18
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
1767
Okunma

"yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de!"
Camus
Sırlı bir aynanın tüm gerçeğimi yansıtacağını düşünmek ne kadar aptalca. Mesela gözlerimin altında demlenen çizgilerin defalarca gülmekten mi yoksa ağlamaktan mı olduğunu bu ayna söyleyebilir mi bana? Alnımdaki dikiş izinin çocukluğumdaki eğlenceli bir bisiklet keyfi esnasında oluşan bir kazadan mı yoksa beş parmağı olan bir canavarın ellerinden mi yansıdığını hangi ayna söyleyebilir ki bana?
Tanımadığım bir surete bakıyorum ben bile bazı anlarda. Soranlara sevdiğimi söylediğim bu yansıma yüze her baktığımda hatırlattıkları ile nefret ediyorum kendisinden aslen. O yara izi ile kimsin sen?
Uzaklardaki bir Tanrının avuçlarında tuttuğu imkânsız mutluluğun aynısını bir balığa bahşettim. Ona suyu olan bir Dünya verdim. Yemesi için gereken besini sundum. Tehlikelerden korunması için ona suda kalmasını telkin edecek içgüdülerinden hiç bahsetmedim. Evrimsel gerçeklerden bahsedilmez. Yaşayan bir durumun izaha ihtiyacı yoktur.
Bir sahne sanatçısının daima gülümsemek zorunda olması acıklı bir şeymiş gibi gösterilir. O zaman neden hayata gülümseyerek bakmaktan bahsediyorlar? İnsan zorunda olmadığı şeyleri yaparak mutlu oluyormuş demek ki. Zorunda olduğum için bir akvaryumda var olmanın neresi keyifli ki?
İlaç ve empati kokan yoğun bakım servislerinde yatan hastalar ile önümde duran akvaryumun içindeki balık arasında ‘’ile’’ kadar bağ vardır. O yataklarda yatan her bir Sisifos kendi akvaryumunda dönüp durmakla cezalandırılmıştır. Kendi benliğimi yaptığım küçük bir kâğıt geminin içine mahkûm edip akvaryumun içine bıraktığımda olacaklar kadar ediyorum şu hayatta. Sisifosların solunum cihazlarından çıkan sesler kâğıt geminin düdüğü gibi dolanıyor edimsel çevrçevemde. Yüzmeyi bilen bir balıkla suyun kaldırma kuvvetine kendini bırakmış bir kâğıt gemiden oluşuyorum. Aynı ortamın içinde farklı yaşam şartları ile bir arada kalan bu ikisi de benim. Ne balık geminin yanına çıkabiliyor ne de gemi suyun içine dalabilir. Her ikisininde sonu olacak şeyin farkında olarak ayakta kalmayı başarıyorlar. Aynada gördüğüm şey ise sadece bir akvaryum.
Kendi nefesi bittiği halde beynindeki kağıt gemiler yüzer halde olduğundan suyun içindeki Sisifoslara o kayayı taşıtmaya devam etmek iyilikmiş gibi duruyor ilk bakışta. İşte bu sadece aynadaki yansıma kadar gerçek bir kavrayış. Ancak ‘’bir yemin ettim ki dönemem’’ diyen beyaz önlük o nefesin sorumluluğunu almak istemiyor. Alamaz! Bu, aslında Sisifoslara değil de kendine yaptığı bir iyilik değil mi? Sadece kendisi kadar gücü olan bir kağıt gemiye bir nefesin kayasını yüklerseniz geminin akıbetini kestirmek zor olmaz. Gemiler böyle yapmaz.
Okuyucu kaygısı taşımadan yazmanın bol küfürlü ve erotik içerikli yazılar yazmak olduğunu sanmak kadar sığ açılımları var bazılarının. Düşünerek batıracağınız kağıt gemilerden korkmayın demek isterdim onlara. Ölmek dediğin nedir ki?
Mesela;
Kırmızı bir akvaryum balığı ile kağıt geminin suyun içinde sevişemiyor olmalarına üzülebilirdi okuyucu. Dramın dibi! Kavuşamayan iki ayrı dünya varlığının içsel yolcuğundan geçerken kırmızı noktalı sahnelere temas ederek çarpıcı bir sone yaratabilirdim yazarken. Kaldı ki o imkansız aşk benden sorulur…
Balık:
- Beni güçlü kollarınla güvertene taşıyabilseydin keşke. Ah! Gemi, dokunuşlarının pullarımdan geçip tenime değeceği anı düşledikçe yüzgeçlerimin daha bir kızardığını hissediyorum. Aşkımı bedenimden sana sunarken içinde yüzdüğüm sunaktan beni kana kana içişini düşlüyorum. Sen bedenimi şehvetinle sararken kamasutrayı suya yansıtmak istiyorum. Seni öyle öpmek istiyorum ki tenimdeki tüm arzunun ağzının içinde gezinen dilimle libidonu şaha kaldıracak hormonsal çağlayanlarla birbirimize karışmak, baştan çıkmış karşı konulamaz erkini bedenime ekmeni istiyorum.
