7
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
951
Okunma


Küçükken bebeklerle hiç oynamadın. Zürafalar, dinozorlar, atlar, pil ile çalıştırdığında “tıııs” diye ses çıkarıp dans eden plastik yılanlar, büyüyüp de Ohrid’e seyahat ettiğinde iki metre uzunluğundaki alaca, kalın mı kalın bir yılanı boynuna atkı misali dolaman (aklım başımdan çıkacak sanmıştım!), akülü oyuncak arabalar, kayak yaparken çatlayıp kırılmaktan ötürü her kış yenilerini satın aldığımız kızaklar, buz patenleri ve Uzak Doğu sporunun dört yıllık taekwondo serüveninde 2. Gıp derecesine terfi etmen ve onlarca fiziki/pratik sınavın ardından hakkınla kazandığın kırmızı kuşak, kenarına takılan üç adet siyah bant. Okulun sebebiyle başka bir şehre gitmeseydin, kemerin siyahını da beline kuşanabilirdin.
On üç yaşındaydın, baban abini ve ardından seni Kolbotn’daki açık parkta direksiyon başına geçirdiğinde. Debriyaj ve gaza dair verdiği taktiklerle birkaç saat içinde kullanmaya başladığın gri Mercedes-Benz’i hatırlıyorsun, değil mi? Ve yine küçücükken mutfak penceresinden, “Babam geldi!” diye seslenip de benim bunu babana söylediğimde sana yönelttiği soruyu? “Kızım, o kadar gri arabanın içinden bizimkini nasıl tanıyorsun?” dediğinde, “Çünkü bizim arabanın farları kızgın bakıyor,” deyişini ve kaşlarınla, “işte böyle bakıyor!” diye taklit edişini... İkimizi de gülme krizine sokmuştun.
Yaz aylarında püsküllü bisikletinle kuzeyin batmayan güneşi altında uyku vaktine kadar mahallede yaptığın bitmek bilmeyen gezintiler, topraktan çıkarıp gazoz şişelerinde yıkadığın irili ufaklı solucanlar ve küçük beyaz evcil fareyi avuçlarında tutarken sırtına kondurduğun öpücükler! Seni o hâlde pencereden gördüğümde avazım çıktığı kadar bağırdığım o günü nasıl unutabilirim ki? Aşağıya indiğimde, çığlığımın üzerinden beş dakika geçmemişti ki fareyi Marthe’nin elinden tuttuğun gibi kapmış ve bir tazı çevikliğiyle koşarak benden uzaklaşmıştın. Bugün olsa o kadar yaygara koparmazdım; kar beyazı o minicik masum hayvana dokunur, tıpkı senin yaptığın gibi onu sakin sakin okşardım.
Sen bana bakma; kendin olmaya, kendine inanmaya devam et, bebeğim. Her zaman olduğu gibi... Kendi kararlarına saygı duymaya ve en çok da kendine karşı dürüst olmaya devam et. Büyük bir yaygara koparırsam, aldırma bana.
Öz motivasyonuna, içsel gücüne ve o eşsiz sezme yetine güvenmeye devam et. Sezginin rastgele veya gelişigüzel bir duygusal tepki olmadığını unutma. Sezgi, aracısız olarak içine akan bir duygudur; akıl, mantık ve deneyimle birleştiğinde, o artık “bilgi”dir ve seni kesinkes senin için en iyi olana götürür kızım.
Sağlığın, esenliğin, güzel tabiatın ve çalışkanlığın bir ömür eşlik etsin sana.
Hayatı yaşa, gül gülebildiğin kadar!
Doğum günün kutlu olsun!
-Annen-
Aralık 14, Bjørvika
Ph. Lidija Kuzet