1
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
661
Okunma

Londra gezimizde bu sabah Hammersmith’in yerel, şirin kafelerinden birinde kahvaltımızı yapıp double shot espressolarla güne enerji yükledikten sonra şehrin en ikonik sembollerinden biri olan Elizabeth Kulesi’ni (Big Ben) ziyaret etmek üzere yola çıktık. Kuleyi tarihteki yeri, mimari dehası ve kültürel önemi nedeniyle gezi programımızın ilk durağı olarak belirlemiştik.
Westminster Sarayı’nın kuzey yakasında Thames Nehri kıyısında yer alan tarihi binanın yılın her mevsiminde farklı köken ve kültürlerden insanları bir araya getirdiğini elbette biliyorduk. Ancak yılbaşının hemen ardından oldukça kalabalık ve dinamik bir atmosfere sahip olmasını Noel coşkusunun izlerinin henüz silinmemiş olmasına bağladık. Bilhassa gece ışıklandırmasıyla ziyaretçilerine görsel bir şölen sunan kuleye gelenler, teknolojinin tüm imkânlarını kullanarak yapıyı ve kendilerini fotoğraflamak için adeta yarıştı.
1.100 odası, 100 merdiveni ve yaklaşık 5 kilometrelik koridorlarıyla Westminster Sarayı’nın ağır hasar gördüğü 1834 yılındaki büyük yangın, Birleşik Krallık’ın siyasi kalbi için hem ulusal hem de mimari açıdan yeni bir sayfa açmış. Bu yıkıcı olaydan sonra devamlı bakım gören binaya daha görkemli bir parlamento binası inşa edilmesine karar verilmiş. Yeni projenin tasarımında sadece işlevsel bir yapı değil, aynı zamanda İngiltere’nin prestijini yansıtan ve gelecek nesillere miras bırakılacak ihtişamlı bir strüktür yaratılması hedeflenmiş. Bu amaçla Parlamento Binası’na eklenecek yeni bünyeler arasında hem bir sembol hem de zamanı belirleyen önemli bir araç olarak bir kule ve çanlı bir saatin yer almasına karar veriliyor.
31 Mayıs 1859 tarihinde ilk kez çalan dev çan sonradan çıkan aksilikler olsa da o günden itibaren hem İngiltere’nin hem de dünyanın en ünlü saatlerinden biri olarak tanınmaya, anılmaya başlanıyor.
Saat kadranının 7 metrelik devasa çapı ve her biri 60 santimetre uzunluğunda olan rakamları, Viktorya Dönemi’nin büyük ölçekli yapı ve süslemelerine olan düşkünlüğünün bir yansıması adeta. Bir taraftan da bu ölçüler, saatin uzak mesafelerden okunabilir olmasını sağlıyor.
Ön yüzün altındaki tekerleme gibi duran epey kafiyeli Latince sözcüklerde; “Domine Salvam Fac Reginam Nostram Victoriam Primam” diye bir cümle düzeni var. “Tanrım Kraliçemiz Birinci Victoria’yı Güvende Tut” anlamına gelen bu yazıt, yine o dönemde hüküm süren mutlak monarşiye olan derin saygıyı ve bağlılığı ifade ederken dönemin insanlarının dini inançlarının günlük hayatlarına ne kadar sirayet ettiğini de bize yeterince açıklamış oluyor.
Biz kuleye giderken Hammersmith metro istasyonunu kullanarak dokuzuncu durak olan Westminster’da indik. Dönüşte ise kulenin önündeki otobüs hattından Routemaster’a, yani çift katlı otobüslerden birine bindik. Routemaster da tıpkı Big Ben ve London Eye gibi şehrin en ünlü simgelerinden biri. Tabii sağdan akan trafik de öyle.
Şehrin Edward ve Viktorya dönemi mimarisi bir yana, beni özellikle konakladığımız lokasyon olan Shepherd’s Bush Road yolundaki üryan ağaçların büyülediğini söyleyebilirim. Dallarının, insanların kafalarına değmeyecek kadar minimal alçaklıkta tutulmasına rağmen, yatay düzlemde genişlemelerine izin verilerek budanmaları çok hoşuma gitti. Doğal ve yapay unsurların uyum içinde bir araya gelmesini amaçlayarak ustalıkla şekillendirilmiş bu ağaçlar kış mevsiminin soğuk havasına rağmen şehrin sokaklarına sıcacık bir atmosfer katıyor ve şehrin silüetini zenginleştiriyor.
/ yüRekTen
Hammersmith – Londra
İZLER 82. Sayı
Ph. r.t.