27
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2364
Okunma

Az önce, öldüğü yerden doğruldu ruhu. Kurşunun saplandığı kafatasının dağılan parçaları arasında, çok güvendiği aklını kaybettiği, o melun anı arıyor gibi eğildi üzerine.
“Bozulmuş façan” dedi bedenine.
Sonra “birazdan insana doyar oda. Bunca sessizlikle geçen yılın ardından, içeriye doluşan o bilinmedik yüzleri için kaldıracak mı bakalım?” diye mırıldandı.
Kıracak gibi kapıya vurmaya başladı birileri, ardından sirenler ve mahallenin açılan pencerelerinden neler olduğunu anlamaya çalışan meraklı kadınlar…
“Size ne”diyordu da kimse duymuyordu sesini.
….
Oysa, bu sabah alıştığı üzere erkenden uyanmış ve çıkmıştı yatağından. Hiçbir acelesi olmadan zeytine katık etmişti, dünden masasında unuttuğu kuruyan ekmeği. Nedense bu sabah ev üzerine üzerine geliyordu.
Ferahlamak için dışarı atıvermişti kendini. Ama daha apartmanın kapısına varmışken kenarda yatan bir kedi ölüsü karşılamıştı çıkışını. Kimse de kaldırmamıştı bu saate kadar zavallı hayvanın dokuzuncu canından kalan artığını. “Tiksinme duygusu yüzünden olmalı.Tiksinmek.. merhametten daha büyük bir duygu demek.” diye geçirdi içinden.
Bu nev’i işleri üçe beşe çalışan apartman görevlileri yapmalı diye düşünürdü herkes. Oysa kaldırılacak bir cenazenin hayrı çok uzaklarda kalan bir Dede Korkut hikayesi gibiydi.
“ Havanda su dövüyoruz .Her kavramın içini boşalttık. Devleti yönetenlere savurduğumuz küfürlerin en galizini hak ediyoruz aslında.Rezilliğimiz paçalarımızdan aktığı için çok kirliyiz artık. Söylendiği gibi su sabun paklamıyor ruhumuzu,kirlenmek güzel değil bu yüzden” diye hayıflandı.
Çöpten bulduğu eski bir gazetenin arasına sarmaladı ölü kediyi ve yolda önüne düşen bir ekmek parçası gibi alıp kenara koyup, yoluna devam etti.
Yıllardır işe gidip gelirken gördüğü Emine hanımla rutin selamlaşmasını yaptı.Ama bulutla kaplı Ankara sabahında güneş gözlüğü takmasını yadırgadı.“Hayırdır” diye sordu. “Yok bir şey Cemil bey”derken yanağından süzülen gözyaşı ele verdi sıkıntısını Emine Hanım’ın.
“Beraber yürüyelim” dedi Emine Hanım’a. Aralarındaki yaş farkı ağabey kardeş olabilecek o saygı sınırını kendiliğinden ortaya koyuyordu ve dolayısıyla dedikodu odakları görseler bile uydurabilecek çok malzeme çıkaramazlardı bundan.
“Kahvaltı etmedi iseniz, buyurun bir bardak çayla bir simit yiyelim şu kafede” dedi Emine Hanım’a. “Neyiniz var hayırdır bir sıkıntı mı var?” diye sordu Cemil bey.
Gözlüğünü usulca indirdi Emine. Her iki gözüde şişmiş ve morarmıştı. Cemil bey neye uğradığını şaşırdı bir anda gözleri kocaman açılmıştı, gördüğüne inanamıyordu.
“Hiçbir sıkıntımız yok Cemil abi. Eşimden ayrılmak için bugün adliyeye dilekçe vereceğim. Daha fazla katlanacak gücüm kalmadı” diye söze başladı. Başlanan bu kısa öykünün bir yerlerinden girmenin doğru olmayacağını düşünerek dinlemeyi sürdürdü Cemil Bey.
