10
Yorum
13
Beğeni
0,0
Puan
941
Okunma


Neden hep ve sürekli hüzünlü şiirler yazılıyor?
Takip ettiğim kadarıyla sürekli hüzünlü şiirler çok beğeni alıyor. Yine neden diyorum? Acaba keder ve yanılgılar üstünden acımsal bir kalkınma mı planlanıyor? Buna birçok sebep aradım. İlk olarak, hüzünlü şiirler genellikle buradaki insanların ortak duygularına hitap ediyor. Örneğin, kayıp, ayrılık, yalnızlık gibi konularda yazılan şiirler, birçok insanın hayatında deneyimlediği duyguları yansıtır. Bu nedenle, hüzünlü şiirler insanların iç dünyasına dokunabilir ve onların hissettiklerini anladıklarını hissettirebilir diye düşünüyorum.
İkinci olarak, şairlerin şiirlerindeki hüzün kullanılan dil ve imajlar, duygusal etkiyi artırabiliyor. Belki de burada bir bilimsel bir amaç geliştirmiş olacaklar ki Şairler, sözcükler ve imgeler aracılığıyla okuyucuların duygusal dünyasını doğrudan hedef alıyorlar. Örneğin, bir şiirde kullanılan bir metafor, okuyucunun aniden duygusal bir tepki vermesine neden olabiliyor.
Üçüncü olarak, hüzünlü şiirler okuyucuların hayatında bir değişiklik yapabilen mesajlar içerir. Şiirler, içlerinde anlamlar ve öğretiler barındırır ve okuyucuları düşündürür. Hüzünlü bir şiir, bir okuyucunun kendi hayatı hakkında farkındalık kazanmasına ve daha iyi bir yol seçmesine yardımcı olabilir. Evet, burada hüzünlü şiirlerin bir insanın doğasında yalnızca bir kaç kötü kapıyı açtığını fark ettik. Dahası, hüznün bir insanın hayatın tamamını yansıtmadığına şahit olmaktayız. Soru şu? İnsan, yalnız hüzünden mi ibarettir? Yada hüzün mü insanın sosyolojik aynası? Buradan nasıl çıkacağız?
Gel gelelim, günümüz ülke ve ülkerinde aşk yoğunluğu duygularının ne kadar itibar görüp sahip olunduğudur. Buna ilk güzel örnek güzel ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Duygusal pekişmelerin ve insani etmenlerin belli kökenli kültürel bir geçmişten geldiği üzere halkımız bu tür duygulara ehemmiyet vermişlerdir. Avrupa’da insanların içleri çöllere benzer, bir insanı tohum diye atın topraklaşarak kaybolduğuna şahit olabilirsiniz. Bu durum Uzakdoğu ülkelerinde de aynıdır. Nitekim Orta Asya’da durum Türkiye halkından yana ve duygular daha sıkı yaşanıyordur.
Neden şiirlerde genellikle ağır basan duygu hüzün oluyor dersiniz? Sanırım mutluluk edebi açıdan pek verimli bir duygu değil. Kendim de ara sıra bir kaç şiir karalarım ama hep bir dert, hep bir hüzün. Gerçi yaptığım bu genelleme edebiyat külliyatının büyük bir kısmını göz ardı ediyormuş gibi görünebilir, yani bir solukta onlarca mutluluk ve coşku dolu şiir söyleyebilecek insanlar vardır muhakkak. Ama ben bu akşam o arkadaşlardan ve o eserlerin yazarlarından özür dileyerek şairlerin ve şiirlerin her zaman hüzünlü olduğunu farz edeceğim.
Sanırım hüznün yürekte bıraktığı etki, mutluluğun bıraktığı etkiden daha fazla ya da daha sert oluşu bu durumun nedeni olabilir. Ama cevabın bu kadar basit olması beni tatmin etmezdi açıkçası ya da bu şekilde yazılması beni tatmin etmezdi dersem daha doğru olur.
Şiir, en azından benim için, kendinle baş başa kaldığın zamanlarda ortaya çıkan bir eserdir. Belki de bütün edebi eserler için bu geçerlidir orasından emin değilim. Gündüzleri her ne kadar yorgun olsalar da genellikle geceleri ortaya çıkarlar. Şiirler karanlık ve ıssız anlarda ortaya çıkar. Günlük güneşlik bir ortamda arkadaşlarınla makara muhabbet yaparken şiir yazabilmek bana pek olası görünmüyor. Yalnızken düşünceler geçmişe doğru kayar eskiyi düşünür insan ve geçmiş ister mutlu anılarıyla olsun, ister yapılan hatalarıyla olsun hep biraz hüzün barındırır içinde. Mutlu anlarını özlersin, pişmanlıklarına kızarsın. Böyle bir kafadayken mutluluk dolu şiirler yazmak hiç kolay olmasa gerek. Ben böyle anlarda kendi kendimi sorguya çekiyormuşum gibi hissederim sorarım kendime "Neden böyle yaptın da şöyle yapmadın?" ve sonra eğer şöyle yapsaydım neler olurdu sorusunun cevaplarını düşünürüm ve bir şekilde günü kurtarırım, kötü adamları döverim, esas kızı kurtarırım falan. Bunları düşünmeye başladığımda genelde bir şiir ortaya çıkmaz. Ama "Neden böyle yaptın?" kısmında takılıp kalırsam gayet güzel şiirler yazabiliyorum. En azından benim için güzeller.
