3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
848
Okunma

Medeniyet adına çok şeyler yazılmış ve söylenmiştir. Tabiî ki herkes kendine göre yorumlamış bu terimi. Mesela Ziya Gökalp; medeniyeti, teknik ve alet olarak söyler. O, bu tanımla maddenin saplantısında kalmıştır. Bu anlamda düşünürseniz medeniyeti, günümüzde en medeni ülke Amerika olarak çıkar karşınıza. Oysa bu ülkede ahlaksızlık, en dip noktada yüzmektedir. Kimileri medeniyeti; sanat, kültür ve madde olarak görür. Medeniyetin asıl kaynağına baktığımızda, bunu İslâm’ın potasında eritilmiş bir medeniyet olarak görürüz. Şimdi yaşadığı ülkede ve diğer ülkelerde medeniyetin İslâm olduğunu kavrayamayan bazı yobaz inanlar tarihin akışını değiştirmeye kalkışmaktadırlar. Tarihin akışını göz önüne getirdiğinizde kendilerince medeni sayılan bu insanlar, menfaatleri ellerinden gitti mi medeniliği bırakıp kuyruğuna basılmış bir hayvan gibi çığırtkanlık atmaktadırlar…
Yüce önderimiz Hz. Muhammed (sav), “Müslümanın günü, gününe denk olmamalıdır” buyurarak, asıl çizginin ne olduğunu ve nasıl hareket edilmesi gerektiğini bizlere on dört asır önce bildiriyordu. Müslüman, gününü gününe eşit tutmamak gayesiyle uyanmalıdır sabahına. Düşünün ki bir adam bir gün işte çalışıyor, eğer bu adam ertesi gün aynı işi eksiltmeden aynı hızla yaparsa yine geri kalmış demektir. Çünkü zaman mefhumu karşısında bir durağanlıktan ve yenilgiden söz edilir burada...
Medeniyetin atomu, molekülü ve çekirdeği ailedir. İşin garip tarafı da burada. Müslümanları çökertebilmenin en kestirme yolu ailelere vurulan darbelerdir. İslâmi kıvılcımlar, aileden parlar, yükselir ve yücelir. Kül arasında kalmış közler, oradan aydınlık saçar. Yeni bir oluş, yeni bir hayat nizamının kapısıdır aile yuvası. Seçilecek eşten alın da yaşamın her demine kadar hep aile kurmak yatar kafamızda. Evlenmeden önce hayal dünyasında yüzeriz. Kendi kendimize; “Benim alacağım kız; şu kadar zengin olmalı, şu kadar güzel olmalı, şu kadar dindar olmalı, şu kadar kariyer sahibi olmalı, şu kadar ahlaklı olmalı, şu kadar soylu soplu olmalı…” deriz. Bu isteklerin ardı arkası kesilmez. Nedense insanlarımız kendi eksikleriyle beraber kadını veya erkeği insanı kâmil mertebesine çıkarmanın yollarını düşünmezler. Gözler tüm yüksektedir, uçar da uçar. Ayaklarımız yere basmaz, aklımız bir karış havadadır.
