0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1199
Okunma

Sırtını yasladığı asırlık çınarın pürüzlü kabukları, tenine serinliğin ezeli hafızasını nakşediyordu. Yaprakların arasında dolanan rüzgâr, zamanın tünellerinden fısıltılar taşıyor, yüzyılların saklı seslerini sakince dillendiriyordu. Elinde buruşturduğu mektubun hışırtısı, içindeki çelişkili duyguların çatışmasını o ana yansıttı.
“Gitmek…” Bu kelime, dudaklarından ilk kez bu kadar kesin, bu denli yalın döküldü.
Uzun zaman önce bu topraklara kök salmıştı; anıları taş duvarların gölgelerinde, dar sokakların kıvrımlarında, tanıdık bakışların sıcaklığında yeşermişti. Her köşe başı, çocukluğun neşeli kahkahalarına, ilk aşkın titrek heyecanına ve kayıpların suskun sızılarına tanıklık eden hikâyelere dönüşmüştü. Hepsi bu toprakların kalbinde atıyordu. Ama şimdi… Gitmek, nasıl olmuştu da bir mecburiyet zinciri haline gelmişti?
Hayatın kimi zaman durgun bir nehir, kimi zaman azgın bir sel olduğunu biliyordu. Ne var ki onun hayat nehri giderek daralmış ve bulanıklaşmıştı. Günler, birbirini yansıtan tekdüze döngüler içinde debelenirken, içindeki o tükenmez merak, sıradanlığın ortasında yavaş yavaş, için için yanıyordu. Gökyüzü mavinin aynı tonunda donup kalmış, kelimeler ezberlenmiş kalıplardan dökülmüş, insanlar aynı sesleri yineler olmuştu. Ruhu, bu daralan alanlarda boğucu bir labirentin içinde sıkışmıştı.
İçinde, sıradanlığın üzerinde bir çağrı yükseliyordu. Ufkun ötesinde ne olduğunu bilmese de kendini orada bulacağına dair tarifsiz bir inanç besliyordu. Sabahları farklı dillerin melodileriyle uyanmak, bilmediği kokuların peşine düşmek, tanımadığı sokaklarda kaybolmak istiyordu. Kalbinin ritmi haritasız bir yolculuğun notalarını mırıldanıyordu. Bu arzu zamanla bir sel gibi büyüyerek, onu kıyıya bağlayan tüm ipleri teker teker koparmaya başladı.
Etrafındakilerin gözlerindeki sevgi endişeyle bulanıyordu. Gitmek onların kalplerini incitecekti; ama kalmak kendi hayallerinden vazgeçmek anlamına gelecekti. Eğer bu çağrıya kulak tıkarsa, solmaya yüz tutan bir çiçek gibi yavaşça kuruyacağını hissediyordu. İçinden yükselen sesi bastırmak, bir ömrü sessizce heba etmek anlamına gelecekti. Artık bu gri şehrin taleplerine boyun eğmeyi, kendisine dayattığı sınırları kabul etmeyi reddediyordu.
Mektubun her kelimesi bir veda öpücüğüydü. Geçmiş için minnettarlık, gelecek için umut ve ayrılığın buruk hüznü satır aralarına sızmıştı. Anlaşılmayı, sevilmeyi ve bağsız bir uğurlanışı arzuluyordu. Zira, büyümenin bazen kopmayı göze almayı gerektirdiğini, ayrılmanın özgürlüğün bedeli olduğunu çok iyi biliyordu.
Gözleri ufka sabitlenmişti. Batmakta olan güneş, gökyüzünü turuncudan mora uzanan bir renk şöleniyle sarmalamıştı. Bu manzara, içindeki hüznü adım adım eriterek ona yeni bir sayfanın vaadini sunuyordu. Belki de her veda gizli bir başlangıcın habercisiydi. Kim bilir, belki de bu ayrılış onu daha otantik, daha çok kendisi olan birine evirecekti.
Derin bir nefes alarak mektubu cebine indirdi. Çınarın serin gövdesine son bir kez dokundu; ağaç, nice vedaya tanıklık eden dallarıyla bir yenisini daha uğurluyordu. Ayaklarını bilinmeze doğru çevirdi. Ardında bıraktığı sesler gün batımında kaybolurken, içinde yepyeni bir dünya tomurcuklanıyordu. Gitmek ağırdı, fakat kalmak kendine ihanet, ruhuna sırt dönmekti.
Kendisiyle ilk kez tam anlamıyla yüzleştiği o an, hayatın eşiğinde durdu. Korkusu cesaretiyle el eleydi; yüreğindeki titrek mırıltı artık gür bir sesle yükselmişti. “Git.” Biliyordu ki, bir gün döndüğünde tanıdık yüzlere değil, kendine daha çok benzeyen birine dönecekti. İşte bu düşünceyle, üzerine bindirdiği tüm yük omuzlarından silinip gitti.
İnsan en çok kendi içinde kayboluyordu. Onun yitip gidişi yabancı diyarlarda değil, tanıdık odaların yavan konuşmaları arasında başlamıştı. Aynı manzaralara gözü alıştıkça, kalbinin sesi dipsiz bir kuyuya düşüyor, duyulmaz oluyordu. Bu yüzden gidiyordu; uzaklara değil, tam da kendi içine doğru. Gidiyordu, çünkü içini işitmek, onu yeniden yazmak istiyordu. O yolu yürüyenlerin bildiği gibi gerçek keşif, geride bıraktığın izlerde değil, içinde açtığın boşluğun nasıl dolduğunda saklıydı.
Giderken fısıldadı: “Gidersem tutma beni…”
Bu sözler ayrılıktan ziyade, içindeki tutkuyu haykırmakla ilgiliydi. Ve o, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bilinciyle, Palermo’ya doğru yol alan gece treninin penceresinden yıldızları seyrederek karanlığın kucağında kayboldu.
/ yüRekTen