5
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
831
Okunma
Kocası önceleri çobandı.
93 Harbi’ne katılmış, ordu dağılınca ta Batum’dan köyüne 3 ayda yürüyerek gelebilmiş.
O da ayrı hikaye.
Her Türk’ün kaderi gibi 10 yıl askerlikten sonra ancak çoban olabilmiş.
Haliyle yaşlanmıştı artık. Üstüne üstlük bir de kör olmuştu. Fakirlik işte, ne doktora götürebildiler ne çaresine baktırabildiler.
Oğlanları yoktu. Dört tane kızları olmuş, oğlanları olmamıştı. Kızlarının tamamı evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Kocası ve kendisinin iki boğazı Hanife kadının omuzlarına kalmıştı.
Öyle yoksuldu, öyle yoksuldu ki..!
Alt katı ahır, üst katında iki göz oda, derme çatma bir evleri vardı. Dışı sıvasız. Rüzgar bir yandan girer öbür yandan çıkar. Kışın ayazı alttan, üstten, yandan evin içinde. Odaların önünde, ahırın toprak damından ibaret etrafı açık genişçe bir teras. İçinde eşya denirse bir iki minder, birkaç kap kacak.
Tarlaya tapana çapa yapmaya gider, komşuların yardımıyla falan zar zor karınlarını doyururlardı. Kurbandan kurbana, gelen paylarla, kursaklarına bir tike et ancak girerdi.
En küçük kızı da yoksul biriyle evlenmişti. Ondan olma torunu 10-11 yaşlarındaki Hatun’la birlikte ırgatlık zamanı yanına birkaç torba alır, ekinleri biçilen yada biçilmekte olan tarlalardan yere dökülmüş buğday başaklarını toplarlardı. Bazen tarla sıçanlarının kırpıp kırpıp yuvasına taşıdığı kırpıntılara denk gelir, bayram ederlerdi.
Ben o zamanlar çok küçüktüm.
Bizim tarlaya geldikleri zaman amcalarım falan bir miktar yeri ayırır “Şurayı siz toplayın” derlerdi. Hanife kadın nasıl mutlu olurdu.. Rahmetli Osman Dede’m de çok yardım severdi. O da bu tür fakir fukaraya çok yardım ederdi.
Mevsim yazdı. Irgatlık zamanı. Hanife kadının da başak toplama zamanı, yani harmanı. Torunuyla topladığı başakları sırtında eve getiriyor, tokaçla döverek tanelerini ayırıyor, yarısını torununa veriyor, kalanıyla da bakkaldan günlük ihtiyaçlarını alıyordu.
Torunu her sabah buluşup işe gittikleri yerde ninesini bekledi, bekledi. Gelmeyince yukarı obadaki evine gitti. Kapıdan seslendi, ses seda yok. Yukarı çıkıp açık kapıdan yattıkları odaya baktı. Dedesi horul horul uyuyor. Evin etrafını kolaçan ederken yerde yatan ninesini görüp yanına koştu. Yerde kan, ninesi hareketsiz. Çocuk aklıyla yakındaki teyzesinin evine koşup haber verdi.
Anlaşıldı ki Hanife kadın gece üst kattan aşağı düşmüş, kafasını sivri bir taşa vurmuş, olduğu yerde vefat etmiş.
O gün Hanife kadın sessiz sedasız defnedildi. Tüm yoksulluğuyla.
Hanife kadın benim Anneannemdi. Biz Ebe derdik.
Mekanın cennet osun Ebem.
Suat Zobu
.