25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
11517
Okunma


Cezmi Ersöz’ün “Şizofren Aşka Mektuplar” adlı kitabını okumaya ilk başladığımda, “Var mı böyle bir şey? Hem çok seviyor, hem nefret ediyor.” diye kitabı bitirmeden bırakmıştım. Anlatılanların, kitabın ismi gibi hasta ruhlu bir ilişki olduğunu düşünmüştüm.
Ama şimdi gönlünü veren bir kişinin, sevdiğinden ummadığı şeyleri görüp, saçma sapan şeylere şahit olduğunu düşününce; “Evet, bu adam az bile anlatmış.” diyorum. Sonra bu adamı bu kadar delirten ne olabilir diye düşündüm. Ve sonra, aslında incir çekirdeğini bile doldurmayacak gibi görünen bazı olayların, insanın psikolojisini nasıl bozduğunu anlamaya başladım.
Yıllar sonra bir gün, gönül ummanında tek başına kürek çekerken, bir yerde hiç ummadığın bir anda ruhunu birine, ona, sevgiliye açarsın farkında bile olmadan. Senin en doğal hâllerini görür o. Çünkü bütün doğallığınla bağlanmışsındır ona. Onun saf sevgisine boynunu büker, “İşte bu hayatta yalansız, çıkarsız, sahiden seven birileri de varmış.” dersin. Mutsuzluğu geride bırakıp, bugüne merhaba dersin sevdayla.
Seni gönülden sevdiğini düşünerek ona güvenirsin. Çünkü her zaman olabildiğince dürüst, olabildiğince gerçek bir dosta; güvenilecek, seni yarı yolda bırakmayacak gerçek bir sevdaya yüreğinizin ihtiyacı vardır. Ancak o zaman yüreğiniz huzur bulur.
O hep hayatımda olmalı dersin. O sana yalan söylemez. O senin arkandan işler çevirmez. O sana asla ihanet etmez. O seni senden önce düşünür, senin için endişelenir ve O seni hiç yalnız bırakmaz. Gereğinde bir arkadaş, gereğinde yaslanacak bir omuz olur sana. Bazen gözyaşlarını silecek, kederini dindirecek bir can, bazen de seni güldürecek kadar nüktedan…
Gönlünü ilk defa işte böyle bir sevgiliye, hayatında çok büyük yer alacağını düşündüğün birine açmak istersin. Ve ancak onun, senin yüreğine dokunmasına izin verirsin. Benden başkasını sarmayacak onun gözleri diye güvenirsin…
Gün gelir değişir her şey.
Birbirinizi üzmeyeceğinize dair yeminler ederken birden, seni buz kesen bir hâlini görürsün. O an korkularınla yüzleştirir seni. Hayallerin yıkılır, üzülürsün. “Nasıl aldandım? Neyine kandım? Beni ona çeken neydi?” diye sorgularsın kendini.
Yüreğinde öyle yaralar açar ki, açtığı yaranın farkında bile olmaz. Oysa o saf saydığın sevgisinin, seni nasıl hırpaladığını bilemediğinden olsa gerek, bir de seni suçlar, “Nasıl böyle düşünürsün?” diye.
Onun bu sözleri sana sitem değil, kanayan yarana tuz olacaktır.
“Senin hep yanındayım.” diyen, “Hayatımın anlamı sensin, doyamıyorum sana.” dediğini hiç unutmadığın biri, bir anda pat diye “Benim hayatımda senin kadar önemli bir başkası daha var.” diyor. Sen de en saf halinle, tabi ki herkesin yeri ayrıdır diye düşünüyorsun. Hani senin yerin apayrı bir yerde ya… Senin yerine bir başkasının geçebileceğine ihtimal bile vermiyorsun.
Sonra bakıyorsun ki, o garanti gibi gördüğün, senden başkasının orada olmasına ihtimal vermediğin yerine çoktan bir başkası yerleşmiş bile.
Bunun adı kıskançlık, diye düşünebilir birçok insan. Hayır, bunun adı kıskançlık değil, hayâl kırıklığıdır. Anlıyorsun ki, ona ulaşmak için seni basamak olarak kullanmış. Artık ne zaman ondan bahsetse, onu merak ettiğini söylese; kristalleşmiş gönlünün parçalanma sesini duyarsın. Kendine isyan edersin. “Bu da nereden çıktı şimdi? Hani o bunu yapmazdı?” diye sormaya başlarsın kendine. Elinde ne varsa atıp kırmak, parçalamak istersin. Bir anda bunların bir kâbus olduğunu düşünürsün.
Sana göre senin sevginin önüne hiçbir şey geçemez, senin sevginin yerini hiçbir şey alamazdı. Ama öyle değilmiş hakikat. Bir başkasının mutluluğunun gölgesinde kalmışsın artık. Yine de kabullenmek istemiyorsun bu durumu. “Olur böyle şeyler, yanlış anlamışımdır.” diyorsun. Aaa bakıyorsun ki tutarsızca, düşüncesizce, seni de bu gölgenin altına çekiyorlar, bilerek o gölgenin altında eziliyorsun.
Ezilen sen olmamalıydın, olmamalısın da. Seni bu duruma düşürüp de, kuru bir özürle geçiştireceklerini sanıyorlarsa, yanılıyor bu insanlar. Bir gönüle girmenin, zorken bir gönül kazanmanın ne demek olduğunu bilmediklerinden olsa gerek, basite indirgiyorlar sevdayı, dostluğu.
“Benim olan beni üzmez. Benim olan bunu bana yapmaz. Beni bir kere, başkası için üzdüğünü anlayan insan, hassas olduğum konuyu bana tekrar yaşatamaz tutarsızca, acımasızca.”
Belki, satırlara biraz öfke bulaştı, çok ağır oldu diyeceksiniz.
Hayır. Böylesi bir tecrübenin başka türlü ifadesi mümkün değil. Yürekteki sızıyı hiçbir şey hafifletmediğinden, söylenecek bir sözü tam yerine koyacak bir kelime bulamadığından az bile anlatıyor.
Cezmi Ersöz, az bile anlatmış kitabında.
Ne zaman umutsuzluğa düşse sen gelirdin aklına, şimdi çekip çıkartıyor seni yüreğinin derinlerinden. Ağlıyor yüreği. Hoş sen bunu da anlamazsın. Çünkü o içinden ağlayanlardan. Hani derdin ya o hassas yürekli kadın diye.
“Elifin Noktalanması, elif harfinin yanına noktayı andıran he harfinin gelmesi demekmiş. İki harf bir araya gelince ‘Âh!’ diye okunuyor. Bu yüzden ‘Elifim noktalandı’ demek, ‘Âh çekiyorum, acı çekiyorum.’ demektir.”
Acılar; türkülere şarkılara, şiirlere konu olmuş yıllarca. Her türkü yakar da geçer gönüllerden, yaşanmışlığı taşır çünkü. Bu günlerde dinliyorum artık o türküyü “Elif dedim, be dedim”.
Benim de elifim noktalandı.