1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
672
Okunma
Kurdun mitolojik boyutu konusunda Türk destanları itibariyle ilk bilimsel açıklamalar Cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Çin kaynakları “bir dişi kurttan türediklerine inandıkları için Göktürkler’in bayraklarının tepesinde altından yapılmış bir kurt başı vardır” diyorlardı. Bu bir totem değil bir amblemdi. Firdevsi’nin Şehnamesi içinde de Turanlıların kurt başlı bayraklarından söz edilmektedir.
Göktürkler ve sonrasında Kurt Başlı Bayrak, yüksek memuriyet, komutanlık, bağımsızlık alameti olarak kullanıldı. Çin, bu bayrağı kullanarak Türk kavimlerini tesiri altında tutmuştur. Kurt, Oğuz Kağan ile Anadolu’ya gelen Türklere yol göstermişti. Süryani Tarihçi Mikail, Oğuz Kağan Destanı’ndaki gibi, Türkler Anadolu’ya kurda benzer bir hayvanın peşinden gelerek yerleştiler, demektedir. Dişi kurt Asena, Türk mitolojisinde kutsal sayılmıştır.
Anadolu’da “kurt ağzı bağlama” geleneği, kırsal kesimde hayvanını kaybeden kişilerin hayvanları sağ salim bulunana kadar kurt saldırılarına karşı korunmasını sağlamak amacıyla başvurulan bir inanç pratiğidir.
Korunmanın kurt üzerinden ele alınması, doğada kaybolmuş olan hayvanların hem doğanın kendisinden hem de doğadaki diğer birçok varlıktan zarar görebileceği göz önünde bulundurulduğunda Türk kültürü içerisinde kurdun doğadaki egemenliğini göstermesi bakımından önemlidir.
Köylerde koyun, keçi, inek gibi hayvanların bulunması için hayvanın sahibi, ehil (!) bir kişiye kurdun ağzını bağlatır. Bunun için bağlayıcı sapından açılır-kapanır türden bıçağı eline alır, bıçağı açarak üç kez dua okur üfler bıçağı sapına doğru kapatırken;
“Kurt ağzını kapa
Yolun olsun sapa
Bıçağımı yağladım
“Kurt ağzını bağladım” diyerek bıçağı kapar. Bu uygulama akşam yatsı ezanından sonra yapılır. Ertesi gün kayıp hayvanın bulunacağına inanılır.
Benim çocukluğum da bu kültürel ritüelin içinde geçti. Çocukluğumda hayvanlarımız ekim-dikim aylarının dışında çobansız olarak doğada otlanırlardı. Biz bu olaya hayvanların “sellim edilmesi” derdik. Sellim edilen, bir başka deyişle serbestçe çobansız otlanan hayvanlar, genellikle sahibi oldukları evlere akşam olduğunda gelirlerdi. Bazen gelmedikleri de olurdu. İşte o zaman mal sahipleri gece gelmeyen hayvanlarını korumak amacıyla köyde kendilerince işinin ehli sayılan kişilere kurt ağzı bağlatırlardı. Bu genellikle de Anadolu’nun diğer köylerinde olduğu gibi yukarıda belirttiğim ritüel gibi yapılırdı.
Ertesi sabah hayvanlar sağ salim bulunurlarsa kurt ağzı bağlamanın ne kadar önemli olduğuna inanılırdı. Hayvanlar kurt tarafından parçalanmışsa kurt ağzı bağlayan kişi işinin ehli sayılmazdı.
Teyzemin oğlu Aslan dayım, kurt ağzı bağlamanın boşuna olduğunu başından geçen bir olayla öyle güzel anlatıyordu ki o çocuk aklımla bu kurt ağzı bağlamanın anlamsız olduğunu ben bile kavramıştım. Şimdi Aslan dayımın anlatımına bir kulak verelim:
“Hacı Hüsnü dedemle Konukta ot biçiyorduk. Hemen karşımızda ormanın kenarında keçilerimiz yayılıyordu. Hem onlara göz kulak oluyor, hem de otumuzu biçiyorduk. Bir ara keçilerden birisi acı acı pekirdemeye başladı. Hemen Hacı dedeme seslendim; ‘Hacı dede keçi pekirdemeye başladı, Her halde kurt tuttu, gel yardımını gidelim!’ dedim. Hacı dedem pek aldırış etmedi, sakin sakin cevap verdi; ‘Sen merak etme ben kurdun ağzını bağladım, namazımı kıldıktan sonra gider bakarız’ dedi. Fakat keçinin pekirtisi devam ediyordu. Dedeme ne kadar ısrar ettimse namazdan kaldıramadım. Bu arada keçinin sesi kesildi. Dedemin namazı bittince bana seslendi; ‘Gördün mü ses soluk kesildi, şimdi inandın mı kurdun ağzını bağladığıma!’ Bir şey diyemedim. Ne kadar olsa Hacı Hüsnü dedem mübarek adamdı. Hikayeleri köyde herkes tarafından anlatılıyordu. Yemende yedi sene askerlik hizmeti yapmış bir Osmanlı subayı idi. Mübarek toprakları görmüştü. Zaten onun için de “Hacı Hüsnü” diyorlardı. Ona inanmaktan başka çarem yoktu.
Biraz sonra Hacı dedemle keçilerimizi bakmaya gittik. Bir tanesi eksikti. Sadece iki boynuzu ile gönü ve bacakları kalmıştı.”
Aslan dayımla ikimizin de dedesi olan Hacı Hüsnü’nün kurt ağzı bağlaması boşuna gitmiş olmalı.