Ölüm, hayatın sona ermesidir. Ölüm, ecelle aynı anlama da gelir. Bütün canlılar; doğar, büyür ve ölürler. Yaşamın gayesinin son bulduğu noktadır ölüm. Nefessizlik, hareketsizlik, donmuşluk ve camid olmadır ölüm. Derin bir uykudur ölüm. Ya da uykuların en uzunudur ölüm. Ölüm, bir yok oluş değil, gerçek hayatın başlangıcıdır. Ölümün yüzü soğuktur. Ölüm deyince hemen irkilirsiniz. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bir duygu kaplamıştır yüreğiniz. Sohbetlerinizde ölüm konuşulmasın. Biri öldüğünde, onun salası verilmesin ya da bir mezarlık kenarından geçmeyi, bir mezarlık kenarına ev yapmayı hiç düşünmezsiniz. Yakınlarınız dışındaki ölümler, zaten sizin ilgi alanınıza pek girmez. Yakınlarınız öldüğünde ise siyah bir elbise ve örtüyle olayı geçiştirmeye kalkışırsınız. Peki, bu nereye kadar? Hakikaten ölüm gerçeğinden ne kadar kaçabilirsiniz? Ölüm sana, yatağında mı yaklaşacak? Otobüste, trende; yürürken, oynarken, gülerken, ağlarken ya da namaz kılarken ve ibadet ederken ölüm sizin kapınızı her dem çalabilir. Bu ölüm hakikatinden kaçmak yerine, onunla neden yüzleşmek istemezsiniz? Neden ölüm deyince tüyleriniz diken diken olur, kalp atışlarınız artar? Bütün işleri öteleyebilirsiniz, ölümü asla öteleyemezsiniz. O geldi mi kapıdan dönmez. O, sizin gözyaşlarınıza bakmaz. Onun merhameti yoktur ve o size acımaz… O, söz verdiği zamanda gelir ve ruhunuzu bedeninizden kabzeder. Sizin cesediniz orda yığılı kalakalır. Belki sizin ruhunuz, sizin cesedinizi izler. Size ağlayanları, mezara götürülüşünüzü ve ölümden sonra olup biten her şeyi izler. Belki bu yazıyı okumaya çoğunuz cesaret edemeyeceksiniz. Yazının başlığı, konusu ürkütücü ve rengi solgundur. Hayatın gerçekleri size ölümü hatırlatmakta ve ölümle sizi yüzleşmeye davet etmektedir. Hayatın gerçekleriyle yüzleşemeyenler, hakikatin kulpundan asla tutamazlar. Ölümü bir yok oluş, tükeniş ve bitiş olarak görenler, ölümden yaban merkepleri gibi kaçmaktadırlar. Ölüm korkusu ondan korkanların başlarına umulmadık bir zamanda bir kâbusu gibi çöker. Ölümle yeni bir hayatın başladığına inanlar, ölümden korkmazlar. İlahi nurun ışığından tutanların korktukları sadece bir şey vardır; ölüme hazırlanamamak… Ölüme hazırlanmak demek, kendini yaratan Rabbinin dünyada kendine bahşetmiş olduğu ömrü iyi geçirmek demektir. Yani Kur’an ve Sünnete sımsıkı sarılıp, İslam’ı yaşamak demektir. İslam’ın ışığından uzak kalanlar, bu yüzden ölüme endişeyle bakaralar. Ölüme hazırlıklı olanlar ise ona koşarak yaklaşırlar. Ebedi hayatın nimetlerine ulaşmak için koşarlar. Ölümü yudumlamak onu tatmak için koşarlar… Ölüm güzel bir şeydir, Allah’ın emrettiği gibi yaşayanlar için. Ölüm, keskin bir kılıç, sivri bir oktur. İki tarafı kesen bir kılıçtan bahsediyorum. Ok ise acımaz deler geçer ve yürekleri dağlar. Ölümün soğukluğu ruhta başlar. İlkönce insan psikolojik olarak ölüme kendini hazırlar, onunla yüzleşmeye başlar. Onunla dost ve arkadaş olur. Müslüman, ölümden sonra kabir hayatının olduğunun bilincindedir. Orada kıyamet kopana kadar, misafir edileceğini bilir. Onun inancına göre; ameli iyi olan Müminin kabri, cennet bahçelerinden bir bahçedir. Eğer ameli kötüyse kabri cehennem çukurlarından bir çukurdur. Ölüme bakış açımız, ona karşı inancımızla doğru orantılıdır. Ölüm, sessiz gelir, buz gibi gelir. Sizi sevdiklerinizden çeke çeke alır. Ölüme karşı: “Dur bekle! Hayatım yarım kaldı, biraz daha