Evleneceğimiz kızlar, İslâm’ı bilmeli ve yaşamalıdır. Fakat sen onu tamamlayıcı olarak bu evlilik temelinin ilk harcını atacaksın. Böylece İslâm’ı içene sindirmiş bir eş olacaktır karşında. Kadın, erkek birbirlerinin eksikliklerini tamamlayarak bir bütün haline gelirler. Bu, erkek ve kadın fark etmez. Bunun neticesinde; eşler, kendilerine biçilen hayatı anlamlandırarak güzelleştirirler ve yaşanabilir hale getirirler. İşte bu yüzden diyorum ki medeniyetin kaynağı sağlam bir ailedir…
Kızlarımızın pazarlanmaya başladığı acı günler yaşıyoruz üzülerek. Dünya malına göz dikmiş materyalist düşünceler, uzakta değil yanı başımızda durmaktadır. İşte burada kalbimizde, kalbimizin derinliklerinde bulunmaktadır. Bazı Müslümanlar, evlerini sarraf yapabilmenin ve diğer kardeşlerini aldatabilmenin yollarını aramaktadırlar. İnsanlık, daha ne kadar altın, bilezik, mal, mülk ve dünya serveti biriktiririm diye damdan dama atlamakta ve kılıktan kılığa girmektedir. Dünya malını elde edebilmenin yolunu arar. Bu malı, mülkü kazanmak için bütün yolları mubah görmektedir. Yazık, çok yazık halimize. Durumumuz çok vahim, ağalanacak durumdayız…
Maddi sorunlar yüzünden binlerce genç kız ve genç erkek evlenememe korkusu yaşıyorlar kalplerinin derinliklerinde. Zaten bir genç, ömrü boyunca çalışsa çeyiz parasını toplayıp biriktiremez. Vay bizim halimize vay! Dolaplar, beyaz eşyalar, mobilyalar otomobiller, en modern araç, gereçler ve altından kalkılmaz eşyalar… Yazıklar olsun bizim Müslümanlığımıza. Biz de dünyada Müslümanız diye geziyoruz, diz boyu rezilliğin içinde. Şayet evliliği materyal düşünce haline getirmişseniz, cahiliye döneminin ikinci aşamasını yaşıyorsunuz demektir. Onlar ne yaparlardı? Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Toprağa gömülmeyenleri de köle ve cariye yaparlar ya da onların bir kısmına meleklik sıfatı yapıştırırlardı. Günümüz insanları çok mu farklı sanki? Düşünün! Başkasına gönderdiğiniz bir bayram tebriğinde Cebrail (as) kanatlarıyla bir kıza benzetilerek, koçu nasıl getirdiği anlatılır. Tabi ki saf Müslüman da böbürlenerek bunu gönderir kardeşine içeriğini hiç düşünmeksizin…
Diğer bir mevzu ise insanın kızlarını parayla satması ve pazarlamasıdır. Siz, buna ne dersiniz deyin. Gerçek tarafsız bir gözlükle baktığınızda, cahiliye döneminin insanları, kızları diri diri toprağa gömdükleri ve bir eşya gibi sattıkları için Allah (cc) tarafından cezalandırılacaklardır. Bu durumda günahsız sabiler, kurtulanlardan oluyor. Ama şimdiki insanlara bir bakın! Kadınları ve kızları her türlü reklâm aracı olarak kullananlar, insanlığı materyal saplantısına götürüyorlar. Bu durumda hem kendileri yanıyor hem de etrafındakiler. Böyle bir medeniyet bizim medeniyetimiz olamaz. Böyle bir medeniyeti kabul etmiyoruz. Böyle bir medeniyete başkaldırıyoruz. Bizim medeniyetimizi mi soruyorsunuz kadınlar hakkında? İşte size bizim medeniyetimizi bildiriyorum iki cümleyle. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), kızı Fatıma’ya ve Hz. Ali’ye: “Ey Fatıma! Sen Ali’ye cariye ol ki O da sana köle olsun. Ey Ali! Sen Fatıma’ya köle ol ki, o da sana cariye olsun” buyuruyor. Başka bir Hadisi Şerifinde: “Cennet anaların ayakları altındadır.” Buyurmak suretiyle bir kadına verilen değerin zirvesini göstermektedir. İslam medeniyeti işte budur, tek kelimeyle. Medeniyetin medeniyeti budur işte. Bu değerden daha değerlisi düşünülemez zaten…
Biz Müslümanlar, tezimizi koymazsak onlar anti tezlerini koyarlar ortaya. Düşünün, bilim adına Batıda ne gibi fikirler ve buluşlar olmuşsa, bunların çoğunun kaynağı resmen İslâm menşeilidir. Bu konuda araştırma yapabilirsiniz. Orta çağda iki zıt kutup barınmıştır. Birisi karanlıkların içine saplanırken, diğeri ufukta doğarak bütün dünyayı aydınlatmıştır. Bu da hak ve batıl olarak kendini göstermiştir. Hakkın olduğu yer, etrafını mum gibi aydınlatırken diğeri katran gibi kararttıkça karartmıştır. Zaten Hristiyanların skolastik bir devlet yapısı da yoktu. Aldıkları ve kullandıkları bilimle ilgili olanların yüzde sekseni dış menşeilidir.