Edebi eserlerin güzelliği; yazarının o konuyla kafayı ne derece bozduğuyla doğru orantılı. Mesela yazar bir kadının güzelliğine kafayı ne kadar çok takarsa o kadını bir tanrıçaymışçasına tasvir edebilir. Ve mutlu eden şeyler o kadar da kafaya takılacak şeyler olmuyor. Mutlu olursun, sonra belki biraz daha mutlu olursun, sonra nasıl olsa daha mutlu olurum diye düşünürsün ve genellikle bu düşündüğün olmaz ve ufaktan hayal kırıklıkları başlar. İşte mutluluk bu kadar kısa sürer, bir de hesaba mutlu olduğumuz şeyleri yaparken zaman algımızın biraz değiştiğini ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığımızı katarsak, mutluluk çok kısa ve çabuk unutulan bir duygu olup çıkar.
Ama hüzün öyle mi? Değil. Hem de hiç... Hüzün bir zindan gibidir, hücre hapsi gibidir. Karanlık ve ıssızdır. Şiirlerin en sevdiği ortamlar yani. Ve hücre hapsindeki insanların da zaman algısında bozulmalar olur ama onlarınkiler, mutlu olanlarınkinden biraz daha farklı, hatta tam aksi yönde bir bozulma diyebiliriz. Hüzünlüyken zaman çok yavaş geçer, düşünecek çok vakit olur, hüzünlendiren şey neyse tüm detaylarıyla anlaşılabilir. Ve aslında bir şiiri güzel yapan şeyde budur zaten hüznün içinde bulunan o detaylar. Mesela Özdemir Asaf "Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz." demiş, ne kadar basit değil mi? Ama pek çoğumuzun gözünden kaçan bir detay ve bu dize onun efsanevi dizelerinden biri olarak edebiyat tarihine geçer.
Sadece detayları görebilmek değildir, hüznün şaire sağladığı yarar. Birbiriyle alakası olmayan durumları ilişkilendirme konusunda da oldukça yardımcı olur. Sanırım bunun adına imge deniyordu anlamı gizlemek, pek alakalı olmayan sözcüklerin altına derin anlamlar koyabilmek. Hüzünlüyken pek çok şey kişiye hüznünü hatırlatabilir, mesela sigara dumanı gayet hüzünlü görünebilir ya da buruşturulmuş kağıtlar. Buruşturulmuş kağıtlar normal bir haldeyken kişiye sadece çöp olarak görünürken hüzünlüyken çok daha farklı şekillerde görünebilir. Mesela Kahraman Tazeoğlu’nun bir imgesini buna çok güzel bir örnek olur bence "Karnıma avuçlarımla bastırsam sensizliğe doyar mıyım sence?".
Ne yani? Şimdi bütün şairlerin üzgün olması mı lazım? Hayır. Zaten hüzün ve üzüntü aynı şey değildir. TDK sözlüğünde hüzün; gönül üzgünlüğü olarak tanımlanır. Üzüntü, bir durum karşısında ortaya çıkan bir duygu iken, hüzün daha çok bir bakış açısı, bir hayat tarzı gibidir. Bu yüzden hüzünlü insanlar her zaman hüzünlülerdir. Ve işin ilginç tarafı üzüntünün pek sevilebilecek bir tarafı yokken hüznü sevebilmek mümkündür. Ben bütün büyük şairlerin hüznü sevdiklerini düşünürüm, çünkü güzeldir. Üzüntü acı dolu ve can yakıcıyken, hüzün naiftir, sitemkardır bazen, bazen kırılgandır, alıngandır. Ve bir kere işte bu güzel oldu dediğiniz bir şiir yazdığınızda hüznün aslında hiç de sanıldığı kadar kötü bir şey olmadığını anlarsınız.
Peki şairler hüznün neresindedir? Şairler hem zindandaki mahkumdur, hem de kapıdaki gardiyandır. Şair mazoşizmi diye bir olgunun literatürde yer almasını isterdim. Hayatında her şey yolunda gitse bile iç dünyasında bir şeylerin karışık olması şairin işine gelir. Çünkü o karışıklık şiirin hammaddesidir. Şairin bir yanı hüzünden kurtulmak ister ama bir yanı da onu sever, çünkü hüzünde onu mutlu eden bir şeyler vardır.
Şairi en çok mutlu edebilecek şeylerden biri yazdığı şiirin, hissettiği duyguları tam ve etkileyici bir şekilde anlatabilmesidir. Bunun içinse ona faydası dokunacak en önemli şeylerden biri hüzündür.
Son olarak, bazı insanlar hüzün ve acı çekme yoluyla büyürler ve hayatı hüzünlü şiirlerle ilişkilendirirler. Bu kişiler, bu tür şiirleri okurken kendilerini ifade ederler ve özlemlerini, umutlarını ve korkularını dile getirirler. Şayet hüzün sevginin bir adım gerisi ise sevgiden sevgili günlerden neden hiç bahsedilmez. Sürekli hüznü yeşerten kalplerde sevgi ne kadar barınabilir ki? Ya da hüzünlü şiirler yazan insanlar sevgiden nefret mi etmişler? Keza öyleyse sürekli hüzün yazanların birilerini sevme ihtimali yine onların sevgi selliği anlatacak şiirler yazmaları kadardır. Oran çok düşük maalesef. Tabii burada gizlenen başka bir gerçek ise burada hüzün siirleri yazanların hala acılarda olduklarıdır. Onları nasıl kurtarabiliriz bu hüzünden? Onlara sevginin de var olduğunu anlatmamız ve öyle şiirlerle yardımcı olmalıyız. Güven boşluğunun, hissizliğin tavan yaptığı bir ülkede bunca hüzün ancak çokça sevgilerden geri dönen kırılmışlıklardan ibarettir. Sözümü İbn-i Sina’nın mukaddes bir sözüyle bitirmek istiyorum.
"Aktif olarak sevmek, dikkat ve uyum sorunlarını çözer. "
Kadirhan Türkoğlu