14
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
801
Okunma
Sıyırıp düşüncelerimden kendimi, uzattım kolinin içine doğru titreyen ellerimi… Fenerin ışığı çok yetersiz kalmıştı, elektrikler gelsin bir an önce diye dualar ediyordum. Allah sesimi duymuş olacak ki tutuşturdu elime, rengini iyi seçemediğim kızılımsı bir tespihi… Baltayı taşa vurdun Ebru dedim kendi kendime, annene ait bir şeyler ararken müdahale ediyorsun babanın özeline.
Sırada sarı sayfalı bir karikatür dergisi… Fiyatı yüz elli kuruşmuş, göremedim üzerindeki tarihi. Halen yayımlanıyor mu bilmiyorum fakat çocukluğumdan hatırlıyorum bu dergiyi… Şıp diye keser can sıkıntısını, aşk yarasını, karı koca kavgasını. Her derde devadır, gırgır da gırgır.
Hay Allah!.. Ne ummuştum, ne buldum. Pes etmek de olmazdı şimdi, açılmıştı artık koskoca koli. Karıştırıp durdum iyice içini… On, on beş kadar cep fotoromanı.. Çoğu romantik komedi. Acaba annemin olabilir miydi? Ses, hayat, hey,radyonun sesi, radyo haftası, radyo alemi adlı dergiler sayı sayı, dizi dizi… Hızlıca çevirip sayfaları, incelemeye koyuldum bazılarını.
“Bu dergide gördüğünüz resimlere beş defa bakacaksınız ve her yazıyı üç defa okuyacaksınız” yazıyor. Elbette okuyacağım ama bu nasıl bir karşılama, şaka gibi, sanki işletiyor beni birileri. Nasıl da anlamışlar sık dokuyup inceden eleyeceğimi. Feneri biraz daha yaklaştırıp yazının devamını okumaya çalışıyorum. Sonra komşunuza gidip bu mecmuayı ona göstereceksiniz hatta en sevdiğiniz arkadaşınıza “Allah aşkına hemen bir tütüncüye koş, tükenmeden bir tane radyonun sesi al” diyeceksiniz.
Tütüncüye mi? Geçmiş zamanda dergiler tütüncüde satılıyormuş demek ki. Merak ettim bu yayın ne kadar eski olabilirdi. Baktım hemen, bin dokuz yüz elli üç tarihli. Yine aklımda kol geziyordu düşünceler, bir ihtimal babaannemden kalma olabilirdi bu dergiler. Diğerlerine şöyle bir göz attım. Bolca reklam içeren gazete, radyo ve magazin dergileri.
İşte! Asrımızın yeni yazı aleti. Alışverişte, hastahanede, resim hanede, bankada, Biro pratik kalemleri.
Genç kızların sevgilisi Ahmet Üstüne gelen aşk mektupları, beş vakit namazını kılan Hamiyet Yüceses ıspanak pişiriyor. Akşam yatmadan yüzünüzü puro köpüğü ile ovuşturun sonra bol su ile yıkayın...
Puro köpüğü mü diye bir kahkaha atacaktım ki hemen sol taraftaki yuvarlak, markası puro olan bir tuvalet sabunu görseli dikkatimi çekti. Aklımda annemin yüzü, elleri.
Yine başka bir dergi kapağı, gözlerime inanamadım Müzeyyen Senar’la Sabahattin Ali miydi? Evet, aynı dönem yaşamışlıkları bir ihtimaldi.. Sabahattin Alinin kırk sekizde vefat ettiğini biliyordum. İki sanat ustası gençliklerinde bir şekilde bir araya gelmiş olabilirlerdi. Ama bu resim, oturmuşlar bir ağacın dibine ve ellerinde tüfekleri… Oldukça ilgi çekici. Okumalıydım hemen, nedir bu alaka ilişki?