yaşayayım.” diyemezsiniz. Yine: “Benim yapacak daha çok işim vardı, onları yapayım, büyüyeyim, gençliğimi yaşayayım, evleneyim, çocuklarım olsun, onları okutayım, büyüteyim, evlendireyim, torunlarım olsun onları seveyim büyüyeyim evlendireyim, emekli olayım…” diye içinizden geçirdiğiniz, sizin beklentilerinize asla bakmaz. Gözyaşlarınızı silmez. Hıçkırıklarınıza kulak asmadan sizi sevdiklerinizden koparıp alır… Ölümsüz köy arayan, köysüz kalır. Ölüm takdiri ilahidir, kaderdir. Kadere de ölüme de inanıp teslim olacaksınız. Bazıları çok basit nedenlerle ölürken, bazıları ise çok büyük badireler atlatır fakat ölmez. Öldürmeyen Allah öldürmez. O zaman yüce yaratıcıya isyan etmemek gerek. Tek yol ona samimi bir imanla teslim olmak. Onun yolunda erimek. Sonsuzluk sonsuzluğuna adım atmak. Var olmak için yok olmak… Takdiri ilahiye boyun eğmek gerek. Şunu da unutmamalıyız. Biz ölüme koşmamalıyız, ölüm bize gelmeli, ölüm bize geldiğinde onu reddedemeyiz. Onu güzel misafirperver bir şekilde karşılamalıyız. Ona suratımızı asmamalıyız ve ona kızmamalıyız. Kızsan da ne yapabilirsin ki? Ölüm kimseye kızmaz, küsmez ve darılmaz. O, vaktinden önce ve sonra gelmez. Bir kimsenin eceli geldiği zaman, ne bir saat önce ne de bir saat sonra bırakılır. O, tam sözleştiği zaman gelir. Gelişi de muhteşemdir. Ölüme biz, bazen elimizde olmadan koşarız. Bu koştuğumuzun farkında olmadan ona koşarız. Ölümle nerde karşılaşacağımızı bilmeden koşarız. Onun bize yaklaştığını bilmeden koşarız. O olduğu yerde bizi bekler. Onunla karşılaşınca iş işten geçmiştir. Sevdiklerimiz, ölümle buluşmaya çok çeşitli bahaneler bulurlar ancak bu bahaneler nafiledir. Ölüm ya bize koşarak gelir, ya da biz ona koşarak gideriz, tam da sözleşmiş olduğumuz vakitten sapmadan… Sen, kendini nasıl hissediyorsun? Ölüme hazır mısın? Onu karşılayacak cesaretin yüreğinde hazır mı? O, ben geliyorum dediğinde ne yapacaksın? Ölmeden önce ölmeyi denedin mi? Ölüm, soğuk rüzgârlı dağlara çöktüğünde bedenen ve ruhen ona hazır mısın? Ölümü bedeninizden önce ruhunuzla karşılayınız. Benim bile ölümden irkildiğim çok olmuştur. Ölüm yaşamınız boyunca size soğuk yüzünü gösterebilir. Ölüm bize: “Daha sonraki yaşamınız için ayağınızı denk alın. Önünüze bakın, gidişatınızı düzeltin…” bizi daima uyarır. Aslında bütün bunlar bir uyarırdır sana. Sen, bu uyarılar karşısında ne yaptın? Sen, yaşamında gereken dersi çıkardın mı? İkinci bir hayatın bahşediliş fırsatını iyi değerlendirdin mi? Ölüm, beni bedenimden sıyırıyor. Bu sıyırma eylemini ne zaman yapacağını sadece yüce Rabbim biliyor. Ölüme kızamıyorum, onu sevinemiyorum da. Bir taraftan beni ölen yakınlarıma yaklaştırırken, diğer taraftan beni sevdiklerimden ayırıyor… Ölüm, ayrım yapmaz. Sen köşklerde yaşadın, kral, padişah, cumhurbaşkanı, başbakan milletvekili, genelkurmay başkanı ve aklınıza gelebilecek üst rütbeli oldun diye ayrım yapmaz. Ölüm, onlara da soğuk ve sessiz gelir, en fakir vatandaşa da. Beyaz kefen ve üstüne örtülen toprak hep aynıdır. Bu yüzden mal varlığına güvenme. Ölümün size müsaade edeceği iki metrelik kefendir. Kefen sözcüğü bile sizi rahatsız etti. Kalbinizi titretti. Yüreğinizi ürpertti. Kaderine razı ol ve ölümü kabullenmeyi bil. Ölümsüzlük hissi seni ölümden koparmaya çalışmasın. Ölmemek için ölünüz. Ölüm işte öyle bir şeydir. Ölmek sevdikleriyle birleşmek ya da sevdiklerinden ayrılmaktır. Siz, ölümün neresindesiniz? 26.07.2012 Çekerek |