0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
212
Okunma

KELEBEK
Adam hasta yatağında son günlerini yaşamaktadır. Ailesini başına toplar vasiyetini anlatmaya başlar; karıcığım şuradaki ev senin, yazlık senin. Oğlum, Bankadaki şu kadar para ve fabrika senin. Küçük oğluna döner, oğlum sen buralara hiç ısınamadın, bu yüzden köydeki 150 dönüm çiftliği içindeki hayvanlarla birlikte sana bıraktım.
Sıra 10 yaşındaki kızına gelmiştir ve kızına döner, güzel kızım dediği an, kızı iki gözü iki çeşme, "Baba sen ölme, ölürsen ben ne yaparım, babam kim olur, kimin gözlerine aşkla bakar, geleceği yolu gözlerim? diyerek ağlamaya başlar.
Baba; Ağlama kızım, hele bir söyleyeceklerimi dinle de, gözüm arkada kalmasın. Huzur içinde öleyim, der.
Kız deb debeli ırmaklar gibi gözünden yaşlar akarken, baba kızına bırakacağı mirası söylemeden, teselli etmek için, tamam kızım sana söz veriyorum, yanından asla ayrılmayacağım. Unutma, eğer birgün bir yerlerde, omuzuna bir kelebek konarsa, bil ki o kelebek benim, der ve hayata gözlerini yumar.
Aradan 14 yıl kadar bir zaman geçer. Kız büyümüş ve evlilik çağı gelmiştir. Kendisi kadar kişilikli, karakterli ve eğitimli biriyle tanışır. Nihayet bu birlikteliği evlilik kararıyla taçlandırmak isterler. Derken düğün dernek kurulur. Damat ayrı bir yakışıklı, kız ise, beyaz gelincik içerisinde adeta bir kuğu gibidir. Davetliler gelin ve damadın ne kadar da uyum içinde olduklarını hayranlıkla seyretmektedirler.
Gelin ve damat, günün anısına yakışır bir şekilde tebessümlerle kahkahalarla vakit geçirmektedir.
Gelinin dudaklardaki kahkaha, bir anda yerini acı bir hüzne bırakır. Nasıl ki, babası öldüğünde gözlerinden nehirler akmıştı, şimdi ise o güzel gözler adeta bir çağlayana dönmüştü. Çünkü doğanın en muhteşem renkleriyle bezenmiş bir kelebek, gelinin omzuna konmuştu!
Efkan ÖTGÜN