20
Yorum
46
Beğeni
0,0
Puan
906
Okunma


Gece ikiyi çeyrek geçe alarm çalıyor. Uykulu gözlerle akreple, yelkovanın kırılışını izliyorum. İzlemek yerine, böyle pasif ve kimseye faydası dokunmayan boş sözler etmektense; hissediyorum demeyi isterdim daha çok..."Sizi anlıyorum beyler! Haklısınız! Her gün resmi bir işiniz gücünüz, aceleniz yokken, durduk yere sizi rahatsız edip; bu saatte kalbinizi dargınlığıma kuruyorum. Her gün benimle bu kör saatlerde ayaklanıyorsunuz!" Aaa! Hissetmez olur muyum canım? Hissediyorum tabi...Başıma boca ettiğiniz bu devinim ve dengelerimi altüst edişinize hiç kulak asmayıp, sonra da kendi yasalarımla çelişkiye düştüğünüz bu mekanik kırılışlarınızı! Hissetmek! Durun ya olacaktı burada bir yerlerde, az önce ayağıma ha bire dolanıp duruyordu. Çocukların her yerden pörtleyen oyuncak sarı ördeği gibi belki yanlışlıkla üstüne basmış, o da can havliyle "vik vikk viiik!" ötünce çöpe atmış olmayayım sakın sevimli minik kuşu? Hay Allah! Nereye kayboldu bu şimdi? Tüh! Görüyor musun? Bir anlık öfkenin acısını zararsız, şirin bir hayvancıktan çıkarmışım. Hiç benlik hareketler değil bunlar. Hiç hem de hiiiiiççç! Neyse n’apalım olan olmuş! Başka bir hissizliği kuytu köşede ararken nasıl olsa çıkar yine ortaya, pişkin pişkin gelir yine kendi tahtını hatırlatır.
Hatırlamak! Ne kadar uzun zaman olmuş bizim bunak mösyö ile karşılaşmayalı...O da hissizlik gibi hiç olmadık bir zamanda böyle karşıma geçip, ayak ayak üstüne atıp oturur camış gibi...Pilli kalbimden, kanamalı albümlerden, bu ağır yaralı duvarlardan, tırtıklayabildiği kadarını, dişleyip götürebileceği ne kadar kırık dökük mazim varsa, bütün sülalemi topluca götürür durgun bir göle bırakır. Bu çağın insanı olmak var ya ayrı bir sorun zaten, artık kanacak, kandırılacak bi yaşta da değiliz ki; gelene hoş geldin gidene eyvallah diyelim. Her yaşın bi kırıntısı, girintisi çıkıntısı, getirisi götürüsü var. Yedi yaşında da değiliz ki topumuzun peşinde olalım, ip atlayalım, tek derdimiz pamuk şekeri, lolipop etipuf filan olsun. Bu yaşın da başka türlü açlığı var. Sevgi, saygı, barış, kardeşlik, vicdan, merhamet, bilgi, kültür, aydınlık açlığı gibi say say bitmez. Yaş ilerledikçe, gemi su aldıkça bi can kurtaran gelecek mi, bi simit atacak mı, boğulmaktan kurtaracak mı seni oğlum sen ona bak gerisini boş ver! Hayatında böyle biri ya da birileri varsa iyi...Ben kıyıdan uzaklaştım biraz..biraz fazla açıldım mıstık kusura bakma seni beklemedik! Bizim cilveli yunuslarla takılıyorum gittiği yere kadar. Peder senin elin kolun uzun, gözetlemeci memuru gibi yedi yirmi dört saat tepemdesin! Bari bi simit at şurdan şu martı kadına da göz göre göre boğulup gitmesin!..Hatırlamak diyorum! Nasıl bir şeydi, neye benziyordu? Acı mıydı, tatlı mıydı, ciddi miydi yoksa bayat şakalarıyla maytap mı geçiyordu bizimle? Görürsem anlatırım ama şimdi gitmem lazım! Dur bakim o da burda elimin altındaydı nereye kayboldu acaba? Bu evde de aradığım hiçbir şeyi bulamıyorum ki! Anneeee! Gitmemi gördün mü bi yerde? Burda dolapdaki diğer yalnızlıkların arasına asmıştım en son kırış kırış, sen mi aldın? Kız annee kime diyooom? Üstündeyse çıkar çabuk geç kaldım! Amatörler ligindeki şovenist şeytanla randevum var! Kazanırsam beş yıldızlı dokunulmaz yalnızlığımla cehennemin dibine gideceğim! Bak şimdi sen gitmek deyince aklıma hep ’on iki yıllık esaret’deki; benimle aynı yazgıyı paylaşan kader arkadaşım oyuncu kadının çaresizliği aklıma geliyor. Gitmek sonra daha da zorlaşıyor, beton gibi çakılıp kalıyorum yerime ama kendi aramızda konuşup bi karar verdik ve dedik ki: "Biz goril olmak istiyoruz!" Allah kısmet ederse seneye bu vakitler, anadan doğma üryan bir şekilde gözlerimizi Kongo ya da Uganda’da açıp; kör talihimizi bir de oralarda deneyimleyerek, bize geldi mi tutukluluk yapan bu kelek şansı bir an evvel lehimize çevirmek istiyoruz. Belki şeytanın bacağını bu sefer kırarız belli mi olur?
