11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1204
Okunma

Hafta sonu sefam, neredeyse cefaya dönüyordu yine. Bu kez yaşadıklarım rüya falan da değil gerçekti üstelik.
Sabahleyin uyandığımda, daha gözlerimi doğru dürüst açmadan, her zaman yaptığım gibi, bir gün daha dünyaya gözlerimi açtığıma ve sağlıklı olduğuma şükredip kalktım yatağımdan. Julian henüz uyuyordu. Sessizce alt kata indim. İlk iş olarak gidip doğalgazı açtım. Beyefendi kalkmadan sıcak su hazır olsun, ev ılınsın diye. Zira çok üşüyen bir tiptir kendileri. Ağustos sıcakları bile ona bahar havası gibi.
Dilimde güzel bir şarkı, önce çaydanlığı ateşe koydum arkasından, kahve makinesinin düğmesine bastım. Julian, güne ille ki filtre kahvesini içerek başlardı. Bense çay keyfimden ödün vermem. Yok, öyle tiryakisi falan değilim, ancak kahvaltıda içerim ille ki bir iki bardak çay tavşankanı misali.
Sofra neredeyse tamamdı, sıra Julian’ı kaldırmaya geldiğinde, gözüm kombiye ilişti. Baktım üzerindeki ışık, hala sarıdan yeşile geçmemişti. Bunu genelde su azaldığı zaman yapardı. Hemen su seviyesini kontrol ettim, normal görünüyordu. Buna rağmen birazcık daha su ilave edeyim istedim. İşe de yaradı, yeşil ışık yanmıştı.
Tam yukarı giden merdivenin kenarına geldim ve kahvaltı hazır diye Julian’a seslenecektim ki, birden mutfaktan acayip bir ses gelmeye başladı, üstelik kademeli olarak da yükseliyordu. Gerisin geriye mutfağa koştum. Ses kombiden geliyordu ve bu kez göstergede kırmızı ışık yanıyordu. Bu da bir sorun olduğunu gösteriyordu. Cihazın bağırtısından sorun olduğu ortadaydı zaten de, problem neydi?
Kombinin altına eğildim tekrar düğmeyi kontrol etmek için. Öyle dar bir yere koymuşlar ki meredi, benim ince parmaklarım bile zor zor erişiyordu. Tam şükür düğme ulaştım derken, yerinden çıkıp, kalmasın mı elimde?
Bu arada o kahrolası ses ise hala devam etmekte. Üstelik evi aşmış ve bahçeye taşmıştı neredeyse. Tekrar eğildim, düğmeyi yerine oturtmak için. Ellerim öylesine titriyordu ki, bir türlü isabet kaydedemiyordum. O tarafa bu tarafa döndüreyim derken, yeniden çıkıp yerinden ve fırlayıp gitmez mi düğme elimden?
Delireceğim neredeyse bu aksilikler yüzünden. İyi de nereye gitti şimdi kahrolası düğme? Bulmak için sürünüyorum yerlerde. Sonunda buldum ve taktım güç bela yerine. Ama o ses hiç durmadan devam ediyor sinyaline. Bu nasıl şey Allah’ım, ilk kez geliyordu başıma. Heyecanım, karışmıştı korkuma. Tir tir titriyor, zıp zıp zıplıyorum mutfağın içinde.
Julian’ı kaldırmaktan da o an için vazgeçtim. Zira inerse aşağı daha çok sorun yaratacaktı biliyorum. çünkü. Yıllardır öğrendiği Türkçe çıkamamıştı iki üç kelimenin dışına. Ne olduğunu anlamak için soracaktı önce uzun uzun, ben heyecan içinde anlatmaya çalışırken beyefendiye, ev uçup gidecek tepemizden hooop! Diye havaya.
Diyelim ki bu en kötü ihtimal ve uçtuk havaya! Burası birbirine yapışık ikiz evlerin bulunduğu bir site. Yanımdaki komşunun suçu ne? Birden enerjinin fişini çekmek geldi aklıma. Ancak, bir türlü uzanamıyorum ki fişe. Niye mi? Niye olacak mutfak, mutfak değil sanki teşhir salonu.
