11
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
782
Okunma


Milli takımımızın zaferiyle sonuçlanan Avusturya müsabakası sırasında attığı gol sonrası yaptığı bozkurt işaretiyle gündeme gelen ve UEFA tarafından hakkında soruşturma açılan sevgili Merih Demiral gerek yurt dışında gerekse ülkemizde yankılanmaya devam etmekte. Beraberinde ise tartışmaların ve değerlendirmelerin farklı şekilde biçimlendiği görülmekte.
Kimisi helal olsun koçuma, aslanıma demekte. Dolayısıyla kurt sayesinde koç ve aslanda nasiplenmekte arada. Bazısı tam tersi Milli takımın seksen beş milyonun takımı olduğunu, Türk vatandaşı olmakla birlikte kavmi bağlamda Türkî kökenli olmayan insanlarımızı bozkurt motifinin temsil etmeyeceğini dile getirmekte. Kimi de Bozkurt’un bir siyasi simge olduğunu, Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü kesimin dışında kimseyi bağlamayacağını öne sürmekte. Bazısı faşizan bir söylem ve tavrın ürünü olduğunu ileri sürmekte vesselam.
Efendim her şeyden önce kitabi olana meyletmek gerektiği kanaatindeyim. Tam da bu noktada “Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir.” Demekte ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı. Devamında da “Bozkurt birinin kafasından çıkmış, sonradan üretilmiş bir sembol değildir. Bir milletin mücadele azmi ve kararlılığını ifade eden tarihi bir derinliği vardır.” Demekte hoca.
Buna mukabil gündelik yaşamda ya da muhtelif ortamlarda bir ırkçılık simgesi olduğu yahut pagan bir figür teşkil ettiği veya Nazilerin Gamalı haçıyla mukayese edilmeye çalışılması büsbütün anlamsız kalmaktadır zannımca da.
Yine İlber hocaya dönersek; “Biz steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Destanları, hikâyeleri var. Tür olarak da çok dayanıklıdır. Kurt sırtını herhangi bir şekilde dayamadan, sırtını garantiye almadan öyle bir ihtiyaç duymadan savaşabilen bir hayvandır. Yaşam savaşı verme bakımından çok beceriklidir. Sürü halinde de avlanır ama tek başına da çok dirayetli ve dirençlidir.” Şeklinde bilgi verdiği görülmekte.
Açıktır ki, milletlerin destanları, efsaneleri, mitolojileri bulunmakta. Bunlar kavmi tarihin kültürel hazineleridir. Kavimlerin farklılaşan hususiyetleri buralarda kendini göstermektedir. Burada ırk bir realite olurken, ırkçılıksa onun safiyetini bozmaktadır.
Şöyle ki, ırkçılık elbette olumsuz bir eğilimdir. Yaradılıştan gelen, kişilerin kendi gayretleriyle edinmelerine dayanmayan özelliklerin onlara diğer milletler karşısında bir ayrıcalık, üstünlük getirdiği iddia ve hissiyatı pek çok millette değişen düzeylerde aradığı karşılığı bulan bir safsata olup insanlığın ortak karın ve baş ağrısını teşkil etmektedir gerçekte.
Demem şu ki, bir dünya görüşünden ziyade akıl bozukluğu kapsamında masaya yatırılması; ekonomi, antropoloji ve siyaset bilimiyle konsültasyona açık olmakla beraber Psikiyatri biliminin neşter vurması dahi manasız kalmayacaktır kanımca da. Sözüm mübalağalı bulunabilir elbette. Ne var ki, kapalı devre işleyen, takıntılarla, saplantılarla yüklü bir halden, hezeyanlardan söz ediyoruz. Şu kadar ki, toplumlarda ekonomik buhran evrelerinden de beslenen, bireyselde yoksunlukların, vasıfsızlıkların meyil verdiği, alt tabakalara, varoş kesimlere sirayet etmeye müsait olduğu akla gelebilir. Evrensel ölçekte ise küresel emperyalizmin beslediği kırosal durumlar olduğu kuşkusuzdur.
