18
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
2232
Okunma


Aynı sınıftaydık lisede.
Sınıfın neredeyse yarısı âşıktı bana. Kendime bakardım. Derslerim de iyiydi. Söyleyenlere göre güzelmişim de.
Biri birine âşık olduysa, demesi gerek. Denmezdi denilemezdi işte... Sevgini bildirmek için, ya askıda ki giyeceklerin ceplerine mektuplar konulur, ya da sıradanlaşmış kilitli hatıra defterlerinden mesaj gönderilirdi.
Şiiri severdi, bilirdi de. Bir gün hırkamın cebinde bir kağıt:
BEN İSTEDİĞİME VERECEKTİM
AMA ÇALDIN BENDEN ONU
YÜREĞİM SENDE ŞİMDİ
YA TAKAS EDELİM YÜREĞİNLE
YA DA GERİ VER
SENİ HIRSIZ SENİ…
O zamanda sevmiştim. Halâ da severim bu şiiri. Zaten Türkçe dersinin en iyi öğrencisiydi Recep. Öğretmenimiz şiirleri hep ona açıklatırdı.
Sınıfın tüm kızları gibi benim de gönlüm Erdinç’e kaymıştı. Zengin bir ailenin çocuğuydu Erdinç. Tertemiz bir yüzü vardı. Yeşildi gözleri. En pahalı en güzel okul gereçleri ondaydı. Erdinç sınıfta benim arkamdaki sırada otururdu. Recep de yan sırada. Benimle aynı hizada. Haftanın son günü son ders Matematik. Öğretmenimiz anlatıyor. Defterimize daire çizmemiz gerek. Erdinç omzuma dokundu:
“Zuhal pergelini verir misin?”
Recep duydu bunu:
”Önünde ya pergelin. Niye Zühal’den istiyorsun?”
“Sana ne. Sen ne karışıyorsun?”
“Tamam ders bitsin.Görüşürüz.”
Ders bitmeden defterini, kitabını çantasına kaldırdı Recep. Öğretmen gördü.
” Ders de bitmedi, anlatacaklarımda niye toplandın Recep”
“ Ben anladım öğretmenim. Anlamadıklarımı da evde çalışır öğrenirim.”
“Tamam, öyle olsun bakalım. Yıl sonunda görüşürüz.”
Görüştü de öğretmen. Recebi matematikten ikmale bıraktı.
Ders bitti. Zil çaldı. Öğretmen son adımını dışarı atar atmaz Recep fırladı.
“ Çık ortaya. Pergelin varken Zuhal’den niye pergel istiyorsun?”
Unutmadan söyleyeyim. Bütün hayatımda şunu gördüm ben. Eğer bir insan fakir, fakat zeki ise kavgacı oluyor.
Erdinç’in tuttu yakasından çekti getirdi tahtanın önüne. Haftanın son günü. Bayrak töreni var.
Biz onlara bakamadan dışarı çıktık. Sıra olmuş İstiklal Marşını beklerken. İkisi de geldi. Erdinç’in üstü başı kan, dudağı da şişmiş. Daha sonra Recep’e bir hafta okuldan uzaklaştırma verdiler.
Cengiz Aytmatov’un bir romanından uyarlanmış “ SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM” filminin finalinde “Sevgi emek ister” diye bir replik var. Evet. Öyledir aşk. Emek ister. Recep aşkına sahip çıktı. Kavga da olsa verilen bir emekti.
İlerleyen günlerde ben de Recep’i sevdim. O zaten beni seviyordu.
Okul bitti. İkimiz de liseden mezun olduk. Recep:
“Ben okumayacağım Zuhal. Benden bu kadar”.Dedi.
Oysa ailem beni okutmak istiyordu.
“Sen okumayacaksan ben de okumam.”Dedim.
Aileme Recep’den bahsettim. Karşı çıktılar. Kaçtım.
Çulsuz, çaputsuz evlendik Recep’le. Ailem beni evlatlıktan reddetti. Ne iş bulduysak çalıştık. Acıyanlar da bize yardım etti.
Bir kavgada yaralandı Recep.Ayağını kestiler. O na baktım aylarca. Valilik ona sakat arabası verdi. Yer gösterdi. Simit satıyor.
Hasta bakıcılık mesleğim oldu benim.Hastanelerde telefon numaram var.Zaten siz de oradan buldunuz beni.
Çok hastalara baktım. Bu işin eğitimini görmedim. Ama tecrübeliyim.Bazı hastalarım kucağımda öldü. Bazı hasta yakınları bana ahlaksız teklifler de bulundu. Ben işimi yapıyor, evime ekmek götürüyorum. Bu Dünyadan bir tek isteğim var benim. Hastalarıma gitmek için iki bazen üç otobüs değiştiriyorum.
Ahh bir elektrikli bisikletim olsa!!!…
O benim kayın validemin bakıcısı.Ne anlattıysa, ben de sizlere aktardım. Ama son cümlesi M.Akif Ersoy’un bir şiirini hatırlattı bana. Diyor ki M.Akif SEYFİ BABA şiirinde:
Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.
Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;
Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!