Kombinin üstü fotoğrafçı, altı sanki sergi sarayı. Altındaki sehpanın üzerinde içi su solu bir balık kavanozu, balığın yem kutusu, etrafında taşlardan yaptığım birkaç balık figürü. Camın önünde koca bir ferforje kanepe arkasında ayaklı bir abajurlar artık elime ne geçtiyse koymuşum dekor yapıyorum diye :)
İlk kez hak veriyorum Julian’ın “Boş köşe bırakmaya hiç tahammülün yok, neden bilmem ( You can’t bear an emty corner… Why, I don’t know.) diyen serzenişlerine.”
Duracak zaman yok, Sehpanın üzerinde ne varsa, t aşıyorum hepsini telaş içinde masasının üzerine. Oh! Şükür, nihayet uzanabildim enerjinin fişine. İyi de kahrolası ses kesilmedi gitti yine. Üstelik kulakları tırmalar bir şekilde yükselmeye de devam etmekte. Gaz kaçağı olsa alarm öter ve otomatik olarak gaz kesilirdi. Sorun demek ki o da değildi. Öyleyse ne? Yok, ben çıkamayacaktım işin içinden. Çaresiz telefonla güvenliği aradım.
-Alooo!!!!
-Buyur abla?
-Kahraman koş, birazdan havaya uçabiliriz.
-Nasıl abla?
-Kombi, diyorum acayip ses çıkarıyor, ne yaptım ise susturamadım. Ya birini gönder ya da sen gel çabuk.. LÜTFEN!
Telefonu kapattım. Kahraman birazdan gelir diye gidip kombinin fişini yeniden taktım. Sonra su seviyesine bir kez daha baktım. O da ne? Gözlerime inanamadım, su seviyesi anormal bir şekilde yükselmemiş mi? Demek ki kombi hala içine su almaya devam etmişti.
Ama nasıl olurdu ki? Uzanıp tekrar düğmeyi tuttum ve sağa sola döndürürken tık diye cılız bir ses geldi cihazdan. Sanki düğme daha şimdi yerine oturmuştu. Demek ki daha önce boşlukta dönüp durmuştu. Ardından büyük bir sessizlik oldu. O sırada kapının zili çaldı. Gelen Kahramandı. Sanki ışınlanmış da gelmişti.
-Yettim abla! Dedi, nefes nefese kalmıştı. Sorun ne?
-Günaydın Kahraman! Yordum seni, dedim, biraz mahcup, Dr. gelince, iyileşen hasta gibi oldu bizim kombi.
-Nasıl abla?
- Sen gelene kadar ben hallettim meseleyi. Yüzümde bir gülümseme, kerata kombinin sesi kesildi.
Ardından kısaca izah ettim olanı biteni. Buna rağmen”Ben gelmişken bir göz atayım” dedi. O da emin olunca bir sorun kalmadığına, Kahraman yeniden döndü görevine. Yukarıdan ise hala bir tık yoktu. Mr. Julian anlaşılan hala mışıl, mışıl uyuyordu. Yeniden geldim merdivenin dibine ve seslendim neşe içinde.
-Günaydın!!!!! Kahvaltı hazır. (Good Morning!!!! Breakfast is ready )
-Tamam, bir dakika sonra aşağıdayım. (Okay… I’ll come in a minute )diye cevapladı.
Az sonra Sanki hiçbir şey olmamış gibi kahvaltıya başlamıştık. Bir ara Julian sordu.
- Solgun görünüyorsun, üşüyor musun? - (You look so pale, Are you cold? )
-Bilmem, belki (I don’t know, maybe) diye cevapladım.
Ne bilsin ki korkudan atmıştı betim benzim benim. Olsun, içeyim de çayımı, nasılsa birazdan kendime gelirdim.
*