Ülkemiz özelinde de daha özgün çizgide vaziyet alabilmekte ırkçılık. Bu Kemalizm, İslamcılık ekseninde cereyan eden, ya Arap aleyhtarlığı dışında ırkçılık tanımayan, ya da yeryüzünde yalnızca Arap karşıtlığını ırkçılık olarak görmeyen, nihayet toplumumuzu tümden cereyanda bırakan bir tımarhane kaçkını psikolojisi olarak tezahür etmektedir. Sözlüklere, ansiklopedilere sığmayan bu hal “Biz bize benzeriz” sözünün hükmü müdür, varın düşünün artık.
Asli konumuza dönersek yıldız futbolcumuzun maçta sergilediği hareketin yer yer eleştirilse dahi bir defans oyuncusu olarak sonuç üzerinde direkt etkisi olan iki güzel gol kaydetmesine bağlı şekillenen kişisel coşku ve heyecanına verilmesi mümkün olmaktan öteye son derece gerçekçi de olacaktır.
Avrupa ülkelerini, kurumlarını rahatsız etmesi noktasında ise konu girift bir hal almaktadır. Geçtiğimiz yıllarda da asker selamı sevincimiz vesilesiyle kimi batılı ülkelerin hop oturup hop kalktığı akıllardadır. O hadisenin ilgili ülkelerin terörü ülkemize karşı sivriltmesine bağlı olduğu, asker selamının üzerlerinde dermatolojik etki yaptığı noktasında kendini gösterdiği söylenebilir. Sömürgecilik ve ırkçılık düzleminde meleke kesbetmek misali, kaşarlanmış milletlerin kendi tecrübelerinin baskısı altında kalması tam bir vaka örneğidir açıkçası.
Bunların yanında son günlerde gösterilen tepkiler parantezindeyse Osmanlı’nın Viyana kapılarına dayandığı zamanların yanı sıra Tanrının kırbacı Attila çağının dahi bir kıtanın kolektif şuuraltını biçimlendirdiği bağlamında çok görmemeli bence. Öte yandan Roma mitolojisinde de Romulus ve Remus adlı çocukların dişi bir kurt tarafından emzirilmesi düşünülürse UEFA’nın bozkurt işaretine bu denli takılması şaşılası olabilir de. Yoksa Avrupa modern ırkçı yükselişler üzerinden asıl kendisinden mi korkmakta? Yansıtma mekanizmasıyla topu taca mı atıyorlar bilemedim bakın.
Peki bizde hadisenin yankılanmasını, sosyal psikoloji üzerindeki geri dönüşümlerini nereye oturtmalıyız? Son yirmi yılda ülkemizdeki iktidar muhalefet çekişmesinin türlü olaylarda tansiyonu yükselttiği hususu inkârı kabil mi? İslamcı hükûmetimizin zaman zaman Türklük kavramını ötekileştiren siyaseti toplum kesimlerini birbirine karşı germiyor mu? Biraz Milliyetçi Hareket ortaklığı sayesinde Türklük mefhumunun hükûmet çevrelerinde müspet yankı bulduğu o kadar açık ki.
Ancak buradan hareketle Anadolu insanında coğrafi, tarihi, kültürel zeminde karşılık bulmayacak bir ırkiyat psikozunun yükseltilmesinin, kendi içimizde bıçakları bilemenin futbolcumuzu eleştiren çevrelere karşı içimizdeki Almanlar, Avusturyalılar türü giydirmelerin milli birlik, beraberlik noktasında bizi yersiz ve haksız biçimde sarsacağını söylemek bile anlamsız. Bu noktada kimse kusura bakmasın harbi saçmalıyoruz. Öyle ki, ülkemiz özelinde üstte yer verdiğim farklı değerlendirmeler içerisinde A Milli takımın seksen beş milyonun takımı olduğu, bu çizgide Türk vatandaşlığıyla Türkiyat’ın birbirine karıştırılmaması gerektiği apaçık gerçektir.
Demem o ki, duygusala bağlanmak, gaza gelmek, kaptırıp gitmek yerine sağduyu ve aklı selimin hakimiyeti dışında köy görünmemekte bizlere.
L.T.