7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1186
Okunma

Sandra patronunun kahvesini paketlettirmiş, kaldırımda hızlı adımlarla yürüyordu.
Maurois’nın Kulübesi’nden latte kahve içmezse güne başlayamazmış beyefendi. Ben nasıl güne başlıyorum? Hadi beni adam yerine koymuyorsun, genel müdür saat beş buçukta işbaşı yapıyor. Sen niye başlayamıyorsun!
Homurdanırken birine çarptı.
‘Dikkat etsene!’
Çarpışmanın etkisiyle elindeki kahvenin kapağı açılmış, çarptığı adamın üstü başı kahve içinde kalmıştı.
‘Özür dilerim, gerçekten. Tanrım, tüm kahve gitti.’
‘Tüm kahve gitti, öyle mi? Asıl benim takım elbisem gitti. Ne olacak şimdi?’
‘İsterseniz bir kuru temizleyiciye bırakın, ben faturasını öderim.’
‘Ah bu güzel. Temizleyiciye bırakırım, yeni gibi geri alırım. Kahve lekesi hiç bu renkten çıkar mı? Leke bile demeye dilim varmıyor. Kahveyle yıkandım sanki.’
‘Beyefendi başka ne yapabilirim?’
Adam Sandra’ya cevap vermedi.
‘Hadi bunu kuru temizlemeye verdik. Az sonraki toplantım ne olacak? Don gömlek mi gideceğim?’
‘Elimden başka bir şey gelmiyor beyefendi.’
‘Gelir, gelir… Bana yeni bir takım alacaksınız. Hem de hemen. Toplantıya geç kalmamalıyım.’
Sandra adamın yüzüne inanamayarak baktı. Otuzlu yaşların başlarındaydı. Saçları seyrelmiş, geriye doğru giden alnı gözlerini ve burnunu daha ön plana çıkarmıştı. Üzerinde açık gri bir takım elbise vardı ama gürültü, patırtı yapılacak denli pahalı durmuyordu. Adamın ısrarını asabi doğasına verdi. Heyecanlı geçince daha serinkanlı talepleri olacaktı.
‘Beyefendi, size yeni bir elbise almaya ne gücüm yeter, ne de bu yönde bir niyetim var. Dediğim gibi, temizleyiciye bırakın, masrafları ben karşılarım. Ama ötesi söz konusu değil.’
‘Hayır, alacaksınız!’ diye itiraz etti adam. ‘Başka bir yolu yok, takım elbisemi mahvettiniz.’
‘Beyefendi, son kez teklif ediyorum. Gelin, takımınızı kuru temizleyiciye götürelim. Ama yeni bir takımı bana aldırtamazsınız.’
‘Alacaksınız dedim.’
Adama cevap vermeden yürümeye başladı Sandra.
‘Hey, nereye gidiyorsun? Gel buraya!’
Arkasından bağırılmasına aldırmadı. Artık dökecek kahvesi de kalmadığından koşarcasına çalıştığı binaya gitti. Ancak girişte resepsiyondakilerin şaşkın bakışlarını gördüğünde kahveyi kendi üzerine de döktüğünü farketti. Yapacak bir şey yoktu. Zaten geç kalmıştı, bir de eve gidip üstünü değiştirmek gününün yarısını öldürürdü.
Ofise girdiğinde patronu Sandra’nın masasının başında dikiliyordu:
‘Kahvem nerede?’
Üzerini bile çıkarmadan olan biteni anlatmayı denedi.
‘Sonuçta kahvem yok öyle mi? Niye gidip bir tane daha almadın?’
Tekrar, çarptığı adamdan koşarcasına kaçtığını, bu yüzden geri dönemediğini açıklamaya çalıştı. Patronu dinlemiyordu.
‘Bu ilk değil Sandra.’
Sonra patron uzanıp Sandra’nın masasından telefonu aldı, departmanın genel sekreterini aradı.
‘Elise, senden bir ricam olacak. Bugünlük bana geçici bir asistan yollar mısın? Bir de muhasebeye haber ver, Sandra’nın alacaklarını hesaplasınlar.’
Ahizeyi yerine koyup odasına gitti.
Sandra patronunu tanıyordu. Konuşmanın hiç bir faydası yoktu. Doğrudan muhasebeye indi. Kendisine yazılan çeki aldı, sonra da binadan çıktı. Bitmişti. Artık işsizdi. Yardım istercesine yukarı baktı: Bulutsuz, mavi bir gökyüzü vardı. Doğru, bahar gelmişti diye düşündü, artık bir kahveye gidip, gelip geçeni seyredebilirim.
Düşündüğünü de yaptı. Armand’ın Kahvesi’ndeki boş masalardan birine oturdu. Gelen garsona kahve ve kruasan söyledi. Bir gazete ya da dergi almadığına hayıflandı. Etrafına bakınırken siparişi getiren garson ona gazetelerin bulunduğu köşeyi gösterdi. Kalkıp uzun zamandır bakmaya fırsatı olmadığı dergilerden birini aldı. Geri döndüğünde masası boş değildi.
‘Ne zaman takım elbisemi almaya gidiyoruz?’