünyaya, insanlara küser, genç yaşta bedenen çöker.
Allah’tan uzak yaşayan, yüz çeviren insanın kalbinde gerçek anlamda sevgi, şefkat ve merhamet olmaz. Tümü Allah aşkından kaynak bulur çünkü. Geriye ise yalnızca acılar, üzüntü, korku, sıkıntı, gelecek korkusu ve azap kalır. Yaşamı kabusa döner. Allah aşkını yaşayan insan ise her şeye o aşkla baktığı için dünyası da ahireti de Allah’ın dilemesiyle cennet olur.
İnanan genç kız ve erkek, Kur’an ahlakının dışında bir başka ahlaki sisteme bağlanmaz. Din dışı yaşanan bir sistemin izleyicisi olmaz. Farklı bir yaşam felsefesi üretmez. Yaşadığı yalnızca samimi inancının ve hayatın asıl gerçekleridir.
Fuat Türker