4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
420
Okunma

Fenerbahçe ve Galatasaray ülkemiz futbol hatta spor dünyasının iki güzide kulübü. Öyle ki, bu iki kulübümüzün rekabeti yüz yirmi yıla yaslanmakta ve ülkemizin en önemli sportif mücadelesini oluşturmakta. Şöyle ki, futbolda iki takımın temsil ettiği rekabet tüm bir yeryüzünün birkaç derbisinden biri de olmakta.
Şu kadar ki, son dönemde bu saygın rekabetin yerini kısır çekişmelere bıraktığı görülmekte. Tarihsel olarak son derece anlamlı örneklerle kendisini dolduran ve donatan karşılıklı derin saygı, yekdiğeri olmaksızın kendisini tanımlayamayan münasebet bağı yerini münasebetsiz diyaloglara, günübirlik tutum ve davranışlara bırakmakta. Bu yönüyle futbolumuzun uluslararası alanda imajını zedeleyen parametrelerden biri halini aldığı ise muhakkaktır.
Hiç kuşkusuz bu durumun ülkemizdeki genel futbol yönetimiyle birlikte düşünülmesi de zaruridir. Bu çizgide okuduğumuzda bir futbol federasyonumuz vardır ki, futbol dünyamızın kaptan köşküdür. Kurumsal yapısıyla federasyon enstrümanları idare ederken tarafsız mı, tarafgir mi hareket etmekte sorusu anlam kazanmaktadır bu noktada. Yine bir hakemlik müessesemiz var ki, yerlerdedir. Kahretmez mi yurdum insanını içten içe. Yıllarca rayında giden bir kupa mücadelesinin organizasyonu sağlanamamaktadır. Nihayet bir hakem sahanın ortasında dövülüp sövülebilmektedir. Gelinen noktada futbolumuzun psikolojik ve sosyolojik düzlemde gardı düşmektedir. Paralelinde dünya futbol çevrelerinde söz konusu vaziyet nasıl yankılanmakta peki? Kalkıp birde Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonalarına ev sahipliği yapmak yönünde uluslararası kuruluşlara başvuru yapmaktayız. Öyle mi? Ağlanacak halimize gülüyor muyuz yoksa?
Ne ki, tüm bunlara karşın üstte de arz ettiğim gibi rotayı tayin etmede iki kulübümüzün yeri, konumu önem arz etmektedir. Açıktır ki, güçlü kurumsal yapıları, tarihsel derinlikleri, temsil ettikleri ekonomik ve toplumsal kesimler buna işaret etmektedir.
Bu ilişkiler ağının bileşenlerinden Fenerbahçe tarihsel olarak burjuvazinin, Galatasaray ise aristokrasinin kulübü olarak tanımlanır kimi zaman. Ancak biraz daha açmak gerekir bunu. Ülkemizde bir yerli burjuvazi bir de komprador, Levanten burjuvazi kavramlaştırması vardır. Komprador, ekonomik siyasi bakımdan dünya ekonomisinin içerideki uzantılarını, aracı yapıları ifade eder. Bir ayağı içeride diğeri dışarıda olmak misalidir. Tam değilse de kısmen bir ecnebi damar karşılar bizi. Levanten ise yine Galata, Pera gibi muhitlerle birlikte anlaşılmak icap eder. Fransızca kökenli kavram gayrı Müslim burjuvazi olarak anlam kazanmaktadır. Ne var ki, bu ülkenin asırlara dayanan yüzüdür bu sosyoekonomik yapılanma. Dolayısıyla komprador ve Levanten terimleri birbirini tamamlamakta, kendi kültürünü de oluşturmaktadır.
Hani derim ki, Fenerbahçe tarihsel, toplumsal olarak alaturka, Galatasaray ise alafranga bir dünyayı çerçevelemektedir. Fenerbahçe yerli burjuvazinin arabesk, daha düzensiz, yöntemsiz ilişkilerini tesis ederken, Galatasaray ise Fransız tedrisatlı liseyle organik bağı misali batı dünyasına açılan bir damar inşa etmektedir. Fenerbahçe parayı konuşur, afişe eder. Adeta kameraların önünde savurabilir. Bizde para gani ya da poh gibi, istediğimizi alırız havası estirir. Deyim yerindeyse bir Yeşilçam güldürüsündeki Abdi karakterinin, bir bankanın reklam paralarını savurduğu zannıyla, binlerce vatandaşın koşuşturması karşısında; hayret, şimdiye kadar hiçbir reklam bu kadar tutmadı! Repliği misali bir makamda çalmaktadır ilişkiler. Tumturaklı konuşmalar, tavırlar gırla gider. Galatasaray cephesinde ise münasebetlerin daha usturuplu kurulduğu rasyonel bir üst aklın dünyası tezahür etmektedir. Orada da aynı poh gibi parasal meblağlar var ama konuşulmaz, vitrin süsü kılınmaz. Perde arkası ilişkilerin yaşandığı bir dünyadır o. Maddi güç estetize edilmektedir.
Öte yandan bu durumların sosyal psikolojide yankılanması Fenerbahçe’nin daha aleyhine, Galatasaray’ın ise daha ziyade lehine işler görünmektedir. Ne çare ki, bu söylediğimi Fenerbahçe’nin haklılık kazanması, Galatasaray’ın ise haksız algılanması olarak okumaksa şahsen bir Fenerbahçeli olarak beni ikna etmez. Hani klasik bir anekdottur ya. Fenerbahçe’yi Fenerbahçeli olmayanlar sevmez hatta nefret eder denir de; niye, Fenerbahçeli olmayanlar kanarya sevmez mi? şeklinde sorgulamayı da gerektirmez mi? Görmemişliği, sonradan görmeliği yönetimsel bir teknik kılarsan kulübün taraftarı olanların dışında kimse hoşlanmayacaktır bu durumdan birader! Galatasaray’ı sinsi, içten pazarlıklı bir dünya olarak okumak elbet mümkündür, akla yatkındır da ama öz eleştiri yapmamanın bahanesiyse son derece yanılgılı ve yanıltıcıdır da.
Sözün özü kendini geliştirerek, aşarak hasmın gardını düşürmek gerçekçi tek yol görünmektedir. Türkçesiyle bir kaşık suda fırtına kopartmak değil, eyyamcılığı bırakmak, rasyonaliteyi yükseltmek gerekmektedir.
L.T.