Batılılar, içtihat metodunu da Müslümanlardan almışlardır. Mesela bir Avrupa ülkesi olan İsviçre kendi kanunlarını yapmadan önce İslâm hukukunu almış ve kendilerine göre yorumlamıştır. Biz de şimdiki kanunlarımızın birçoğunu İsviçre’den almış bulunmaktayız. Ayrıca Fransa, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerini de dâhil edebiliriz buna. Kanunlar, gün be gün değişmektedir. Fetih suresi, 23. Ayette Yüce Rabbimiz: “Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” Buyurmaktadır. Tek değişmeyen kanun Allah’ın (cc) kanunlarıdır. O da haktır. Bunun zıddı ise batıldır. Hak, doğru ve gerçek olanlar hiçbir zaman değişmez. Bu yüzden batıl kanunlar, güne ve zamana göre döküle döküle bitip yok olmaktadır. Yok, olmaya da mahkûmdur. Yapılan bir batıl kanun, birkaç saat sonra, bir gün, bir ay veya bir sene sonra değişmeye mahkûmsa mutlaka bu kanunda bir bozukluk var demektir...
Medeniyet havuzunda yüzebilmek için fert fert, İslâm medeniyetini içimize sindirmeliyiz. Düşünün parçalar bütünü oluşturur. Sen sağlam bir parça ol bütünleşebilmek için. “Siz nasılsanız, öyle yönetilirsiniz” hadisi bunu destekler niteliktedir. Fert neyse devlette odur. Devleti fert ya da fertlerden ayrı düşünürseniz, toplumun düzenini devam ettirebilmeniz imkânsızdır. Fert insanı kâmilse devlette insanı kâmildir. Bu kaçınılmazdır.
Bana göre medeniyet, İslâmi bir inkılap içerisinde insanların kendilerini bilmesidir. Biz medeniyet inkılabı istiyoruz. Zaten inkılap hareketlilik ve bir yükseliştir. Az da olsa daima yükselmektir. Ümitleri kaybetmeksizin yükselmek insanlığı zirveye çıkarır. Bunun tersi olan iniş de devrim olarak çıkar karşımıza. Tabiî ki herkes inişi sevmez. Daima yükselişi sever. Sağlam adımlarla ilerlemeyi sever. O halde biz devrimi değil, inkılabı istiyoruz. Gerçek bir medeniyetin kaynağına ulaşmak istiyoruz…
İslâm medeniyetinin ilkleri şu dört maddeyi içinde barındırır:
1. Tek tek insanların insanı kâmil olmaya çalışması. Gerçekten insanlarla uğraşmak çok zor iştir. Ama bizim görevimiz zoru başarmaktır.
2. Fertten cemiyete yöneliş. Bu tebliğ yoluyla olur. Tabiî ki tebliğ demek, İslâm’ı tek tek anlatmak anlamına gelmez. İslâm’ı toplu anlatmak da bu guruba girer. Zaten fertler düzeltildikten sonra, cemiyette kendiliğinden düzelecektir.
3. Medeniyet çadırının orta direği ilim olmalıdır. İlimsiz bir medeniyet, çökmeye mahkûmdur. İlim medeniyetin kalbidir.
4. Bütün bu oluşumları içerisinde sentezleyen insanlara, gerek kulluk vasfını açıklayarak gerekse onları mutluluk çemberlerine iterek onların iki cihanda da mutlu olmalarını sağlayacaktır. Yüce Allah (cc), yardımcımız olsun. Zafer inanlarındır Allah’ın zaferi ise haktır…
16.11.1991
Konya