Kelebeklere, kuşlara, tombik pandalara hele ki tavuskuşlarına bayılırım. Balıkları sevdiğim kadar yerim de...Ham yaparım onları bi güzel ham ham! Yunusları da çok severim bak! Gücüm yetse var ya şapur şupur mideye indiririm de, ama kemikleri çok onların da...Kim uğraşır iki saat o kılçıklarla? Köpekbalığı ve Killerwal’lar hariç onlar katil! Gel gör ki okyanusların başıbozuk bu puştları, bu tekinsiz silahşörler sanki kanımda dans edip yüzüyor. Aslanlar da güzel ona bakarsan. Alemlerin taçsız kralı! Hayvanların yavruları sevimli ve tatlıdır, aslanlarınki bile...Kurbanlarını en kolay ve kısa yoldan öldürmeleri onlara duydukları saygıdan ötürü olabilir ama onlar da o güzel gözlü ceylanları, zebraları yiyorlar...yani katiller ama cani değiller mecburlar sadece...
Ama ben gorilleri ve pandaları bi başka seviyorum. Gorillerin anlatmak istedikleri çok şey var gibime geliyor gözlerinde. Filler de aynı şekilde...bazı hayvanların bakışları can alıcı, baş döndürücü ve vurucudur. En sinir olduğum hayvan sırtlandır. Uyanıktır, sinsidir hep arkadan vurur ve acıma duygusu hiç yoktur can çektire çektire öldürür kurbanını...Kamphund’ları da severim. Rotweiler, Pitbull güzel hayvanlardır bunlar ama korkarım. Hayvan olmak sorun değil de kediden, kuştan, kelebekten bile korkarım ben...ama neticede bi etçil etobur olarak ben de seri katil sayılırım. Ne kadar vicdan yapsam da bi sineğe ya da örümceğe elimle bi tane şaplatırken bile ’özür dilerim ama seni öldürmek zorundayım!’ demiş olmak hafifletici suç sayılmaz.
Kelebek ya da goril diyorum ben...Üç günlük kelebek ömrü hoş geliyor kulağa...bununla birlikte goril olup kendi krallığımı ilan etsem hiç fena olmaz. Sessiz sakin bi köşede oturur demiri çinkosu bol yeşil yaprak falan yerim. Kansızın önde gideniyim zaten. Konuşmayı sevmez goriller, dedim ya en çok gözleriyle konuşurlar. Tahtımı devirmek isteyen o artis yeni yetmelere birkaç yumruk sallarım olur biter. Onları da döveceğimden değil ha yanlış anlama sakın! Olsa olsa bu uzun tırnaklarımla en çok kendi göğsümü deler geçerim. Goriller otoritelerini korumak, rakiplerini korkutup gözdağı vermek için arka arkaya göğüslerini yumruklarmış ya hani! Bir de kükreyip garip bi ses çıkartıyorlar. U u u u u u u u u u! He işte bayılıyorum buna...Erkek goriller de n’apsın işte? Arada bozgunculuk yapanlara, tahtına oturduğu bu düzende kargaşa çıkarıp kafa tutanlara, karılarına gözünü kestiren zamparalara, liderliklerini ve gücünü göstermek için genellikle iki ayağı üzerine dikilip göğsünü paralaya paralaya perişan edip duruyorlar kendilerini...
Evet evet biz kararımızı verdik. Biz kesinkes goril olmak istiyoruz. Allah’ın izniyle ölümden sonraki ruh göçümüzde, başka bir bedene intikâl edersek hiç şaşırmayın azizim! "Ekvator Afrikası’nın yağmur ormanlarında" daldan dala, ağaçtan ağaca zıplayıp bol bol filiz, yaprak ve meyveyle beslenip, fit görünümlü kaslı kollarımızla bize yamuk yapanlara sağlam kafalar atıp çakarken görürseniz küçük dilinizi yutmayın! Bu XL bedene fazla geliyor bu kadar duygusallık anlatabiliyor muyum?..
