4
Yorum
18
Beğeni
0,0
Puan
451
Okunma

Yağmur çiseliyor sabahtan beri. Çiseler, bulutların şehvetiyle yarışır gibi, nabzını yokluyor güneşin. Nereden bilebilirler onun, böyle havalara olan hayranlığını…
Yemekhaneden yeni çıkan üçüncü sınıf öğrencileri, her zamanki gibi, bahçede kümeler oluşturarak; birbirlerine hayatın oyunlarını, kurallarını öğretmeye koyuluyorlar. Zamanlarının kısıtlı oluşunu, iliklerine bile ezberletmişlerdir çocuklar. Fakat bu paradoks; onların, arada bir itişmelerini, koşmalarını, bağırmalarını, gülmelerini, sarılmalarını, birbirlerini çekiştirmelerini, taklit yapmalarını, atlamalarını, kovalamalarını, tartışmalarını, kavgalarını hiçbir şekilde engellemiyor.
Kızlar kovalanırken cıyak cıyak bağırıyorlar. Sesleri okulun duvarlarına çarparken yankı yapıyor ve az ilerideki trafik duyulmaz oluyor.
Oğlanlarsa, her yakalandıklarında hileye başvurarak kızları yenilgiye uğratıp, üstünlük elde etmeye çalışıyorlar. Bazen cesaretlerini birleştirip itiraz eden kızlar, oyunların yenilenmesini talep ediyor. Oğlanlar boş durmuyor tabii. Sidik yarışına girer gibi, kızları irite ediyor ve hem öncülük hem de üstünlük elde etmeye çalışıyorlar. Kızlar, kolay kolay isteklerinden vazgeçmek istemeseler de, pes edip kenara çekilmeyi tercih ettikleri, bilinen bir gerçek onların dünyasında...
Oğlanların arasında bazen fikir ayrılığı baş gösteriyor, tıpkı şimdi olduğu gibi. Onlardan bir kaçı, kızlardan yana tavır alarak, ”tamam, onların dediği gibi olsun, ne çıkar ki?” diyor. Öneri kabul görüyor! Ciyaklar son buluyor derhal. En çok duyulan sevinç bağırtıları ve gülüşleri oluyor. Evet, çoğunluğun dediği olunca, başka bir homojenlik ve armoni kazanıyor ilişkiler...
Bu bitmek tükenmek bilmeyen ve her tenefüste tekrarlanarak devam eden koşmalar, bağırmalar, yakalamalar, tartışmalar; kahkahalara karışıyor yeniden. Kovalamacalar zikzaklar halinde bütün alana yayılıyor. Nöbetçi pedagoglar, bir yandan bulundukları noktalarda olup bitenleri gözlemlerken, bir yandan da öğrencilerden gelen şikayetleri, talepleri yerine getirmeye çalışıyorlar.
Az sonra kızlardan oluşan bir grup, kolkola ve sarmaş dolaş bahçedeki pedagoglardan birine yaklaşıyor. Kızlardan biri, iki gözü iki çeşme ağlıyor. Arkadaşları da ona sarılarak teselli etmeye ve olup biteni pedagoga izah etmeye çalışıyor seslerini yükselterek. Ortam büsbütün kaotik bir hal alıyor. Kimin ne dediği anlaşılmıyor. Bir hengamedir gidiyor bahçede. Kızlardan bir kaçı, kararlı adımlarla koşarak, az ilerdeki oğlanlardan birini kollarından tutup; çekiştire çekiştire pedagoga getiriyor.
Stresini belli etmemeye çalışarak, çocukları karşısına alıyor pedagog:
- Şimdi sakin olun bakiim! A, açıklar mısın, B’nin neden üzgün olduğunu?
Tedirgin olan A, etraftakilere bakıyor. Utandığı gözden kaçmıyor:
- İnan bana; hiç anlamış değilim neden üzgün olduğunu! derken; adeta arkadaşlarından destek bekleyen bir tavırla dönüyor onlara.
Arkadaşlarından biri atılıyor hemen. Ellerini teslim olmuş gibi havaya kaldırarak: ”Ben gerçekten bir şey görmedim!” diyor.
Kızlardan biri araya giriyor: ”Görmediysen neden güldün peki, ha?” diyor öfkeyle.
Pedagog yeniden atılıyor ve bu dalaşmaya müdahale ediyor hemen:
- Lütfen, sakin olun, anladınız mı? Siz... siz geri çekilin bakayım! Olayla ilgisi olmayanlar uzaklaşsın derhal! diyor sert bir sesle ve eliyle kişkişler gibi işaret ederek.
Öğrenciler geri çekiliyor. Ama, oyunlarına devam edemiyorlar az önceki gibi. Pedagog, A ve B’yi kalabalıktan sıyırıyor. Tanıklardan da üçünü alarak yanına, olayı aydınlatmaya koyuluyor:
- Bak, A! Bu senin hakkındaki ilk şikayet değil, bilesin! B’nin, Pazartesi günü de senden şikayetçi olduğunu biliyorum. Ama vaktim olmadığından nedenini sorup öğrenemedim. Sence nedeni ne bunun?
A, başı önde, elleri cebinde huzursuz bir edayla, ayaklarıyla yerdeki çakılları ters yüz ediyor. B ise, A’nın vereceği cevabı bekliyor öfke içinde. Yüzünde sevecen bir hüzün var ve parmakları arasındaki saç bağını çekiştirip duruyor habire:
- İlk kez değil beni itelemen; itiraf et! Üstelik her seferinde çok sert itiyorsun. Özellikle sahada futbol oynarken. Kaç kez tekmelerini yediğimin sayısını bile bilmiyorum artık. Dün de oldu aynı şey… Ve sen… özür dilemeden, oyuna devam ettin. Anımsa! Sana ne kadar kızgın olduğumu anlıyor musun şimdi? Dua et de bu güne değin evde anlatmadım yaptıklarını…” derken, burnunu çekiyor ve gözlerini saklayarak, kollarıyla kurutuyor.
A ise, hakkında çizilen bu tabloyu benimsemiyor. Düşünceli ve gergin bir edayla B’ye dönüyor:
- Hiç bir şey anlamıyorum..! Anlamadığım şey… birinci sınıftan beri hep, hep beraber oynuyoruz, değil mi? Tamam... oldukça sert oynuyorum. Bir tek seninle oynarken değil ki... Seni devirdiğim de olmuştur. Hatta... dövdüğümü de hatırlıyorum. Tamam, dediğin gibi olsun, itiraf ediyorum ha, ha! Ama hiç karşı çıkmadın ki bu güne değin… Şimdi… durup dururken... neden ağladığını anlamıyorum, offf!!!
Pedagog, hem sürprize uğramış hem de durumun ciddiyetini anlamıştır artık:
Demek ki, gözlerden kaçan bir durum söz konusu. Demek ki; şikayetin olmaması ve çocukların arasında suskunun hüküm sürmesi, ilişkilerin iyi olduğu anlamına gelmiyor.
Öğrencilerle olayı irdelemek üzere, konferans salonuna yöneliyor pedagog. Gözle görülmese de, ezenle ezilen, susanla konuşan, alışanla alıştırılan, normalle anormal arasındaki kırmızı çizginin iyi belirlenmesi, anlaşılması ve kabul görmesi gerekiyor. Hem de, henüz çok geç olmadan…
Geride kalan yandaşlar; endişe ve heyecan içinde sınıflarına yürürken, fısıltıya dönüşüyor konuşmaları.
Belli ki;, hepsinin de öğrendiği, yeni bir şeyler oldu bu tenefüste...
H. Korkmaz
Mayıs 2025