7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1009
Okunma

Pırıl pırıl güneşli bir mayıs ayının çarşamba sabahının uykusu uğruna harcanan bir hayatın öyküsüdür bu.
Bomboş sınıfa girdiğinde öğretmen çok şaşkındı, çünkü bugün son kez gelmesi için ikna etmeye çalıştığı öğrenci sınıfta yoktu. Gelmemişti.
Telaşla merdivenleri indi ve idarenin telefonundan öğrenciyle ilgili kayıtlardaki tüm telefon numaralarını çevirmeye başladı. Bir daha, bir daha… Hiçbirine cevap veren olmadı.
Görüşmelerin olup olamayacağını merakla bekleyen idareci ‘ben demedi mi’ diyen bakışlarını öğretmenin üzerinden ayırmıyor, haklı çıkmanın gururunu yaşıyordu. Öğretmen ahizeyi yerine koydu ve yenilmiş bir ifadeyle koltuğa çöktü. İdareci duvardaki saati göstererek önündeki deftere kaydı düşerken hiç konuşmuyor, anın zevkini yaşıyor gibiydi. Saat, öğle vaktini gösteriyordu.
Okulun son haftasının çarşamba günüydü. Öğleden sonra karne notları girilmeye başlanacak öğrencilerin çoğu da muhtemelen gelmeyeceklerdi. Özellikle devamsızlığı çok olanlar en azından sabahtan gelerek son yoklamayla kendilerini garantiye almışlardı, Turgut bunu yapmamıştı!
Üç yıldır dersine girdiği öğrencisini çok iyi tanıyordu öğretmen, o nedenle de kendini harcamasına izin vermek istemiyordu.
………………………………………..
1990’ların hızlı zengin olmuş ve bunu henüz sindirememiş bir ailenin tek oğluydu Turgut. Baba çok zor yıllardan ve şartlardan sonra ‘rüzgarı arkasına almayı’ başarmış ve birkaç yılda koşar adımlarla basamakları çıkmıştı. Sıradan ufacık bir evden sonra şimdi çok lüks bir semtte triplekste oturuyorlar ve müştemilatta kalan bir aile de evin bütün işlerini görüyordu.
İş hayatının sosyal dokusu babayı şekillendirirken anne çevresinin çok değiştiremediği için ailedeki açı biraz fazla açılmış, masraflar ve ihtiyaçlardan başka ortak konu neredeyse hiç kalmamıştı. Baba hayatın çocuklara çok da insaflı davranmayacağını söyleyerek onları bir denge içinde tutmaya çalışıyor, maddi gücüne rağmen onları devlet okuluna gönderiyor ve ‘okuyacak çocuk her okulda okur’ diyordu. Anne, babanın bu katılığına çok kızıyor oğlunun en azından devamsızlıklarına göz yumarak kendince onu ödüllendiriyordu.
Turgut da bu ikiliği kendi açısından nasıl uygun olacaksa şartlara göre öyle kullanıyordu. Bukalemun gibi olmuştu. Okula mezun olmak için geliyor, üniversiteyi hedeflemediği için de derslere asılmıyordu. Oysa birçok arkadaşının üstüne çıkabilirdi başarısı, uyumaktan vakit bulup biraz kendini zorlasaydı.
Devamsızlık hakkının çok büyük kısmını I. dönemde kullanınca öğretmeni onu uyarmıştı: ‘Derslerin bittiği, notların verildiği o sıcacık güzel günlerde arkadaşlarının çoğu o güne kadar kullanmadıkları devamsızlık haklarını kullanacaklar ve sen tek başına sınıfta mı oturacaksın? Ben buna inanmıyorum Turgut, sen inanıyor musun?’ demişti.
Sessizse dinleyip cevap vermeyen Turgut ikinci dönemin ortalarında devamsızlık hakkını neredeyse doldurarak 19.5 günü tamamladı. Öğretmenin her uyarısında: ‘Lise son sınıfta yarım gün için beni sınıfta mı bırakacaklar, hiç inanmıyorum Öğretmenim!’ diyordu.