Mero sen bugün hiç müzik dinledin mi? Dinlemedim yaaa! Hay aksi! Nasıl da aklımdan çıkmış! Bilirim canım bilmem mi hiç? Ne aksidir o! Ne kızmıştır şimdi bana...Abooo! Küplere binmiştir. Ah ah ah! İşin yoksa bir ton azar da ondan işit! Tabi canım sen ne diyosun! Bilmem mi, bilirim bilirim, iyi bilirim! Sağduyusunu yitirince açacak ağzını yumacak gözünü şimdik, abuk subuk konuşup benim de tepemin tasını attıracak! Bak görüyor musun? Kafa şimdi donk etti. Ben de diyorum bu huninin başımda ne işi var, bu da nerden çıktı? Çıkıyorlar efendim! Çıkıyorlar! Karınca gibi her yerden çıkıyorlar. Bu arkeologlar hangi ara çoğaldı? Bu mesleğe bu talep ne zaman arttı? Hangi ara içimdeki tarihi çıkıntılara sıra geldi, bana el attılar valla bir şey sormayın, ben de bilmiyorum, çok şaşkınım. Ne zamandır haber alınamıyor benden, desem ki benim bile haberim yok kendimden yeridir! Bana n’aptılar, küllerimi nereye savurdular inanın ki bilmiyorum! Sürü gibi yallah! geldiler böyle kafama üşüştüler o ellerindeki sivri uçlu malalar, spatulalar yok mu? Ha işte! O kasa kasa teçhizat takımlarıyla, beyaz tulumlarıyla, o tek gözlü büyüteçlerini takıp tabutumun karşısında cesedimle alay eder gibi "merak etme gız biz seni tamir edeceğiz!" deyip kalıntılarımı incelemeye koyuldular. Bir de bunların boy boy badana fırçaları var. Arada bir de onları bu pütürlü, pürüzlü derime dokundurup duruyorlar huylanıyorum. "Oğlum yapmayın lan gıdıklanıyorum!" diyorum ama sığırlar duyuyor mu hiç?
Dinlemiyorlar işte...dinlemiyorlar. Bak ben de dinlemedim başıma ne işler açtım. Durduk yere kalbini kırdım sesini sonuna kadar kıstığım müziğin. Ben umutsuz vakayım abicim! Bu çömezler benim kodlarımı dna’mı falan da çözemezler boşu boşuna sermişler iki seksen beni yere gıdıklayıp duruyorlar ha bire fırçalarla...Bari kutu kutu boyalar da getirseydiniz, şu dağılan kemiklerimi, dişlerimi de renk renk boyasaydınız. Onu da beceremiyorsunuz! Onu da söylemem lazım...Her kuşun eti yenmez ki anacım! Bunu da yemeyiverin canım n’olacak yani? Gökyüzünde kuş mu kalmadı size? Gidin onları taşlayın vurun! Bak kuzu kuzu dinleseydin beni olur muydu böyle? Olmazdı işte...olmazdı onu diyorum! Sen hayırdır ya! Niye kafana taktın ki bu kadar? Geç otur sakinleş önce bir...Bu afran tafran kime bakim söyle de anlayalım? Bak betin benzin de solmuş, küt diye gideceksin bi de senle uğraşmayalım.
Bize bi ceset yeter gözünü sevdiğim! İkinciyi çıkarıp sarma başımıza...Aha bak! Benim bu avanak mal cesedim de üç gündür yerde öyle uzanmış bekliyor keriz gibi...Daha soğumamışım lan! Daha adli tıpı bekliyoruz, onlar gelecek, çuvallayıp götürecekler. Kırığım, çürüğüm, bozuğum, kuşum ne varsa artık hepsini su geçirmez bir naylon poşetin içine tıkıştıra tıkıştıra, ite kaka istifleyerek, fermuarını yukarı çekip ağzımı sıkı sıkı kapatacaklar. Bak görüyor musun? Onlar da ekti bizi, unuttu gittiler burda! Ağaç ettiler gamsız bir kuşa kalbimi...Arada bir gelip konuyor yanağıma. Nabzımı ölçüyor, sabrımı ve sadrımı! "Aşk olsun sana çocuk!" diyor, "Aşk olsun! Ölüm hiç yakışmadı sana!" Ölüm kimin üstünde fiyakalı durmuş ki bana da yakışsın?
