3
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
1130
Okunma


/.. kaçan uykusunu kovalamayan kâşifin ’lâyetezelzel öz’üne idmanlı yakınlaşması.../
Çağın yıpratıcı hızı ve karmaşası, devasa bir metropolün bitmek bilmeyen uğultusu gibi iç dünyamızı boğan bir gürültüyle sarmalıyor. Teknolojinin sunduğu sınırsız erişim ve kesintisiz iletişim akışı, modern yaşamın ışıltılı vitrininde büyüleyici vaatlerle parıldarken, sinsice büyüyen bir tatminsizlik duygusunu da besliyor.
Yaşamın ayrılmaz parçaları hâline gelen sosyal medya platformlarında sergilenen seçilmiş ve cilalanmış kesitler, gerçek benliğimizi örten rollerin ardında giderek silikleşen kimlikler yaratıyor. Kıyaslama döngüsü, yetersizlik hissini körüklerken; geleneklerin ve değerlerin bile tüketim ekseninde şekil aldığı bu hengâme, insanı neyin mutlu ettiğini düşünmeden daima daha fazlasını istemeye sevk ediyor. Başarı odaklı yaşam biçimi, içsel sesimizi duymamıza mani olurken; mükemmellik dayatması, bizi olduğumuz hâl ile barışmaktan uzaklaştırıyor. Zamanla üzerimize geçirdiğimiz maskeler tenimize yapışıyor ve gerçeğin yerini taklit alıyor.
Değişken toplumsal normlar ise benliğimizi savuran bir rüzgâr gibi esiyor. İşte bu noktada, insanın yeryüzündeki en kadim ve sahici arayışı devreye giriyor: Koşulların ve zamanın ötesinde var olan, değişmeyen özü, yani "lâyetezelzel" olanı keşfetmek ve onunla bağ kurmak... Bu içsel keşif, günümüz kaosunun labirentlerinde pusulamızı kaybetmeden yol alabilmek adına hem zorlu hem de kaçınılmaz bir yolculuk.
İnsanın özünde, gelip geçici olana karşı, derin ve kalıcı bir anlam arayışı her zaman varlığını sürdürdü. Bu arayış; kimi zaman Doğu’nun sessiz bilgeliğinde, kimi zaman Batı’nın sorgulayıcı aklında karşılık buldu. Başarı, statü ya da dış onay gibi geçici tatminlerin ötesinde yatan o içsel merkez, yaşamın karmaşasında insanın tutunabileceği bir liman, anlamın ve huzurun özüdür.
Bu yolculuğa çıkmak; kendini bulmaya, geçmişin yüklerinden sıyrılmaya, geleceğin bilinmezliğine umutla yürümeye dair bir cesaret işidir. Zihnimizde sürekli çalan alarmları susturmak, beklentilerin ve yargıların gölgesinden sıyrılmak, insanın kendi içine eğilmesini ve orada sessizce duran hakikati görmesini mümkün kılar. Anda kalmak, düşünce ve duyguların akışına dışarıdan bakabilmek, farkındalık tohumlarını yeşertmenin ilk adımıdır. Doğa ile temas, fiziksel hareket, sanatın her hâli—hepsi bu farkındalığı derinleştirmenin dost yollarıdır.
Toplum, aile, çevre tarafından giydirilen kimlikleri sorgulamak ve onlara dair cesur sorular sormak; “Bu hayat gerçekten benim hayatım mı?” demek, kişiyi kendi hakikatine yaklaştırır. İçsel şifâ, kabullenmekle başlar: Kusurlarıyla, pişmanlıklarıyla, iniş çıkışlarıyla insan olmayı benimsemek... Kendini şefkatle kucaklayan birey, özüne giden yolu açık tutar.
Doğayla kurulan bağ, bu içsel keşfin en saf, en yalın rehberidir. Toprak kokusu, rüzgârın taşıdığı ses, gökyüzünün sonsuzluğu—hepsi insanın derinliklerine fısıldayan bir orkestranın notalarıdır. O orkestraya kulak veren kişi, yaşamın kadim ritmine teslim olur. Sessizliğin kudretiyle sarmaş dolaş olan bu bağ, aidiyet duygusunu tazeleyip kök salma arzusunu yeniden uyandırır.
Ve tüm bu nedenlerle, zihinsel dinginlik artık bir lüks değil, hayatta kalmanın zarif bir biçimidir. Günümüzün kesintisiz bilgi akışında, kendinle baş başa kalabilmek, ruhunla temas kurabilmek, içsel dengeyi sağlamak, insanca varoluşun temelidir. Yalnızlık ve sessizlik, bu anlamda sadece bir sığınak değil, aynı zamanda ruhsal bir arınma ve içten gelen sesin yankılanabileceği yegâne mekândır. O mekânda kendimizle sahici bir diyalog kurar, kalbimizle barışır ve hayatın neye benzediğini yeniden tanımlarız.
İşte tam da burada, içsel sessizliğin sesinde yankılanan bir hakikat belirir: Dünya ne kadar karmaşık olursa olsun, öz daima sade kalır. Bu öz, kimi zaman bir çocuk kahkahasında, kimi zaman bir yaprağın düşüşünde, kimi zaman uykunun eşiğinde yankılanır. Ruhun derinliklerine işleyen bu ezelî ses, dış dünyanın gürültüsünü bastırır ve der ki: “İçeride huzur varsa, dışarının karmaşası yalnızca bir aksisedadır.”
Kişisel gelişim düz bir çizgiden ibaret değildir; zaman zaman tökezlenilen, kaybolunan ve yeniden yön bulunan bir patikadır. Bu patikada iç dünyanın kalıcılığına ve içsel ışığın sönmezliğine duyulan inanç; pusula olur, yol olur, umut olur. Özüyle temas eden kişi, yaşamın en keskin köşelerinde bile bütünlüğünü korur. İşte bu yüzden, sessizlikteki varlığımız en içteki yankıyı taşır: Kendimize dönüş yolculuğu asla boşa değildir.
/ yüRekTen
Potsdam, Ağustos 2024
İZLER 85. Sayı
Ph. r.t.