3
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
722
Okunma
Bir kadın sesi duyuyorum. Bir yerden aşina geliyor tınısı, ama nasıl, nereden?
Önünde durduğum reyonun arkasından geliyor ses. Kulak kabartıyorum. Birileriyle konuşuyor. Yanındaki erkek olmalı. Tam olarak emin olamıyorum.
Karşımda dizili duran ayakkabıları evirip çeviriyorum, parmaklıyorum, geriyorum. Güya kalitelerini kestirmeye çalışıyorum. Aslında oradan gitmek istiyorum; ama o kadın sesi beni oraya mahkum ediyor!
O ses, amam amam öyle özlediğim sempatik bir ses değil . Bilakis, gıcık bir ses. Olumsuz hisler uyandırıyor bende. "Görünmeden sıvışmalıyım oradan", diyorum. Ama nasıl?
Ben kendimi gizlemekle meşgulken, birdenbire korktuğum başıma geliyor:
"Aaa, Gülaaay! Meraba canıım... Seni burada bulacağımı hiç tahmin etmezdim! Nasılsın? Ayyy,! yoksa tanımadın mı? "
Önce şaşırıyorum. Çıkaramıyorum gerçekten... "Aha!" Jeton düşüyor. Bu o Elif. Ama o hiç fırsat vermeden habire konuşuyor. "Yaaa! sen hatırlamadın. Hııı!" diyor ve bana bakıyor.
"Bunda şaşılacak ne var! Neredeyse aradan yirmi yıl geçmiş seninle karşılaşmayalı.Nerden hatırlayayım? Oturup gece gündüz seni mi düşündüm?" demiyorum tabii.
Kadın enine büyümüş, ama boyu da küçülmüş. Halbuki benden daha genç. Mütemadiyen kendimi dikleştirdiğimi fark ediyorum.
Cırtlak sarı saçları pırasa gibi omuzlarına dökülüyor. Dipleri tebeşir beyazlığında. Sırıtıyor . "Ne çabuk yaşlandı bu böyle?" diyorum içimden. Ben şaşkınlığımı nasıl yeneceğimi henüz bilemeden, sarılıyor bana. Allahtan öpmüyor yanaklarımı. Acaba isteksizliğimi fark ettiği için mi? Bilemiyorum..
"Teşekkür ederim, iyiyim, Elif. Evet, şimdi hatırladım..." sözümü bitirmeden; "aa, Zafer, gel bak kim burda!" diye sesleniyor arka tarafa. Oysa ben o an, onun butikteki insanları rahatsız edebileceği endişesini taşıyorum. Ne de olsa görüşme yeri değil burası. Biraz kenara çekiliyorum. Kısık sesle konuşuyorum anlaması için. Ama Elif, heyecanla ve yüksek sesle konuşmaya devam ediyor. Suç işlemiş gibi kızarıyorum. Allahtan insan sayısı az içerde. Elif gidip Zafer’i elinden tutup getiriyor:
- Ooo, Gülay, merhaba! diyebiliyor.
O da şaşırıyor. Ben gözlerime inanamıyorum! Nasıl da zayıflamış, yıpranmış. Sokakta görsem tanımazdım adamı. Halbuki bir zamanlar kaç yıllık aile dostumuzdu. " Hasta mı bu adam ne?" demiyorum tabii. Ben daha doğru düzgün selamlaşmadan, araya giriyor Elif. Sadece kendi adına konuşmuyor, Zafer’in yerine de cevap veriyor. Sanki o, orada existe etmiyor gibi. Bi ara Zafere dönüyorum:
- Sen nasılsın Zafer?
Adam daha ağzını açmadan:
- Şey, iyidir, çok şükür. Atlattı, artık bir şeyi kalmadı. Di mi Zafer? diyor..
Zafer, düşünür gibi başını öne eğiyor. Bir şey söylemeye hazırlanıyor, ama bocalıyor. Kadın yine araya giriyor:
- Şey, aslında bi ara çok şeydi, ama .. şey tedavileri iyi sonuç verdi. Di mi Zafer? Şey olmasaydı, şey olmazdı... Ama o şeyleri şey yapınca...
Hiçbir şey anlamıyorum. Neden söz ediyor bu kadın?
