8
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
950
Okunma
Babamla birlikte otururken sahil kenarında, rastladım ona. Elinde üç dört paket taze bamya "organik, kendi bahçemizin" diyerek masaları dolaşıyordu sırayla...
...
Çekirge İsmail derdik kendi aramızda... Öğretmen sandalyesinde oturduğunu hiç görmemiştik. Fen bilimlerine denk geldiğinde ilk ders saati, parmaklarının arasında ince bellisi, sürekli sınıf içinde dolaşır en arka sıraya kadar ulaşır sonra zıplamalı bir u dönüşü, kaşıksız bardağında çayı kendiliğinden karışırdı. Arada bir yudumlar şöyle bir ohh çekerek sınıf yoklamasını ayakta alır dersi anlatmaya başlardı.
Ortaokula gittiğim o dönemlerde boyu ben ve diğer öğrencilerden çok uzun değildi ve sanırım yaşıyla ayak numarası da aynı gibiydi.. Bir yıl boyunca hep aynı ayakkabıları giyerdi otuz altı, taş çatlasa otuz yedi numara ayaklarına. Sapsarıydı ensesinin kökünde biten saçları, ön tarafları bir hayli seyrekti. Bir kaç kez onun okula mobiletle geldiğini görmüştüm. Saçlarının yan tarafını haddinden fazla uzatmış tepedeki boşluğun üzerini bir kulağının dibinden, diğerine tarayarak kapatmış. Rüzgar hiç insaf etmezdi; yanımızdan geçerken motorsikletle hızlıca, havalanırdı saçları ne kadar jöleyle yapıştırmaya çalışsa da.
Epeyce gür bıyıkları vardı üst dudağı ve dişleri çok nadir görünür adeta çalılar arasına saklanmış ,küçük kuş yumurtalarını andırırdı.İçimizden biri sınıfta huzursuzluk yaptığı zaman o küçücük yüzüne sinirli bir bakış atar kulak mememizi sağ elinin işaret ve başparmağı arasına alıp dişlerini öyle bir sıkardı ki çatlayıp kırılacak sanırdık. İşin ilginç yanı Çekirge İsmail bizim canımızı hiç yakmazdı kulağımızda hiçbir şekilde acı hissetmezdik ama yüzündeki ifadeden bütün öğrenciler korkardı.
Deney ödevi vermişti bize, nemli pamuk arasında fasulye yetiştirmece ve iki hafta süre. Ben biraz merak, biraz da puan sevdasına gözüne girebilmek için Çekirge İsmailin ne olur ne olmaz diye ayrı ayrı bir kaç kapta birinde ıslattığım pamuğa sardığım fasulye - nohut, yeşil mercimek tanelerini gömdüğüm toprakta bir diğeri ve en sonunda da soğan sepetinin arasında sadece bir dişi kalmış sarımsağı bulunca onu da bir kavanoz içinde bırakmıştım suya.
Vakit geldiği gün resim dersimiz de vardı, düşündüm durdum nasıl götüreceğim bunları okula yürüme yolu da en az yirmi beş dakika. Resim klasörümü tepsi gibi tutup hazırladığım ürünleri üzerine dizdim, sonra taktım çantamı sırtıma doğru okula .
Yol boyunca arkadaşlarla karşılaştım bazıları deneyi evde unutmuşlar "şimdi Çekirge İsmail bizim kulaklara zıplar" dediklerinde dayanamadım. Birine nohutu, bir başka öğrenciye de mercimeği verdim. Aslında sarımsağı vermek istemiştim sürekli klasörün üzerinden kayıyordu yarıya kadar içi su dolu kavanoz ama istemedi arkadaşlar hepsinin de gözleri yaprak yaprak açmış fasülyemdeydi. Hele ki Burak, sanki piyongodan büyük ikramiyeyi tahsil etmiş gibi elleri ve gözlerini fasülyeme iyice bantlayıp yapıştırmış bir türlü bırakmıyordu.
Dedim ki
- Bak arkadaşım Burak; bırak fasulyelerimi onlar benim bırak, yoksa gümbürtüyle çekilecek durduk yerde benim sağ kulak.
Sözlerimden fazlaca etkilenmiş olacak ki bıraktı sahiden de fasülyeleri. Bende bir Çekirge İsmail ohlayışı klasörümü kolumun altına sıkıştırdım, bir elimde fasülye diğerinde sarımsak çayda çıra yapar gibi yürüyerek, okula vardım.
Sınıfa girdim sözlü zamanı...
- Tahtaya kalk! Yüz on iki... Ebru Asya...
Kalbim pır pır, acil servisten çağırılıyorum sanki megafonla. Gözlerim çakmak çakmak bir sağa bakıyorum bir sola, hocanın yüzünden başka, bakışlarım her tarafta. Sırtımı iyice dayayıp sıranın arkalığına, yavaş yavaş kendimi aşağı doğru kaydırıyorum. Allahım o an; masanın altına bir tünel kazıp kaybolmak istiyorum.
-Yüz on iki Ebru Asya! Gel tahtaya.
Ayaklarımı zorla kaldırıp yerinden, tahtadaki yerimi almıştım bir tanecik sarımsağımla. Sarımsağım ve ben nasıl müthiş bir ikili olmuşsak artık, sınıfta tutulmuştuk bir anda kahkaha bombardımanına. Arkadaşı şikayet yoktu benim lugatta, soracaktım bunun hesabını nasılsa ilk fırsatta Burağa ...
O günü kazasız belasız atlatmıştım zaten kıyımsızdı İsmail hoca beni de çok severdi. Daha önceki ödevlerimden bilirdi elimden gelenin hep bir fazlasını gerçekleştireceğimin bu yüzden hiç ses etmedi.
Yıl sonu yaklaşmış dersler boş geçiyordu. Sıra arkadaşım Gül birden parmak kaldırarak "öğretmenim Ebrunun sesi çok güzel bize bir şarkı söylese ya" dedi. Hoca bana baktı herkes bir ağızdan "söyle söyle"deyince ben de aklıma ilk gelen şarkıyı söylemiştim.
"Bu fasülyaa yedi buçuk liraaa"...
Karne gününden sonra ileriki öğrenim hayatımda bir daha İsmail hocayı hiç görmemiştim. Ta ki babamla oturduğum masamıza yaklaşıp
"organik, kendi bahçemizin, bu bamyalar yedi buçuk lira " diyene kadar.
Kendimi tanıttım İsmail öğretmenime
- Ben Cumhuriyet Ortaokulundan öğrenciniz Ebru Asya...
-Acil servis 112 Ebru Asya
Birbirimize bakıp gülüştük.
Babamla tanıştırdıktan sonra
-Hocam buyurun bir çay ikram edeyim size.
Biz de bahçemizde ufak tefek bir şeyler yetiştirdiğimiz için kısa sürede sohbet koyulaştı, ve yıllar sonra nereden nereye...
Babamla ortaklık kurup karar verdiler işleri büyütmeye.
EbRuAsya//