Ah ben ah.. Bir de dedektifliğe soyunurum ya… Mevzuyu çok yanlış anlamışım, bu durum beni epeyce gülümsetti... Zeki Müren çıktı, Sabahattin Ali sandığım kişi.
Anladığım kadarıyla bu Müren ve Senar’ın av maceralarını fotoğraflarla anlatan” keklik vuramadan döndük” başlıklı yazının kapak görseliydi.
Anneme ait bir şeyler ararken bir anda kendimi başka bir dünya içinde bulmuştum. Dolu dolu nostalji. Zeki Müren’in aynı dergide radyo reklamı da var. Bu radyo dergileri gerçekten çok enteresan, bir ara uzunca vakit ayırıp incelemem gerekecek. Hazine gibi bir şeydi benim için geçmişte gezinmek. Sanıyorum ki Zeki Müren radyoda şarkı söyleyecek ve bu dergide yayın saati filan yazacak. Şaşırtıcı, öyle değilmiş. Fotoğrafının üzerinden bir konuşma baloncuğu çıkmış “Siemens cidden harika bir radyo” demiş. Radyoların nesne olarak satışı için özellikle Siemens markası birçok ünlüye reklam vermiş. Bir tane daha… Hamiyet Yüceses fotoğrafıyla “ daima işini bilen Türk köylüsü radyosunu seçerken en iyisini alır.. Piyasada bulunan mevcut radyoların en kudretlisi, en mükemmelidir”
Bunlar da ilgimi çekenlerden birkaçı… Ağa radyo. Radyoların ağası, her evin ziynet eşyası. Eski radyonuzu değiştirin onun yerine dokuz lambalı RCA radyosuna sahip olun. Bu ara philipsin de otomatik pikap reklamları rekabet halinde siemensle.
Şuana kadar gördüğüm kitapçıklar içinde en eski tarihlisi bin dokuz yüz elli üç, en yeni tarihlisi bin dokuz yüz yetmiş dört. Fiyatlara gelince en ucuzu otuz beş kuruş, en pahalısı iki yüz kuruş.
Çok şükür ki minareden gelen ezan sesiyle birlikte elektrikler de geldi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan sabah olmuştu bile. Daha çok bakılacak incelenecek şeyler vardı. Babam uyanmadan koliyi de kapatıp yerine koymam gerekiyordu. Ancak kitap gazete ve dergilerden hariç kutunun içinde çok altlarda dikdörtgen şeklinde katlanmış siyah bir poşet gördüm. Bu poşeti açmazsam zihnimi sürekli meşgul edecekti.
Son bir hamleyle eğilip aldım poşeti. Ve poşetin bir altında avuç içi kadar küçücük, ahşap, üzeri sedef işlemeli sandık bulunuyordu. İçinde annemin resimleri olabilir miydi? Öyle heyecanlandım ki. Hemen poşeti bir kenara bırakıp sandığı alıverdim. Tabii bir hayal kırıklığı, sandık kilitliydi. Anahtarda buralarda bir yerlerde olmalıydı.. Arayıp bulmam gerekiyordu ancak vaktim kalmamıştı, babam her an uyanabilirdi.
Tekrar siyah torbaya gitti elim. Gözlerimi kapayarak parmak uçlarımı poşetin içine daldırdım. İncecik, sertçe, soğukça çubuk ve ucunda sanki yumuşacık bir pamuk…Hayal ediyordum ne olabilir diye, bir türlü aklımda şekillendirip çözemiyordum.. Biraz daha elimle yoklayarak yavaşça gözlerimi açtım.
Bir tanesi tamamlanmış, diğeri örgü şişinin ucunda yarım kalmış pembe renkli bebek patikleri.
Evet, bunlar kesinlikle bana aitti…
Kokladım, içime çeke çeke doyasıya kokladım.. Annem kokuyordu sanki...
İşte bir şey bulmuştum sonunda, annemin ellerinin, yüreğinin, göz nurunun değdiği...
Bu patikler benim için örülecekti, eğer ömrü yetseydi..
EbRuAsya//