(. Iyıggghh bu ne? Yahu bu geminin kolları mı varmış? Balığın yaşamın kurallarına aykırı bir cesaretle dillendirdiği sevişme çağrısı emin olun ki içten ve gerçek bile olsa balığı toplumsal bir basitliğe indirgeyecektir)
Gemi:
- Sen suyu fazla kaçırmışsın. Dikkat et çarpmasın bak.
( Böyle bir gemi gördünüz mü? Fırsatları değerlendirmek konusunda bu kadar ketum olduklarını düşünmüyorum.)
Birbiri ile uygunsuz düşen bir anlatım biçimi ile yazılmış bu yazıda aslında arananın hep aynı şey olduğunu fark edenler bir adım öne çıksın. Hayata anlam kattığını sandığımız her şey birer yük. Sevgi gibi… Birine derinden bağlanmak (bu hangi anlamda olursa olsun) bizi bir yük taşıyıcıya çevirecektir. Yeme, içme, giyinme, seks ihtiyaçlarının tamamı hepsi birer yük iken düşünmenin insan ruhuna bu kadar ağır geldiğini görmek ‘’bir intihar nedeni’’ sayılmalıdır. Kendi vahşi varlığımızı kabul edemeyip evirip çevirip dönüştürdüğümüz ‘’insan’’ kalıplarımızla ağır yükler altında ezilerek yaşıyoruz. Oysa sahip olmaya çalıştığımız herşey bir simülasyon verisi. Gördüğümüz, hissettiğimiz ve dokunduğumuz tüm şeylerin gerçek olduğuna inanmak kolaycılığı ile boşuna yaşıyoruz.
Kulaklıkla dinlediğim şiiri yoğun bakım Sisifosuna dinletmek neyi değiştirecek mesela. Bunu yapmıştım.
‘’Farkında değilseniz hâlâ, öğrenin artık:
Yaşam an’lardan oluşur, sadece anlardan, ŞİMDİ’yi yakalayın.
Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi
ve paraşütsüz yerinden kıpırdamayan bir insandım ben.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
yüksüz, iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer, sonbahara dek unuturdum ayakkabıyı.
Hiç bilinmeyen yolları keşfeder, tadına varırdım günışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, yeniden bir şansım olsaydı eğer…’’
Böyle demiş Borges 85’inde… Aradaki bağın mükemmelliği o gün spontan olarak yaptığım bir hareketin aslında o balık için anlamsız olduğunu bugün anlamış olmamdan çok daha sade. Defalarca aynı yataklarda o ‘’son nefeslerin’’ verildiğini görmüş olmak bana ölüm hakkında bir deneyim kazandırmış değil. Bana özel bir referansla karşıma çıkacak bir durumu sürprizsiz hale getirmek istemek delilik mi realite mi?
Felsefenin dibe vurumculuk ilkesi olmadığına göre intiharın süslü sebeplere bağlanması gerekirdi. Bu düz mantıkla asla kuramların sırrına erilemez. Bir balığın sevişmesini hayal etmek bile daha az basit bir düş dünyası gerektirir. Düşlerin beyinsel kodlanmaya bağlı olduğunu söyleyen bilim abilerine de yalancı diyenler çıkıyor elbette. Tamamen metoforik anlamlar yükleyebilir ya da dinsel çıkarımlar yapabilirsiniz. Ancak bence düşler sadece bizim içsel gerçekliğimizin aynasıdır. Ayna diyorum bak vurgu burada. İlk başta aynadan beklenen ile onun bize sunduğu hakkında yazdıklarımı yeniden yazdırtamaz bana kimse.
Kestirmeden bir yolculuk ile ‘’kendinizi ancak kendiniz tanıyabilirsiniz’’ cümlesinin kısa açılımını yapmaya çalıştım. İnsanların kemikleşmiş değerlerinden ve yargılarından sıyrılmasını esas alarak felsefenin karmaşık bir yol olmayacağının görülmesini istedim.
Olmuş mu?
Deniz…