3
Yorum
15
Beğeni
0,0
Puan
459
Okunma

Nisan ayı Ankara’nın Haziranı gibi diyerek seslendim eşime. Aksi seda olarak "anlaşıldı hadi hazırlan" .
Buralarda yaşayanlar için daha havalar serinmiş. Burada yaşamaya başlayınca sık sık duyacağınız bir söz "sezon açılmadı!" Sezon daha açılmadığı için yollar sakindi Göcek’ten çıktığımızda saat 14:00 suları idi bir saat on dakika sonra Saklıkent Kanyonu’na vardık. Yol boyunca Akdeniz’in o klasik zeytinlikleri, küçük köy evleri ve Toros Dağları’nın yeşille sarmaş dolaş olmuş yamaçları eşlik etti bize. Muğla her ne kadar Eğe bölgesinde olsa da her iki bölgenin iklimi ve doğal güzelliklerini barındırıyor. Saklıkent’e yaklaştıkça yol biraz daha kıvrılıyor, doğa ise gitgide daha da etkileyici bir hâl alıyor. Kanyona vardığımda ilk hissettiğim şey, insanı adeta içine çeken o derin sessizlikti… Yanlış anlamayın tenha falan değildi evet sezon açılmamıştı ama yine de kalabalıktı ama sessizdi... Yalnızca suyun sesi vardı kayaların içinden fışkırarak akan, yer yer küçük şelaleler oluşturan o berrak suyun sesi.
Saklıkent Kanyonu, yaklaşık 18 kilometre uzunluğunda ve bazı bölümleri 600 metreyi aşan yüksekliğe sahip devasa bir doğa harikası. Bu kanyonun oluşumu milyonlarca yıl öncesine dayanıyor. Yer kabuğundaki fay çatlakları zamanla yağmur ve kar sularıyla aşınmış, kireçtaşı yapısındaki kayalıklar eriyerek bu devasa yarığı oluşturmuş. Bugün kanyonun içine girdiğinizde, neredeyse gökyüzünü göremediğiniz kadar dar ve yüksek duvarların arasında yürüyorsunuz. Su, öyle berrak ki tabanındaki taşları bile net bir şekilde görebiliyorsunuz. Zaman zaman dizlerinize kadar çıkan soğuk su, özellikle yaz sıcağında büyük bir ferahlık sağlıyor.
Kanyonun iç kısmına ilerledikçe doğanın sesi daha da büyüyor. Kayaların arasından çıkan su kaynakları minik şelaleler oluşturmuş bazıları kayaların altından sızıyor, bazılarıysa adeta yerden fışkırıyor. Bu su sesleri, kuş cıvıltılarıyla birleşip insana tarifsiz bir huzur veriyor. Yürüyüş boyunca etrafımda yalnızca doğa vardı. Yosun tutmuş taşlar, ışıltılı su damlaları, dar geçitler… Hatta birkaç yerde küçük göletler oluşmuş, su yüzeyinde dans eden ışık kırılmaları o kadar etkileyiciydi ki, adeta bir tablo gibi hissettirdi.
Bir noktada durup sadece dinledim. O kadar sessiz ve güçlüydü ki doğa, insana kendi küçüklüğünü, evrenin derinliğini hissettiriyor. Yürüyüş rotasının bazı kısımları zorlu yer yer kayalara tutunarak geçmeniz gerekiyor ama bu, macerayı daha da keyifli kılıyor. Su geçirmez ayakkabılar burada gerçekten hayat kurtarıyor. Kanyona gelenlerle ara ara selamlaşıyor, kimi zaman birlikte geçitleri aşmak için tanıdık tanımadık fark etmiyor yardımlaşılıyor. Çinliler, Hindular, İngilizler gibi gibi bir çok insan vardı. Üstelik dillerini bilmeye gerek bile duymadım. Gülümseyerek gözüme bakıp elindeki telefonu uzatan Hindunun ne demek istediğini sormaya gerek yoktu. Doğa insanları da birleştiriyor.
Kanyon’a girerken tahta bir köprüden geçiliyor altında akan o gürül gürül su birazcık bulanıktı. Eşim bir rehber edasıyla "yazın bu sular daha berrak, şimdi dağlardan karlar eriyor onun için su bulanık oluyor" dedi ki onun doğa bilgisi tarih bilgisi en sevdiğim yanlarından bir tanesi. Köprünün sonunda bizi küçücük bir kafe karşıladı. Yaz olsa buz gibi bir ayran içmek iyi giderdi ama kahvenin çayın kokusu öyle güzel yayılıyordu ki tercihimizi çay yönünde kullandık. Kaç tane çay içtik o manzarada konuşurken ne hayaller kurduk ben bile şaşırdım. Hatta şuraya minicik bir okuma köşesi olsa deyince eşim büyük bir kahkaha atarak "yavrum buraya kimse kitap okumaya gelmez" dedi. Derin bir iç çektim haklıydı!
Konuyu dağıtmadan çay içmek için seçtiğimiz köşe ve manzara bu yazının resmi olarak koydum. İnşallah sistemdeki hata düzelmiştir de yine resim dik çıkmaz :))
Dağların arasından akıp gelen suyu seyrederken insan kendini arınmış gibi hissediyor.
Saklıkent, sadece bir doğa yürüyüşü değil aynı zamanda bir içe dönüş, bir yenilenme yolculuğu gibi. Gitmeden önce yalnızca bir kanyon göreceğimi sanıyordum dönerken içimde doğaya, zamana ve kendime dair bambaşka bir farkındalıkla çıktım oradan.
Saklıkent, mutlaka görülmesi gereken, sadece gözle değil kalple de hissedilen bir yer.
Ayrıca kızımın dediğine göre Fethiye’ye gelip buraya gitmeyeni dövüyorlarmış :))
Bakalım bu haftaki rotamız neresi olacak...
Adım adım Fethiye
İnayet PİRTİNİ