Kadın, adama fırsat vermeden böyle şey’li konuştukça, kalbimin sıkıştığını hissediyorum. Utanıyorum. Zafer adına. da utanıyorum. O da zavallım...şok olmuş gibi gözlerini ayırmıyor benden. Bu bir "imdat" çağrısı mı? Zira adam bir şey söylemeye tam yeltenirken, Elif ondan daha hızlı davranıyor. Ve şey’leriyle rekor üstüne rekor kırıyor. Bi ara Zafer montunun içindeki ellerini çıkarıp parmaklarını bastıra bastıra ovuşturuyor. Psikoloji okumuş biri olarak "bu bir huzursuzluk ve stres göstergesidir" diye düşünüyorum. " Acaba ne yapsam?" diye düşünürken, Zafer tüm gücünü topluyor:
- Hala o semtte mi oturuyorsu...? Adam sözünü yine tamamlayamıyor. Kadın yine atılıyor. Benim yerime cevap veriyor:
- Hayır Zafer! Taşınmış çoktan. Şey, bak bunu da unuttun!
Elif, hoşnutsuzluğunu ima eder gibi ince dudaklarını büzüyor. Ve bana dönüyor:
- Gülay hatırlıyor musun? Hani şeyde karşılaşmıştık ya,, sen şeye giderken. O zaman eve gelince anlattım Zafer’e.. Ama unutmuş.
Konuşurken bi bana, bi kocasına dönerek kocaman gülümsüyor. Ve sanki non stop konuşmak ona haz veriyor:
-Ya.. Şey. benim hafızam daha güçlü seninkinden di mi hayatım? Sen sadece şey.olan şeyleri iyi hatırlıyorsun. (onu ödüllendiriyormuş gibi söylüyor bunu!.)
Artık iyiden iyiye sıkılıyorum. O her ağzını açtığında, yoruluyorum. Sesi bir mıh gibi beyin hücrelerime çakılıyor. Zafer’e bi göz atıyorum. Adamın gözleri kocaman açılmış. Sanki sıktığı çenesi ve şakakları seyiriyor. Biraz alaycı mı ne? Gözlerimi kaçırıyorum. Nedense bedemine adını koyamadığım bir huzursuzluk yayılıyor. "Acaba bu kadını uyarsam mı? Yok olmaz! Muhtemelen bunlar kendilerini alıştırmışlardır bu duruma. Hem sanane kızım!" diyorum içimden.
Ama sonunda dayanamıyorum; çünkü Elif’in yakamdan düşeceği yok. Zafer de, patlamak üzere olan bir bomba gibi gergin görünüyor gözüme. O bombanın patlamasına tanık olmak istemiyorum. "Ben en iyisi kaçayım!" diye geçiriyorum içimden. Ve sonunda bütün gücümü topluyorum:
-Neyse arkadaşlar, sizinle karşılaştığıma sevindim. Benim... yetişmem gereken birkaç işim var, gibi şeyler söyleyerek ayrılıyorum butikten. Ama ben ayrılana kadar; Elif, arkamdan habire laf yetiştiriyor..
O mıntıkadan bir an önce uzaklaşmak için çabuklaşıyor adımlarım. Yol boyunca gördüğüm bu kabusu düşünüyorum. Bu çiftin ilk yıllarını.anımsamaya çalışıyorum: Elif türkiye’den Zafer ile evlenmek üzere geldiğinde, ona çok acımıştım. Elimden geldiğince destek olmaya çalışmıştım.Çünkü kendine güveni olmayan, mazlum genç bir kadındı. Ne de olsa tümüyle farklı bir yaşamın zorluklarına alıştıracaktı kendisini. O gelmeden önce; Zafer oldukça sosyal, işi gücü olan ve efendi bir arkadaştı. Zaman zaman ailecek görüşmeye çalışıyorduk. Fakat kısa bir süre sonra Elif ile ilişkimizin sıkıntılı olacağını anlamıştım ve bu nedenle de uzak durmayı tercih etmiştim.
Pişmanmıyım? Hayır. Ama, Zafer’in içine düştüğü perişan duruma üzülmeden de edemiyorum.
Peki ya Elif? O çok mu mutlu? Çok mu hoşnut yayatından? Onu bilmek de mümkün değil.
Belki sevgiden ziyade, birbirlerinin huylarını, zaaflarını kabul etmişlerdir...
Ya da kim bilir; belki de çaresizliktir onları bir arada tutan...
H. Korkmaz, Ocak 2018 Sthlm