Bir hafta da morgda kirece budanmış kütükler gibi beklerim böyle n’olcak, seni mi kırıcam canımsın! Paşa paşa yatar çıkarım sonra insan içine omurgasız, organsız...Patolojik hale nasıl geldik şaşkınım biraz ama sonra çok geçmeden şaşkınlığın da artık tedavülden kalkmış olduğunu hatırlayıp, birinin de beni bu şapşal ifadeyle görürse ayıplayacağını düşünerek; henüz yanaklarım kızarıp bozarmamışken kendime çekidüzen verip, yine ışık hızıyla o kayıtsız yüzümün şekline sarınıp bürünüyorum. "Koşun koşun çocuklar!" diyor annem balkondan, "koşun dolabınıza saklanın! Şaşkınlık ha bu değil mi budur burnumuzun dibine kadar gelmiş! Dinime kitabıma sizi bu halde görse var ya! Yaka paça alır cadılı evine götürür haa benden söylemesi! Toplayın bakim yerdeki şu oyuncaklarınızı da! Siz Allah bilir onlara da bom budala şaşkınlığınızı bulaştırmışsınızdır!"
Halbuki biz başımızdaki bu halelerle önce gökyüzündeki yıldızları seyredecek, sevgi pıtırcıklarından nasiplenip şiirlere öykünecek ve okuduğumuz romanlardan birkaç güzel düş kiraladıktan sonra da gürültü koparmadan güzel güzel geçip gidecektik hayatınızdan ama maalesef olmadı. Yanlışların faturası yine bize kesildi. Bir kıyamettir koptu gidiyor içimizde, fırtınası hiç durulmak bilmeyen o azgın suların.
Kalbini arama boşuna morgda bıraktım canısı! Kalbimi ve daha bir sürü şeyi dondurucuya koyup götürdüler, n’apcaklarsa bu buz artıklarıyla?
Ne demişler evlat; taş taşa bakar ve oturur ağlarmış. Herkes son kayayı yuvarlamak için; elinde suyunu sıkıp haşat ettiği o ilk kayayı yuvarlıyor yutağına...Herkes üzgün evlat! Herkes son kayayı birbirinin boğazına tıkmak için, o ilk kayayı kuru somun gibi diziyor kursağına...
...
Gitmek de; ruhlar aleminde gezintiye çıkmış da kendinden haberi yokmuş gibi bi havalara giriyor bazen. Bir kapıyı yüzüne örterken, başka bir kapıya yüz sürdüğün...gitmek...gitmek...ah öyle bir gitmek ki namussuz! "Uzun ince bir yolda" nın kalbini paçavra ettikten sonra toprağa ruhunu teslim edip derinin altında mühürlemek gibi...
Sana hoşgeldin diyor hoş.çakallar! Koltuğunun altında g.itmeye hazır püsküllü bir yastıkken.
...
Hoş gelmişsiniz, hoş gelmişsiniz, sefalar getirmişsiniz! Ne vereyim güzel abime? Neleri sever? Nelerden hoşlanır, söyle abim donatim sofrayı hemen!
...
Gitmek! Yazma alışkanlığını kaybettiğin bir yerde, yeni peydahladığın satırlara; saçlarını ağartacağı hayal mahsulü düşlerine, tahammülsüzlük gösterdiğin beyhude bi çırpınış.
Gitmek, sadece bi gitmek olsaydı "hoşçakal" derdik ama çoğu gitmeler ’güle güle’ ye açılan buruşuk perdelerdir. Bu hoş çakallar keskin nişancılar gibidir adeta...biri kurşun gibi doğrudan kalbine isabet, öteki kulağında asılı kirazdan küpeler.
Hoşçakal diyen de kalmadı pek! Size bir şey söylim mi? Güle güle’lerin de yüzü gülmüyor artık! Yüreği ağzında budur kapıyı açmış gitti gidiyor yanağımda sizden hatıra kalan o son buseniz...
Hoşçakal diyen kalmadı evlat! Burda güneş doğarken senin güle güle’lerin de cesedinle gömülmüş olur o saatlerde merak etme!..
...
Duyuyor musun kırılışların sesini? Ama onlar seni duyuyor. Bir kadın aldığı darbelerle öyle ustalaşır ki; onun karşısında şeytan bile saygıyla hazır ola geçip yakasını ilikler!..
Benden sana ağızda erimelik, pamuk şekeri tadında fuubutsushili bir merhaba cancağızım!..
...
m.g