Fikrini test etmek için şartları zorlamaya ve bazı sabahlar gelmemeye başladı. Hiçbir şey olmamış gibi öğleden sonra çıkıp geliyordu. Öğretmen her seferinde bir onunla bir idareciyle konuşup durumu ayarlamaya çalışıyor, yok yazdırmamak için rica ediyordu..
Son çarşambaya gelindiğinde zurna ‘zırrttt!’ dedi. Bir gün önce Turgut öğretmenini buldu ve :
- ’Ben yarın gelmeyeceğim, sizin de emekli olacağınızı duydum bir daha görüşemeyebiliriz, hakkınızı helal edin bana.’ dedi.’
- ‘Yok hayır, bunu yapamazsın. Sabahtan yoklama alınacak, sen riski göze alacak durumda değilsin. Yarın sabah gelirsin öğleden sonra seni ben göndereceğim, söz’ dedi öğretmen.
Delikanlı söylenenleri önemsemediğini belirten bir el hareketi yaptı, saygıyla öğretmeninin elini öptü ve hızla arkasını dönüp gitti. Bu, öğretmenin okulda Turgut’u son görüşüydü.
……………………………………
Aradan uzun yıllar geçti o yılların iletişim olanakları yetersizliği de eklenince yüz yüze görüşmedikçe neredeyse kimsenin kimseden haberi yoktu.
Bir arkadaş sohbetinde duydukları içini acıttı.
O yaz ailecek Türkiye turuna çıkmışlar ve çok zor bir coğrafyada uçuruma yuvarlanan arabadan yaralı da olsa Turgut’la annesi sağ çıkarılabilmiş, babasıyla kız kardeşi ise kurtarılamamıştı.
O meşum çarşamba sabahı da eklenince devamsızlıktan kalan Turgut mezun olmadığı için babasının işletmelerinde imza hak sahibi olamamış, yakınların devir yaparak götürmeye çalıştıkları işleri, birkaç yıl içinde batmış ve eski hayatlarına dönmüşlerdi anne oğul.
Turgut, makam arabasıyla okula götürülüp getirildiği babasının fabrikasında işin hiçbir detayına vakıf olmadığı için de paketleme bandında vardiyalı olarak yıllarca çalışmıştı. O koskoca servet nereye gitmişti, o çocukluk yıllarıyla bunu sorgulayamamış, yıllarca o küçücük evde kirayla oturmuşlardı.
Rüyaları kısa sürmüş, sonu da kabus gibi bitmişti.
………………….
Tipi gibi kar yağan bir akşam üstü hızla servislere koştururlarken kapüşonunun içinde bir an adı dolaştı gibi geldi öğretmene. Rüzgarın uğultusuna verdi, önünü zor görerek ilerlerken bir daha aynı şey oldu. Başını kaldırıp baktığında Turgut’la göz göze geldiler. O an ne diyeceğini bilemedi, sadece refleks gibi adı çıktı ağzından.
Konuşmadan uzun uzun sarıldılar. Ayrıldıklarında Turgut’un gözleri nemliydi. Öğretmeninin ona adıyla seslenmesi onu hem çok şaşırtmış hem de çok mutlu etmişti. ‘Senin gibi hayatını harcama uğruna 19.5 günü test eden başka öğrencim olmadı Turgut. Seni örnek olarak ne yazık ki hâlâ anlatıyorum oğlum.’ dedi.
Turgut, bu yıl ihaleyi alan şirketin servislerinde çalışıyordu. Sabaha karşı fabrikaların vardiyalarıyla başlıyor, gece yarısına az kala hurda olmuş gibi eve zor dönüyordu. Evliydi ve iki çocuğu vardı.
Bir çarşamba gününün sabah uykusuna feda edilerek test edilen 19.5 gününün faturası çok ağır olmuştu. O yarım günün uykusuna kıyamadığı için şimdi hiç sabah uykusu yoktu. Gün doğduğunda o birinci servisini çoktan bitirmiş, ikinciye dönüyor oluyordu.
Hayatın ‘uykuyla imtihanı’ sorusu ona çıkmış, cevap veremediği için sınıfta kalmıştı. Ama ne kalmak!..
16. 01.2019 Serap IRKÖRÜCÜ