“Daha fazla dayanamayacağım. Evleneli 17 sene oldu. Düzeltebilirim sandım ama olmuyor.Hayattaki tek felsefesi kendi kazancı olan bir adamla yapamam ben. İçini ben biliyorum. Gelene ağam gidene paşam deme onursuzluğundan payıma düşen o rezil aşağılamaya katlanamayacağım artık. Çıkarıp attım bu sabah elime koluma zorla taktırdığı o kepaze altın parçalarını. Konuşabileceğim biri olur sanmıştım ne kadar yanılmışım. Oysa değil konuşmak aklı bile olmayan bir adama evet demişim meğer. Bu gün her şey bitecek. Onu tanıdığım için kendimi şanslı buluyorum ve 17 sene içinde yaptığı her sahtekârlıkta yanında olmak zorunda kaldığım içinse bedbahtım. Bu geçen zamanda Allah’ın en büyük lütufu ise böyle bir adamdan çocuğumun olmamış olması.”
Ne diyeceğini bilemedi Cemil Bey. Hiç kimseden böylesi sert ve böylesi kararlı hareket edecek bir tavır görmemişti bunca yaşadığı yıl içinde.
“Hayırlısı olsun kızım” dedi. “Sıkıntın olduğunu bilmiyordum, her sabah güler yüzünle karşılaşıp bir selam vermek insanların iç dünyalarını yeterince anlatmıyormuş demek.Her şeyi iyice düşünüp tarttın mı? nefsinle ve öfkeyle hareket etmenin, sonrasında sana zarar vereceğini biliyor musun?” diye sordu. “Biliyorum Cemil abi. Ama dedim ya, zenginlikte hiçbir zaman gözüm olmadı insan evladı olsaydı da ben onu sevmeye devam edebilseydim keşke. Aptal bir adamın akıllı karısı olmazmış bunu anladım.Ama aptal bir adamla evlenecek kadar ahmak olduğumu da iyi biliyorum artık.”diyebildi.Akmak için yol arayan göz yaşlarını tutarak, dinlediği için teşekkür edip ayrıldı Cemil Bey’in yanından.
Düşünceleriyle bir başına kalıverdi Cemil. Yoldan geçen telaşlı adımları seyretti.Soğuyan çayını yudumladı. Duran trafikte öndekine söver gibi kornaya basan insanların tahammülsüzlükleriyle irkildi. Eriyip gitmiyordu kapanan yolda biriken araçlar. Bir iki dakika geçmeden kapılar açıldı külhanbeyi yürüyüşler ve ağız dalaşları, küfürler... Etrafta çoluk çocuk, kadınlar.
“Kirlendik” diye mırıldandı.
Araçların arasından kendine daracık bir rota çizerek karşıdaki gazeteciye yürüdü. Koltuğunun altına sıkıştırıp parkın yolunu tuttu. Kızlar delikanlılar sarmaş dolaş dudak dudağa medeniyetin en olmadık anlamıyla günü öldürüyorlardı.
Çocukluktan yeni çıkmış olduğu gözlerinden belli olan bir kadın kaçamak bakışlarla Cemil Bey’i süzüyordu. Kılığı kılık değil üryan gibiydi neredeyse. Gazetesini yanına henüz koymuştu, kadına bakmadan yeşilliği içine çekmek istiyordu bu beton mezarlığının ortasında. “Afedersiniz yanınıza oturabilir miyim?” dediğini duyduğunda, kafasını kaldırıp şaşkınlıkla “buyurun”diyebildi.
“ Çok seviyorum bu parkı ama hava serin olunca üşüyorum, eviniz yakın mı size gidip bir fincan kahve içip konuşsaydık biraz…” diyerek lafın en orta yerinden gülle gibi girmişti söze genç bayan.
Şaşkınlık ve kızgınlıkla başını muhatabına çevirdi. “Tanışıyor muyuz?” diye öfkeyle ve kısaca sordu. “Yüzüğün yok” dedi kadın. Parmağına döndü bakışı gayri ihtiyari. “Yüzüğün yok demekki bekarsın. Bende bekarım arkadaş olabiliriz diye düşündüm" derken vıcık vıcık ucuz bir sırıtma kondurmuştu yüzüne.
Gözlerindeki gençliğin ifadesi tastamam bu anda kayboldu ve yerini pis bir bataklığın çamuru kapladı.
“Bu kadar mı?” dedi kadına.
“Bu kadar!” diye gevşekçe sokuldu Cemil’e.
“ Nerelisin sen?” dedi kıza.
