- 399 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MÜSRİF
İnsanlık için hastalık haline gelen müsriflik, gün geçtikçe artmaktadır. İslâm dini israf yapılmaması konusuna büyük önem vermiştir. Bu konudaki; “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz.” ayeti celilesi, israf yapılmamasını bizlere emretmektedir. Ancak bu ayet, Müslümanların kafalarından uçmuş, yerine israfları mubah gösteren levhalar dikilmiştir günümüzde. Bu levhaları; iş yerlerinde, evlerde, sokaklarda, caddelerde, mahallelerde ve aklınıza gelebilecek her yerde görebilirsiniz. Bu müsriflik hastalığının dini, ırkı ve nesebi yoktur. Bu hastalık veba gibi yayılmakta ve herkesi etkisi altına almaktadır. Artık bunu mücahidim diye geçinen Müslümanlar da yapıyorlar. İslâm’ın güzel ahlâkından uzaklaşan Müslümanlar, bu hastalığın pençesine takılmıştır. İsrafın ve müsrifliğin muhatapları, hep kâfirler, zalimler, fasıklar, müşrikler ve münafıklar olarak ele alınmıştır. Bazı Müslümanlar, israf ayetlerinin ve hadislerinin kendilerinden uzak olduğu düşüncesine saplanarak müsriflikte sınır tanımamışlardır. Bu ayet ve hadisleri ya kendilerine dokundurmamışlar ya da kendilerini haklı çıkaracak fetvalar bulmaya çalışmışlardır. Oysa israf ve müsriflik evrensel bir hastalıktır…
Ramazan ayı içinde, arkadaşlarla bir hacı amcanın evine iftar davetine gittik. Böyle davetler, kardeşlik bağlarının güçlenmesi bakımından çok önemlidir. Evine vardığımızda yemeklerden öte, evinin içini çok lüks buldum. Gereğinden fazla yığılmış, pahalı ve lüks eşyaları daracık odalar almıyordu. Eften püften eşyalar, rafları tıka basa dolduruyordu. Büfeler, dolaplar, mobilyalar falan hepsi öyleydi. Hacı amca; evinin böyle şatafatlı olmasıyla misafirlerini güzel karşıladığını, onlara misafirperverliğinin en güzelini sunduğunu zannediyordu kanısınca. Lakin en büyük zulmü yaptığının farkında bile değildi, bilerek ya da bilmeyerek. Kimileri böyle yapılara ve döşemelere özen gösterirken, bazıları da bundan duymuş oldukları tedirginlikleri her demde dile getirmekten kendilerini alamıyorlardı yüzeysel hareketleriyle. Sade bir ev olsun ama temiz olsun. Eşyalar olsun ama gereğinden fazla olmasın. İşte özen ve özentiden oluşan bu hareketler, Müslümanların evlerine şuursuzca yansımaktadır.
Arkadaşlarımın içinde, her düşünce ve görüşten olanlar vardı. İslâm’ı sözleri ve davranışları ile yaşayan olduğu gibi henüz İslâm ile yeni tanışanlar da vardı. Ayrıca hal ve hareketleriyle İslâm’dan soğutacak kişiler de mevcuttu. Cemaat ve cemiyet içinde kalmış fakat cemaat olmamış, cemiyet ruhu oluşmamış, yemek yemiş ama yemek yedirmemiştir. Münferit olarak, şaka yapmış ama kendine şaka yaptırmamıştır…
Her nimetten sonra şükretmemiz gerekir. İnsan olmamızın gayesi de bu değil mi? Yediğimiz yemeklerden sonra Rabbimize “Hamdü Sena” ederek şükretmemiz gerekir. Şükredilecek yegâne ilah Allah’tır. Bütün işleri ona havale etmemiz gerekir.
