59
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3843
Okunma


"Neden şefkatinin ve yüreğinin bir dirhemini sana sunmayanların toprağında güller açtırırsın ki ey bülbül! Sen gülün dikenine bile avuçlarındaki hayatı sunan vefanın makamısın... Sen yarına göz kırpamayan bir üşümüşlüğün şartsız baharısın... Hadi! Kınan çocukluğundan firar etmeden geleceğinin düğününe koş... Yoksa geç kalmaların arifesinde yanacak masum mırıldanmaların..."
Diye başlar bir seslenişin anaç kırılmaları…
Lime lime dökülen hayal kırıklıklarının gölgesinden doğan bir nûr-u cennet ve içindeki denize kulaçlar çoğaltan ay üşümüşlüğünün dökülen saçlarındaki inlemelerdir anlatımın önsözü…
Sesindeki çağıl çağıl akan yakarışın susarak surlarıma sığınması mıydı seni bana yaklaştıran bilmiyorum? Bugün yine yangın vardı dallarımın ince sızısında… “Kelimeleri kalaylayan kadın” demiştin bir şiirimin yorumunda… Alfabemi yitirdim kendime tutunurken keşfettiğim gerçeğin kovuğunda dostum… Yitirdiğim alfabeleri bulayım derken, göğün kapısından firar etti salkım salkım közlenen düşlerim… Ey yüreğime yüreğinin güven tohumunu ektiğim, ç/ağrıma sarılır mısın?
Ne vakit pencereme kanatlarımdaki en renkli benekleri sunsam yaşam kıskanıyor gamzelerimde barınan kızı… Ve başlıyor saçlarımdaki her teli canımı yaka yaka kopartmaya… Kopan her telin sesini duyuyorum kabuğumda kıvrandığım kozada... Yoksa doğarken beşiğine hüzün kınası yakılanlardan mıyım ben dostum!… Ya da kınası kurumadan kıyametine beşik kertmesi yapılanlardan mıyım ?
İçimdeki çocuğun saçlarını tarayan tek anne kokususun biliyor musun? Ve saçlarımı taradığın vakitler düşlerimin, gülüşlerimin ve umudumun en delikanlı olduğu vakitlerdir o duru dalgalanmalar… Senin duruluğundaki insan dergâhında buldum, içimdeki çocuğun kayıp düşlerini… Buradan görebiliyorum bu seslenişimin ardından gözlerindeki bulutların bana yağdırdığı yağmurları… Ağlama lütfen! Ben ağlamayı senin göğsünde unutalı çok oldu…
Hadi bizde hayatın eteklerinde salınan cesur gülücükler olalım be huzurum!…
Ne kaybederiz?
Belki bisikletinin tekeri patladığında, yüreğindeki ritmi pedalındaki renklerde geçici olarak kaybeden gül yüzlünün, minik hayal kırıklığında buluruz kendimizi…
Veya yan apartmandaki huysuz amcanın balkonuna kaçan topuna, hem korku hem özlem karışığı bakışını atarken, umutla topunun kendisine verilmesini bekleyen bir çocuğun bekleyişinde buluruz kendimizi…
Ya da en fazla akşam olmak üzere iken annesi eve çağıracağı için kalbi küt küt atan bir çocuğun endişesi olur yüreğimizde…
Bir düşün, Ay’ı nur’unda saklayan su sesim, çok şey kaybetmeyiz inan bana…
Kazanacaklarımızı düşünmek şu an bana daha iyi gelecek… Neden mi? Cesur olmaya başlamanın ilk adımı bile aslında umudun perçemine değdirdiğimiz gökkuşağı sancısıdır… Bu sancının tadını çıkaralım ki an ellerimize yakarken yaşam kınasını, biz huzurun duvağında çoktan kahkahalarımızı çiziyor olalım gecenin dudaklarına…
Hayatın eteklerinde salınan cesur gülücükler olmaya nereden başlayacağımızı kelimelerimiz karar versin olur mu? Hiç hesapsız kapısını açan tek sığınaktır aslında alfabenin bakir yazgısında büyütülen cümleler ordusu… Ben seni o cümleler ordusunun şefkat denizinde bulmuştum… Kalemlerimiz kalelerimizi birleştiren ve kınındaki külleri hıçkırık vadisinden silen süvâriler gibiydi… Biz, sildikçe çoğalan arsız hüznün istenmeyen haylaz gülüşleriydik aslında…
Hatırlıyorum, yürek kapımı ilk tıklattığında hiç düşünmeden rotana ortak olan kırık paramparça olmuş sandaldı yüreğim… Sandalımdaki kırıkları yamalayan bir gönüllü elçi muradıydı bana açtığın kırık penceren… Kimse bilmiyordu aslında o kırık pencerenin ardındaki kendini özleyen kızın ceplerinde sakladığı düşlerini… Ben seni pencerenin kırık camlarından sızılarına doğru süzülürken sevdim… Çünkü ardışık hüzünler besleyen ruhlarımızdı bizi çığlık çığlığa susturan…
Huzurum, düşlerimizi dostluğun hiç kopmayacak ipi ile örelim var mısın?
Ördüğümüz her düşten bir şehir kuralım… Kurduğumuz her şehrin kaldırımını umudumuzun ayazında ısıtalım… Bilirsin kaldırımları hep ıslaktır şairlerin !...
Sonra sokak lambalarının gölgesine bağdaş kurmuş tüm gece kelebeklerini beneklerine kavuşturalım…
Ve en sonunda sarı yalnızlığın puslu perçeminde kaygılı bekleyişleri emziren hüzünleri kazıyalım ta temelinden…
Ay’ı nur’unda saklayan su sesim, Öyküdeki Deniz Yıldızı nın sesini duyuyor musun?...
Mehtap Altan
Haziran 2011
Not: Aynur ENGİNDENİZ’im...
İyi ki doğdun doğum günün kutlu olsun huzurum...
Çalışmamı seslendiren sevgili "asran" sana da çok teşekkür ediyorum...