“Ne önemi var şekerim, dünyalıyım ya daha ne?”
“ Haklısın” dedi Cemil. “Biliyor musun hayat bu kadar ucuz değil, bu teklifinin ardından sana tamam diyecek kaç adam işi bitince boğazını kesip cesedini oraya buraya atabilir diye düşündün mü hiç?”
“Yooo” dedi kadın. “Onları o derece kızdırmam ki ben. O kadar mutlu olurlar ki arkadaşlığımdan, hiç böyle şeyler düşünmezler benim için” diyerek şuh bir kahkaha attı.
Zannediyordu ki böyle davranırsa daha baştan çıkarıcı görünecekti.
“Kim öğretti sana bu işi, kaç yaşındasın?” diye sordu Cemil.
“Kim mi, amann sende kadınım ben bebeğim, kadınlık öğretilebilir bir şey midir?”
“Oturduğundan beri kurduğun en sağlam cümle bu” dedi Cemil.
“Sağol bebeğim” dedi babası yaşındaki adama, elini dizine koydu arsızca. Cemil öteye gitti bankta biraz daha. “Gazetemi okuyup evime döneceğim, bu kadar sohbet yeter sanırım hadi kızım…” diye yol gösterdi kıza.
“Aaa aşk olsun cicişş…” diyerek parmağına bir öpücük kondurup, rujunun Çingene pembesi rengini yanağına bırakıp, kıvırta kıvırta parkın öbür ucuna yürüdü.Cemil Bey kız uzaklaşırken şaşkın bir şekilde ona bakmaktan kendini alamadı.
…..
Gazetesini açtı,manşetler yine birbirine sövüp sayanların ‘olduğunu iddia ettikleri’ ve bir türlü mahkeme edilmeyen dosya sansasyonlarıyla doluydu. Herkes bir diğerini suçluyor, kendiyle ilgili suçlamalara cevaben tek laf etmiyordu.
Fillerin tepişme mevsimiydi yine ve karıncalar ezileceklerini bildiklerinden çokça üremişlerdi zamanlıca. Kalan sağlar bizimdir bilinci tüm sükûnetin temel felsefesiydi haliyle.
Köşe yazarlarına bakındı. Yıllarca herkesin güvenle takip ettiği onca duayen; uzun zamandır itiraflarını kaleme alıyorlardı. Yıllar boyu demokrasi deyip dururken,önceden yazamadıkları ve alıştıkları ısınan suyun hatıralarını kaleme alıyorlardı bu aralar.
Telefonunu çıkardı cebinden, “ne var ne yok” diye sordu karşısına çıkan adama.Daha cevap almadan “Ne vaziyettesiniz, köşelerde oturanlar neler yazıyor takip edebiliyor musun?” diye sordu,alacağı cevabı bilerek.
“Oturup kalmayacak bu zihniyet al aşağı edecez ne olursa olsun” dedi karşısındaki arkadaşı.
“Oğlum oturup bir dinleseniz, konuşsanız. Böyle birbirini yiyerek olur mu bu işler? Rezil oluyorsunuz ahalinin önünde, bağırıp çağırmaktan öteye gitmiyor çabalarınız” diye devam etti Cemil.
“Bir araya gelmek mi? Ne diyorsun Cemil ağabey, görmüyor musun? Adamlar cahil, aptal, üçe beşe tamah eden halkı; aldı arkasına yürüyor. Son nefesimize kadar mücadele edeceğiz bunlarla” dedi telefondaki arkadaşı.
“ Oğlum bi sakin ol diyorum sana, ne bu hiddet bu celal. Böyle yaparsanız kaybedeceksiniz yine. Bırakın şu ‘aptal cahil halk’ söylemini bi kere. Alemin tek akıllısı siz misiniz? Komik duruma düşüyorsunuz. ” deyip,arkadaşının anlamaz tutumuna biraz da sinirlenerek,bir iki hoşbeş ettikten sonra telefonunu kapattı. Hizmetine talip olduklarına aptal demenin, ne büyük bir aptallık olduğunu anlayacakları bir zamanın elbet geleceğini düşündü.
Vakit akşama yakındı. Parkın önünden usulca evine doğru yürüdü. Gelip geçenleri izleyerek evine ulaştı. Demliği koydu ocağa. İki lokma bir şey atıştırdı.
