- 666 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Ayrılık şiirleri hakkında
Türkiye’de şiir deyince akla gelen ilk ayrılık oluyor. Yani bir şiirin siir olması için temel etkenin de ayrılık olması gerekiyor. Zira çok uzun yazmayacağım. Çünki burada da görünen hep o! Hep ayrılık ve nedense yine ayrılık. Tabii ayrılık derken, içinde acı var, beklenmişlik, terkedilmişlik. Bunlar ülkemizin bir kesiminin şiire bakışı. Buraya ilk gelenler de buradaki o ayrılık havasını teneffüs ediyor olacaklar ki, onlar da o moda bürünüyorlar. Yıllardır bu düşünceler değişmedi değiştiremedik. Bir şiirin içinde illa ağlamaya gerek yok. Bir şiirin içinde illa ayrılmaya gerek yok. Bir şiirin içinde illa ölmeye de gerek yok. Şimdi dersiniz ki insanlar duygularını anlatıyor.
Ama hep oyle mi yazılması gerek? Bir insanın bütün hayatının acılarla geçmesine ihtimal yokken, böyle hazin bir yükü şiirlerin sırtına vurmaya şiirler de tahammül edemez oldu. Bir arkadaş anlatıyor...
- Buraya gelen insanların bir kısmı acılarını da getiriyor. Yalnızlığını ve beklentilerini. Hani abarti olmasın ama kadınların çoğu genellikle ayrılık ve sevgisizlik konularını işliyorlar. Çoğunu takip etmişimdir ve hep öyle yazdılar. Erkeklere gelince onlar da özentilerin kurbanı olacaklar ki, artık en büyük acı, en büyük yalnızlık benim yarışına giriyorlar. Hal böyle olunca, içeriye girince gözlere mendil bağlayarak bakası geliyor insanın. Ama bu sürekleşmiyor. Arada sevgiyle yaşamayı, barışık olmayı konu olan şiirlere de rastlıyorum. Yani öyle oluyor ki, sevgililerin kol kola gezinti şiirlerini okuyorum.
Sonra anladim ki; şiir yazanların çoğu aslında içinde bulundukları ortamın acımsı yansımalarını konu ediyor. Sonuçta evrensellik adına bir çaba görmedim, aslında hiç olmadı. Bu durum duzeltilebilir mi? Hayır! Çünki insanlar mutlu değil. Kadınların bir eşe sevgiliye, erkeklerin de aynen bir eşe sevgiliye ihtiyaçları var. Şimdi niye böyle dedim biliyor musun?
- Neden?
- Garip gelebilir ama, burada çoğu kişiyi tanıdım. Özellikle kadınlar... Hayatlarına birini dahil ettiklerinde artık şiir yazmıyorlar ve bırakıyorlar.
- Erkekler?
- Onlar da öyle.
- Şöyle de düşünebilirsin.
- Nasıl?
- Belki artık onlar şiiri yazmak yerine yaşamayı tercih ediyorlar. Olamaz mı?
- Sanmıyorum. Çünki kendine eş bulan herkes bir süre sonra tekrar geliyor.
- Normalde gelmemesi gerekiyordu ama?
- Çünki gelen yine ayrılmız vaziyette geliyor.
- Hmmm!..
Sonuç olarak asla sonuçlanmayacak sosyal bir konuyu irdeledik. Fakat ben çok şeyler bilmiyorum. Anlatılan bu.
Saygıyla...
YORUMLAR
Güzel deyinme Üstat.
Bu sebeple aslında şiire mesafeliyimdir.
Sanat ile acı belki de doğru orantıda yürür ama acıyı safi aşk acısına yüklemek çok sığca. Ben şahsen yaşanmamışlıklarına veriyorum insanların.
Öte yandan, topluma inanılmaz bir arabesk kültürü hakim. Sağcısı yıllarca safi arabeski dinledi. Solcusu da adını başka şey koyup arabeske yöneldi. Biraz varlıklısı Etiler müzikleri, Sıla filan gibilerinden. Yalın, Emre Aydın filan da eli yüzü düzgün erkeklerin ağlaklığının temsilcisi olarak genç kızların gönlüne girdi. Her toplumun kendine özgü dinamikleri vardır ve bir Fransızın sanata bakış açısını asla yakalayamayız. Fransız da tutup f16'ya taş atacak cesareti bulamaz kendinde misal. Geçmişimizin göçebe olması özgün bir dil sahibi olmamızın önünde engel teşkil ederken, sanatı besleyen unsurların da kısır kalmasına sebebiyet verdi. Türk Sanat Müziği eski Bizans eserlerinden alınmadır. Türklerin öz sanatı telli çalgılarla yapılan tek sesli müziktir. Müziğin üstüne yazılan halk edebiyatı da kısırdır şahsımca. Bolca pedofili barındıran öğe içerir. Tarla, tapan, dağ ve kuş. Hesse de doğayı işler mesela ama çok başka biçimde. Ya da Jack London. Bu adamlar da kendi coğrafyalarından çıkarak, dünyayı gezerek kattılar bunu kendilerine. Şu aşk ağlaklığından kurtulmadan da gelişmeye dair bir umut göremiyorum ben pek.
Naçizane. Saygılarımla.
Sandalcı
Bu temelinde sosyolojik bir problem ve bizler bunu nasıl yenerizin savaşını vermemiz bir halkız. Bir çiçeğin bir ağacın bir otun suyla yeşerip büyüyeceğini bilen insan bütün bunların bilgi akışı "bilmek" ile olacağını akledip kendisini geliştiremedi, okumadı, düşünmedi, üretmedi. Konu edebiyat olunca, acı çekmeler ağlamalar intiharlaşmalar felan en kolay olan yol. Çünkü onda kazanım yok, gayret yok. Ama ne var? Bir kenarda kimsesizlik, sahipsizlik ve efsunlu kelimeler arasına sıkışmış, duygusal zehirlenmeye maruz kalmış çaresiz insan silüetleri var.
Evet, sabah ve Gece zamanın değişmez gerçekleri...
Bizim kızlar ego dolu oldukları için ayrılıklar çok oluyor bu da duygusal hayatımıza,şiirimize yansıyor,,
Zaten biz erkelere sordukları ilk soru araban var mı,evin var mı,işin var mı,,
Zaten onlar olsa seninle ne işim olacak tabii havasında da olunca erkek ilişki yürümüyor ve hep hüsran,ayrılık,göz yaşı,cehennem,azap,hasret vs.vs.
Yazılarınızın devamını dilerim
saygılar,sevgiler,selamlar