Müslüman olarak; bin bir türlü yemek çeşitleriyle karnımızı tıka basa doyuralım. Diğer taraftan bir kuru ekmek yanına katık bulamayan insanları düşünmeyelim. “Komşusu açken, tok yatan bezden değildir.” Hadisi şerifini unutalım. Bu yenen yemek, yemek midir sizce? Yemeklerden aldığınız tat, tat mıdır? Eğer bunlar kendi bünyelerinde bütün bu kardeşlik hislerini hissetmiyorlarsa dünyaların orucunu tutsalar, bu kişiler yine nefislerinin tutsaklarıdırlar. Etli, sütlü yemekleri iştahla yedikten sonra dişini kürdanlamak için bir kürdan çöpü alma zahmetine katlanmayan, sözde İslâm’ı terbiye almış kişi, cebinden çıkardığı yarı eskimiş kirli kâğıt parayı ikiye bükerek otobüsün içinde yani cemaat ve cemiyetin önünde dişine takılan et parçacıklarını çıkarmak için olanca gücünü sarf ediyordu. İşini bitirdikten sonra, parasını eliyle siliyor ve cebine atıyordu. Bu ve buna benzer davranışlar sanki etrafınızda yok mu? Toplum içinde yapılan hareketlerden bu sadece bir tanesiydi…
Kardeşlerim! İslâmî terbiyemizi anlatmaktan ziyade hareketlerimizle topluma örnek olmamız gerekmez mi? Biz, bu halimizle mi çıkıp da halka nutuk atacağız? Biz, özümüz ve sözümüzle bir olmazsak İslâm’ı başkalarına nasıl anlatacağız? Yaptığımız yanlışlar, onların İslâm’dan uzaklaşmalarını kolaylaştırmaktan başka neye yarar? Bütün bu olup bitenler karşısında düşünüp de ders çıkaracağımız yerde, bu yanlış hareketleri yapıyorsak vay halimize…
Bir iftar yemeğinde ve sonrasında yaşananlardan bahsetmiştik az önce. Evet, davetler olmalı ama nasıl olmalıdır? Kimler ne şekilde davet edilmeli? Günümüzde Müslümanların en büyük sıkıntılarından biri bu değil midir? Belirli cemaatler, kendi cemaatlerinin fertlerini iftara davet ederler. Şunu bilin ki belirli kişiler daima davetlidir. Zayıf ve yoksul halk daima dışlanır. Bazı vakıf ve dernekler ise para koparabilmek için daima zengin Müslümanlarla içli ve dışlıdırlar. Onları davet ederler…
İsraf çeşitleri vardır. İsraf sadece yeme ve içme konusuyla sınırlı değildir. Giyim, kuşam, ev bark, iletişim ve ulaşım araçları... Zaman israfı da bunlardan sadece bir tanesidir. Aslına bakarsanız, zaman israfı en çok üzerinde durulması gereken israflardandır. İnsanlığa en çok zarar veren israftır. Bu israfı, bilincimiz ve şuurlu olmamızla önleyebiliriz.
Bazı cemaatler, paranın geldiği tarafa yönelmektedirler. Düşünmüyorlar ki Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Bir cemaat, diğer bir cemaatin elamanını neden davet etme gereksimini duymuyor? Yoksa bu din sadece onların mı? Artık Müslümanım diyen herkesin selamlaşıp, kardeşlerine kucak açma zamanı gelmedi mi? Kapalı kutu olmaya devam mı edeceğiz? Şeffaflık nerede kaldı? Korkmayın! Kapılarınızı fakirler, yoksullar ve ihtiyacı olanlar için açın. Açmazsanız kaybedenlerden olursunuz. Korkmayın! Sizi İslâm’dan uzaklaştıramazlar. Yeter ki siz, hak ve adalete sarılarak israftan uzak durun. İslâm’a sarılın, makam ve mevki sevdasıyla israf yapmayın, zira riyakâr olursunuz, bu da amelinizi boşa çıkarır. Yaptıklarınızı şeytan sizlere hoş gösterir, farkında olmazsınız. Bunun neticesinde ameliniz boşa gider…
Herkes sizin gibi düşünmeyebilir. Düşüncelerinizi bir sentezleyin, düşünce israfı yapmayın. İdeolojinizi iyi tanıyın, İslâm dışına taşmayın, dünya sistemi içinde. Yani çemberin kıskacında olduğunuzu unutmayın. İslâm güneş ve hilal gibidir. Gece ve gündüz insanlığı aydınlatır.
Müslümanım diyen herkes, Kur’ân ve sünnet nurunun vadisinde kendine bir yer bulmalıdır. Bu cemaat ve cemiyet olur, yeter ki bu vadide olsun. Diğer kardeşlerinin de bu vadide ikamet ettiklerini anlasın. Şu fark vardır; kimisi kendisini vadinin tabanına yayarken kimi de bu vadinin derinliklerinden yüze gider. Bazıları da kendini götürecek suya kulak asmaması neticesinde, o suyu bekleme saplantısı içinde olabilir. İşte bu durumlarda yine Müslüman kardeşi onu uyaracaktır ve kurtaracaktır. Birini uyarırken kendisine yaklaşan tehlikenin de farkında olmalıdır.
Kısaca bu uyarma durumunda, kâfirle Müslümanı fark edebilmesi, onun için yeterli olacaktır. Yeter ki ben “Müslümanım ve Müslümanlardanım” desin. Böylece kendisine yaklaşacak müsriflik hastalığını tanıyacaktır. Tanımış olduğu bu hastalığa teşhis koyacak ve kendini ve toplumu bu hastalıktan kurtarmış olacaktır.
1992/Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.