Televizyonu açıp ajansı dinledi. Terör olayları 80 öncesi kadar olmasa da hala hükmünü sürdürüyordu. Bir yerlerde yürüyüşler,sloganlar,Polise atılan taşlar…Çocuklar…Evet, devletin askeriyle savaş oyunu oynarken gerçek kan aktığını gören bu cumhuriyetin çocukları…
Telefonunun çalmasıyla irkildi. ‘Çankaya Emniyet’den komiser Volkan’ diyordu karşıdaki ses. “Ferhat Akçaoğlu için arıyorum buraya gelebilir misiniz?” diye soruyordu.
“ Oğlum…” dedi. “Oğluma kötü bir şey mi oldu?”
“ Buraya gelince konuşuruz” Cemil Bey, “bekliyoruz” diyerek kapattı telefonu.
Karakol’a girer girmez Volkan Amiri sordu, odasını gösterdiler.
“Üzgünüm” dedi Volkan amir . “Böyle kötü bir haber vermek istemezdim ama oğlunuz kendini vurmuş.Bir süredir iş yerinde çeşitli sıkıntılar yaşıyor olduğunu öğrendik soruşturma devam edecek elbet. Ama anladığımız o dur ki oğlunuzu ‘haksız kazanç temin etmekle’ suçlayan bir arkadaşı bu sürecin fitilini ateşlemiş. Patronları durumu araştırıp, aklanacağından emin olduklarını söylemişler ama görünen o ki bu yeterli olmamış.”
Yanında bulunan notta; “Utançla yaşamaktansa ölürüm çok daha iyi. Beni onuruyla büyüten ve onuruna sahip çıkmayı öğreten babama söyleyin; Üzülmek için hiç sebep yok. Tertemiz teslim ediyorum ismimi. Kimse taşıdığım bu isme en küçük iftirada bile bulunamaz. Öyle bir babanın emeği var ki bende istesem de yapamayacağım işlerle anılmaya bile tahammül edemem.” yazıyordu.
Gözyaşlarına hakim olamıyordu cemil bey.
“ Görebilir miyim?” diye inledi,
“Nerede oğlum?”
“Adli Tıp’ta ölüm raporu hazırlanıyor” dedi Komiser.
“ Görmek istiyorum” diye gözyaşları içerisinde üsteledi Cemil Bey.Bir polis arabasıyla hızla ilerlediler gecenin karanlığına.
Buz gibi morgun önüne kadar bir görevlinin yardımıyla yürüyebilmişti.
Yüzünden çekilen çarşafla parçalanan kafatasını gördüğünde, hiçbir şey yokmuş gibi ilerledi oğlunun cansız bedenine. Buz gibi olan bedenin omuz başına “babam benimmmm” diyerek gözyaşıyla ıslanmış bir öpücük kondurdu.
“Ne zaman alabilirim oğlumu”diye sordu.
“Birkaç gün içinde” diye cevap verdi görevli.
...
Haber vermesi gereken kimseleri kalmayalı kaç yıl olmuştu? Acılarda hayatın tatları kadar doğaldı işte.
“Oğlum” diyerek duvardaki çerçeveyi bağrına bastı.
Hiç adeti değilken gidip bir abdest aldı. Anneciğinden yadigar seccadeyi bulup kıbleye doğru serdi. Ağlaya ağlaya vardı secdeye, ‘senden başka kimsem kalmadı nihayet. Al artık yanına’ diye avuç açtı. Ha deyince vaktin gelmeyeceğini bile bile.
Akşamlarını dolduran televizyon sesi olmayınca konu komşunun sesini duyabildiğini fark etti ve ışıklar yanmazken de odalar apaydınlıktı işte.
Yazı masasının çekmecesinden dolmakalemini çıkarıp öpüp açtı kapağını. Temiz bir kâğıt çıkardı. Düzeltmesi olmayacak olan bir talimatname için her şey hazırdı.
Söyleyecekleri bittiğinde son bir kere daha imzasını attı.
Kalemini kapatmadan kağıdın yanına bıraktı. Oturduğu sandalyenin üzerinde unuttu taşımaktan yorulduğu bedenini.