Sabahın erken saati, sessiz adımlarla yatağının yanı başında kızının avuçlarını eline aldı, uykudan uyandırmaya kıyamadığı kızı Buse’nin parmakları ellerinin arasında kayboluverdi… Mahkemesi vardı bugün Metin’in! Kızına sanki bir daha dokunamayacak gibi sarıldı… Koklayıverdi saçlarını Menekşe kokuyordu. Eşiyle vedalaştı gözleri dolu dolu… "Ağlama sakın arkamdan!" ama gözyaşlarını saklamak için hızlıca evden çıktı… Soğuk bir duruşma salonunda silik bir sese tepkisiz kalıverdi Sesi kısılmış bir radyo dinlermiş de uzaklara dalmış gibi… Karar; iki yıl 4 ay hapsine! Bir an sonra bacaklarının tutmadığını fark etti Kızından, eşinden ayrı neredeyse iki buçuk yıl, dile kolay! O dev adam küçülüverdi, sendeleyerek otururken sandalyeye… Hayalle gerçek arası bir mesafede aldı yolu gözleri, kilitlenmiş bir noktaya bakarak cezaevi yolunu giderken… Kalabalık bir koğuşun kalabalık ranzaları arasında en ıssızını tercih ederek oturuverdi. Bir sinema filminin baş rolünü oynar gibi ama içinde bir burukluk tadıyla, sanki parasını alamamış da; yüzünü hafif ekşitir gibi yüz takındı. “Geçmiş olsun, Allah kurtarsın” sözlerine kafa işareti bile verecek hali bulamadı kendisinde… Nice sonra biri dikiliverdi yanı başına, elinde bir çift siyah kundurayla!.. “Ağamın; parlatacakmışsın!...” Metin yerde duran kunduralara baktı ve zamanın anlık kıvrımlarında kaybolup düşündü… “Boyarsam; hep boyamak zorunda kalırım… Boyamazsam başa sıkıntı alırım…” “Tamam, sen git deyiver ağana boyarım…” Anlar anı dakikalar zamanı ite kaka kovaladı… Ağa sabırsızca ve acımsız bir sesle; “Nerde kaldı lan bizim kundura!” Deyiverdi… Sesi dört duvar arasında giderken diğerini saydırıverdi… “Elinde amma ağırmış ha, uyuşuk!…” Metin hiç elini bile sürmediği kunduranın tekini alıp ters çevirerek ağaya doğru yürüdü… Ayakları külçe olmuş, kollar dermana muhtaç; “Geldim ağam”. “Laf geveleme lan göster bakayım nasıl boyadın…?” “Kunduranın boya rengini bulamadım ağam!” “Lan gavurun dölü nasıl bulamadın?” “Şimdi buldum ağam, şimdi…” Metin her şeyi göze alarak ayakkabının topuk kısmını koğuş ağasının kafasına indirir. Hücre cezası alır üç gardiyanla küfürleşir. Dövmek için içeri giren gardiyanları hücreden dışarı atıp üçünü de; hastanelik eder. Kapıyı kapatır kendi üstüne. Cezasına iki yıl daha eklenir Metin’in… Bir iftira uğruna düştüğü mahpustan saçları bembeyaz olmuş, çökmüş, yüzüne yaşlılık oturmuş bir adam olarak çıkar… Onu almaya gelen arkadaşları tanıyamaz kendisini neredeyse… Metin’in bir arkadaşı nakletti olan biteni kendisinin arkadaşıymış… “Karıncayı incitmezdi” diyor; “İftiraya kurban gitti şeker misali girdi hapse; taş oldu çıktı…” İnsan taş olur mu hiç? Ya Tanrı? Aklımda Ahmed Arif “Akşam erken iner mahpushaneye ejderha olsan kar etmez…” |